“Tiyatro bir edep okuludur” (Bademler köy sözü)

Türkiye, antik tiyatrolar cenneti.
Şöyle kabataslak aklımdan geçiriyorum da, yurdumuzda yaklaşık 200 antik tiyatro var. Ben bunların sadece 190'ını görmüşüm.
Efes Tiyatrosu, 24 bin seyirlik kapasitesiyle (sığar) dünyanın en büyüğü sayılıyor. Onu, tamamen açılmasını beklediğimiz 16 bin izleyici alabildiği hesaplanan İzmir Tiyatrosu izliyor. Hemen aklıma geliveren büyük sığara sahip antik tiyatrolar: Bergama, Tellidere ve Akropolis, Milet, Priene, Hierapolis (Pamukkale), Laodikeia tiyatroları, Stratonekeia, Halikarnas (Bodrum), Nysaa, Afrodisias, Knidos, Kaunos, Sagalassos, Selge, Aspendos, Perge, Nyssa, Latmos Herakleia'sı, Side vb. tiyatroları. Bunlardan bazıları günümüzde sanat etkinlikleri için kullanılıyor, çoğu da kullanılmaya hazır durumda! Bergama, Kizykos, Nyssa ve Tripolis amfitiyatroları da fazlası.
Hep sorulur: Tiyatro yapısı bunca zengin olan Anadolu'da kayda değer oyun yazarı çıkmamış olabilir mi? Bu yazarlardan birkaçının adını, Efes Yamaç Evler'deki 'Tiyatro Odası'nın duvarlarındaki fresklerde okuyoruz. Bana öyle geliyor ki, nice Anadolulu oyun yazarlarının eserleri, Kleopatra marifetiyle götürüldüğü İskenderiye Kütüphanesi ile birlikte yanıp kül olmuş.
Tesellemiz şu ki, çağımızda adı dünyaca bilinen oyun yazarlarımız, hala batıda alkışlanan aktör ve aktrislerimiz var.
İzmir Devlet Tiyatrosu, kurulduğu 1957 yılından beri, kendisinden beklenen işlevi yerine getiriyor. Genel olarak nitelikli oyunları, sinema bileti fiyatına izleme olanağı sunuyor.
(Hadi övüneyim: Ben İzmir'de 1959'dan beri -demek tüm müdürler zamanında- İDT'nin etkinliklerini izledim.)
Son yıllarda, İzmir Devlet Tiyatrosu, Levent Ulukut'un müdürlüğünde, Gürol Tonbul'un yardımcılığında yeni bir ivme kazandı. Konak ve Urla sahnelerine ek olarak Bornova ve Karşıyaka sahneleri, tiyatroyu bu ilçelerde, seyircilerin ayağına götürüyor.
Konak sahnesinde, Rus yazar Valentin Krasnogorov'un 'Prömiyer Partisi' adlı oyununu seyrettim. Nazlı Gözde Yolcu'nun dilimize çevirdiği oyunu, Saydam Yenay yönetiyordu. Dramaturji, genç kardeşimiz Pınar Mert Erkek'e aitti.
Matinede öğrencilerle birlikte izlediğim oyunda, Otello'yu Ümit Dikmen, İago'yu Musa Zindan, Cassio'yu Tamer Yılmaz, Lodovico'yu Özkan Gezgin, Desdomone ve Veronica'yı Gülay Toprak, Emilia'yı Sibel Ağalday ve Bianca'yı Nagehan Yazıcı canlandırıyordu.
Ustaca kurgu ve bağlantılarla ilerleyen oyunda, rolü gereği ölmesi gereken Desdomona gerçekten ölüveriyordu. Bu kaza mıydı, cinayet mi? Sorumlusu kimdi? Bu ceset ne yapılacaktı? Oyundaki 6 kişinin hepsi kendisinden başka herkesten kuşkulanıyordu.
Bu sorulara cevap ve soruna çözüm bulma çabaları, esprili diyaloglarla gelişiyor. Araya, bizim 'Amerikan bilmecesi' dediğimiz yanıtı şaşırtıcı sorular sıkıştırılmıştı.
'Prömiyer Partisi', ilk gösterimi gerçekleştirilen temsilin final ve sanatçıların seyirciyi selamlama sahnelerinden sonra, prömiyeri kutlama partisi çerçevesinde gelişen bir oyun. Tek tek değerlendirmek, bu yazının konusu değil. Ancak şu kadarını söyleyeyim; İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçıları, ellerinden gelenin en iyisini yapıyor ve seyirciden, hak ettikleri alkışı topluyor.
Aramızdan ayrılışının 80. yılını milletçe yaşadığımız Ulu Önder Atatürk'ün şu sözlerine -bir daha- hak veriyoruz: “Efendiler, mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisi cumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.” (Atatürk, 12 Nisan 1930- Bursa)

***

Evimizin Marşı


Vatanın kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İzmir'e 17'inci ve son ziyaretini 22-24 Haziran 1934 tarihlerinde yapmıştı.
Beraberindeki İran Şahı Rıza Pehlevi ile bugün İDT Konak Sahnesi olarak kullanılan, o zamanki İzmir Halkevi'ni ziyaret etti.
Halkevi yöneticileri, kurtarıcı Gazi'ye hoş bir sürpriz sundu. Sözlerini Münir Hamdi Kutal'ın yazdığı, melodi kısmını Dr. Şükrü Osman beyin, armonizesini Osman oğlu Lemi beyin yaptığı “Evimizin Marşı” ile karşıladı bu iki seçkin misafiri:

Coşmuş gene yürekler; yurtta yeni bir cenk var.
Ellerde kılıç değil, nağme, kalem ve renk var.
Her göğüste parlıyor birer sanat kalkanı
Her başta bilgilerden örülmüş bir çelenk var.

Ufka bir ses yayıldı, diyor ki; Durma sakın
Geriye bakma, yürü... Bu akın başka akın.

Halkevinden hız alan gönüller kaynaşıyor,
On dört milyon nefesle dokuz kaynak taşıyor,
Şimşek gibi bir dilek yırtıyor bulutları,
Şaha kalkmış duygular engelleri aşıyor...

Yerinde durma yürü... Bu akın başka akın.
Geriye bakma sakın, geriye bakma sakın.

Kanatlanmış bu sefer Türk, fikirler burcuna,
Takmış dokuz meşale gayeni sorgucuna...
Karaltılar eriyor bu yükseliş önünde
Yeniden yayılacak dünyanın bir ucuna...

Bilgi çoraklığında kurtuluş günü yakın,
Bu akın başka akın, bu akın başka akın.