Ortadoğu’da savaş “Tamtamları” hızla yükseliyor. İsrail’in Gazze’ye saldırısı ile yürütülen soykırım harekatı, Lübnan, Ürdün, Suriye, Irak ve İran’ı da kapsayacak bir gelişme sürecine girdi. Buradaki gelişmeleri anlayabilmek için ABD’nin kuruluş aşamasından bu güne kadar gelen olayları iyi irdelemek gerek.
Boston’da İngilizlere karşı “Çay Partisi” diye adlandırılan baskın ile başlayan kuruluş aşaması, Kızıldereli soykırımları ile başlatılan batıya açılım, Kuzey-Güney Savaşı ile şekillenen Amerikan coğrafyası, 20. yüzyılın başlarında Başkan Monreo’nun adıyla anılan “Amerika Amerikalılarındır” sloganı ile kıta üzerindeki egemenliğini ilan etmesi, Alaska’yı Rusya’dan para ile satın alması ile tamamlandı.
Birinci Dünya Savaşı’nda “Kuzen” olarak nitelendirdikleri İngiltere’ye lojistik destek vererek katılan Amerika, savaş sonrası yapılan barış görüşmelerine de gözlemci olarak katıldı. Almanya ile yapılan görüşmelerde etkin olan Amerika, Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde de önemli bir rol aldı.
1929 ekonomik krizinden sonra Başkan Rooswelt’in yenileşme programı işsizliği giderme, her sektörde üretimi artırma yaklaşımı, Japonların Pearl Harbor baskını sonucu gelişen savaş sanayi, Hitler’den kaçan Yahudi Alman bilim adamları sayesinde doruk noktasına ulaştı. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ile bunu perçinledi.
Savaş sonrası Marshall yardımı ile başlatılan dünyaya etkin olma girişimleri IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarla geliştirilirken 1944’te Bretton Woods anlaşmasıyla altın onsunu dolara bağlayarak küresel bir ekonomik güç sağladı.
Yalta konferansında Stalin ve Churcill ile dünyanın paylaşımında anlaşan Amerika, iç tüketiminde her sektördeki talepleri karşılamak ve bunları artırmak için çeşitli yöntemler kullandı. Misyonerler aracılığı ile çeşitli ülkelerde eğitimden sağlığa, silah sanayiinden tarıma kadar geniş bir alanda etkin noktaları ele geçirdi. 1960’lı yıllarda Jean Jack Schreber, “Amerika Meydan Okuyor” başlıklı kitabında muzdan kahveye, demir çelikten petrole ve buna benzer gereksinim duyduğu her şeyi elde edebilmek için siyasal, ekonomik, sosyal mekanizmaların tümünü kullanmış ve bunları uygulayacak kişileri belirleyerek amacına ulaşmaya çalıştığını, çoğu zamanda darbeler yaparak başarılı olduğunu görürsünüz.
***

Zamanın akışına göre BM, OECD, NATO gibi uluslararası örgütleri de arkasına alarak “Önce Amerika” hedefine ulaşabilmek için Vietnam’dan Afganistan’a, Irak’tan Şili, Küba ve Güney Amerika ülkelerine gerek darbe yaptırarak gerek kendi silah gücü ile müdahale etmekten çekinmemiştir. 1974’te Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski’nin ‘2040 yılına kadar petrol ve su yataklarını kontrol altında tutmalıyız’ tezini benimseyen ABD yönetimi bu tarihten itibaren Ortadoğu ve Orta Asya’daki etkinliğini artırma yolunu seçmiş, Irak’a müdahale etmiş, Kafkasya’da ‘Sarosvari’ girişimlerle etkili olmaya çalışmıştır. Her yaptığı bu tür hamlelerde arkasında yeni terör örgütleri bırakarak çıkmıştır.
Ukrayna-Rusya savaşını, 53. Eyaleti olarak gördüğü İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımı, Lübnan, Suriye, İran ilişkilerini bu açıdan değerlendirmekte yarar var.
ABD’nin amaçlarını gerçekleştirmek için rakip olarak gördüğü tek ülke Çin. Çin’in de başta İran olmak üzere Körfez ülkelerinde petrole ve bunu sağlayacak yollara gereksinimi var. Doğal kaynakları elde etme savaşı içinde olan Çin’i gelişmeler yakından ilgilendiriyor.
“Amerika First” sloganı ile Başkanlık seçimine giren Trump’un eli güçlenirken Biden elindeki olanaklarını iyi kullanmaya çalışıyor. Kavga ve savaş Amerika’nındır. Amerika’nın izlediği politikalar dünyadaki sorunları beraberinde getiriyor.
Türkiye’yi ilgilendiren kısım ise “FETÖ”nün niçin iade edilmediğidir.