Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ya yaklaşımı elbette ki saygısızca ve yakışıksız. Ama Sayın Kılıçdaroğlu ve takımı da ona bu fırsatı veriyor. Örneğin, öteden beri, koşulların sağladığı özgüvenle: “CHP’nin iktidara gelmek gibi bir derdi yok. Hep bizimle uğraşırken zaman yitiriyor. Oysa bir parti iktidara gelmek için çaba harcar. Biz de bu elverişli durumdan yararlanarak hep iktidarda kalıyoruz” demiştir. Bu gerçekliği sağlam kazığa bağlamak için de şunu söylemiştir: “Ben seçimi kazanamazsam genel başkanlıktan istifa ederim. Ama sen de aynı şeyi yapar mısın?”. Kılıçdaroğlu’dan ses çıkmaz.
Recep Tayyip Erdoğan yıllardır “Bay Kemal”le alay etmenin tadını çıkarıyor. Ancak bu, sıradan bir alay değil: Yanlışı doğru gibi göstererek sözde onu övmek yerine, doğruyu söyleyerek aşağılıyor, küçük düşürüyor: Kılıçdaroğlu’nun gerekeni hiçbir zaman yapamayacağını biliyormuş gibi davranarak, daha etkili, ama daha düzeysiz bir alay yöntemine başvuruyor.
Örneğin kendi yandaşlarının gözünde öyle bir “Kılıçdaroğlu” imgesi yaratmış ki, kalıcı bir yanılsamaya (illüzyona) dönüşmüştür. Onu tepe tepe kullanıyor: Üç beş koyunu güdemeyen, beceriksiz, sünepe, silik, alık, zavallı; üstelik terör yanlısı, bölücü vb. Doğrusu başarılı da oluyor. Sayın Kılıçdaroğlu ne denli zekice ve düzeyli bir siyasal edim sunsa da, bu olumsuz imge değişmiyor.
Genel başkanlığı döneminde Kılıçdaroğlu’nun en görkemli çıkışı sayılan “Adalet Yürüyüşü” için de. “Yürümelerine engel olmayacağız. Çünkü boşuna yoruluyorlar. Gelsinler Meclis’te arasınlar haklarını”. Son olarak da, Sayın Kılıçdaroğlu’nun Muharrem İnce’yi Cumhurbaşkanlığı'na aday göstermesi olayında Sayın İnce’nin kendisini ziyareti sırasında Erdoğan şöyle dedi ona: “Aday göstermekle, 'Bay Kemal' kendisine rakip olmayasınız diye sizi harcadı” (Aynı şeyi daha başta ben de düşünmüştüm. Çünkü her şeyden önce, kendisini kürsüye çağırırken, bırakın aralarındaki tatsız çekişmeyi, “Gel bakalım Muharrem!” biçimindeki küçümseyici seslenişinden belliydi. Muharrem bey de Erdoğan’a şu yanıtı verdi: “Kemal bey asıl sizi harcadı, çünkü ben Cumhurbaşkanı olacağım, siz gideceksiniz”… Hep Erdoğan’ın dediği çıktı. Onu güçlü, CHP’yi güçsüz kılan da budur.
Kılıçdaroğlu’nun derdi ülküsel ya da saltık (mutlak) bir muhalefet sunmak diyeceği geliyor insanın: Parti içi sözde demokrasi, tartışmalı önseçim, işlemeyen kadın kotası, olmayacak duaya amin türünden önergeler, protokolde boy göstermeler, taziye ziyaretleri, vb. Öyle bir demokrasi ki, alt tarafı güdümlü delege kitlesi, üst tarafı dediğim dedik merkez yönetimi; nasıl oluyorsa, en deneyimli, en donanımlı Atatürkçü aydınlar meclis dışına itilirken, gerçek parti politikasını taşımayanlar milletvekili yapılıyor.
Gelelim Kılıçdaroğlu ile İnce çatışmasına ve buna yönelik yorumlara. Kimileri bunun yersiz ve zamansız olduğunu öne sürüyor. Tıpkı her başarısız seçim öncesinde yapıldığı gibi… Çünkü, onlara göre, CHP içinde köklü bir değişiklik yapılmadıkça İnce de fazla bir şey yapamaz. Daha da ileri giderek onu ağır biçimde eleştirenler oluyor.
Doğrusu ben de Muharrem İnce’nin devlet adamlığını göklere çıkaracak değilim. Ama onun Cumhurbaşkanı adaylığı sırasında, kitleler üstünde yıllardır özlemi çekilen o coşkuyu yaratması başlı başına olumlu bir gelişmedir. CHP yönetiminin yapamadığını tek başına yaptı.
Bu partinin en öncelikli sorunu örgütsel yapısı ve kurallar dizgesi değil -ki bu konuda CHP Türkiye’nin en donanımlı partisidir- kitlelere seslenişindeki tutukluğudur, onları inandırmadaki yetersizliğidir. Devrimler konusundaki çekingenlik ya da isteksizliğini düşünmek istemiyorum. Bu, ağır bir suçlama olurdu. Ama tepesindekilerin yetersizliğini bütün gücümle haykırabilirim.
Yeter ki Atatürk düşmanı ABD güdümünde olmasınlar!