Doğmak kadar doğaldır ölmek de. Kimse kalmamış ki “ilk günden” bu güne. Öyle ya da böyle. Bazen “beklendiği” gibi bazen de ummadığın zaman çıkacak karşımıza.

Ölüm “kayıp mı” diye sorsak, galiba “unutulmadığı” sürece ölenler “yaşıyor” diyebiliriz. Peki “unutturmayan” öldüğünde ne olur?

İşte orası muamma…

İzmir öyle bir evladını yitirdi ki…

Özellikle son 40 yıldır her adımında, her söyleminde, her satırında dikkat çekti. Çok sevildi, hep arandı.

Önümüzde 9 Eylül var mesela. Sevgili Cem Üsküp, babası rahmetli Şeref Üsküp’ten aldığı mirası, tek başına yıllardır yaşatıyor. Beyler Sokağı’ndaki “Hür Efe” önünde yıllardır 9 Eylül, ilk günkü gibi “kutlanıyor”. Çevre ilçelerden gelen efelerle, kurtuluş coşkusu en doğal şekliyle yaşanıyor. Ama o geleneksel hale gelmiş törenin “baş efesi” bu yıl olmayacak. Sevgili Sancar Maruflu bu yıl, Cem’in başına taktığı “efe başlığı” ile sokağa giremeyecek.

O “efe başlığı” bu yıl mahzun ve üzgün bakacak sokağa.

Öldü Sancar Maruflu. Onu en anlamlı yazan Okan Yüksel usta da mahzun… Son yıllarda o kadar birlikteydiler ki…

Sancar babamı ben İzmir’e döndüğüm 1993’de tanıdım. Ama 2002’de İzmir TV’de başladığım “Sabah Resimleri” sırasında benim kılavuzumdu hep Sancar Baba.

İzmir’de bayram sevinçleri, fuar günleri, 9 Eylül coşkusunu hep Sancar Baba’dan öğrendik biz.

O “halkla ilişkileri” halka dokunarak yaptı. Plaza tipleri gibi halkla ilişkileri “halkla çelişkilere” döndürmedi Sancar Maruflu. Çünkü “halk” onun için, içinden çıkmakla gurur duyduğu topluluktu. Şimdilerde kendilerine “halkla ilişkilerci” deyip “ben çamurlu sokakları, sümüklü çocukları sevmem” diyen karışık kültürlü, komprador ruhlulara hiç benzemedi. O katıksız İzmirliydi… Karşıyaka’dan Bornova’ya, Kemeraltı’ndan Kordon’a o adım attığı her karış İzmir toprağında, hep gurur duyarak çalıştı.

Kan kusarken kızılcık şerbeti içtiğini söyledi durdu. 2000 sonrası o kadar çok hançer yedi ki sırtına… Türkiye’nin ikinci kurumsal “halkla ilişkiler” şirketini kuran, İzmir’in hikâyelerini hatmetmiş bu anıt adama öyle şeyler söylediler ki… “Devri kapandı, yöntemleri eskidi, çağa ayak uyduramıyor…” Neler neler… İzmir’in “gizemli” ve “karanlık” elleri, onu İzmir’den koparmak için öyle çalıştılar ki… Fuar’ın Basmane kapısından Kemeraltı’na gitmeyi bilmeyen “çakma monşerler” İzmir hakkında atıp tutarken o, belediye otobüsüne binip “fuarı korumaya” çıktı. İzmir sermayesi tümden İzmir aidiyetini kaybettiği, her medeti İstanbul’dan beklediği için Sancar Maruflu da “bedel ödemek” zorunda kaldı; fakat yılmadı.

İnanın onunla dakikalarca yaptığım telefon görüşmelerini unutamam. Özellikle “9 Eylül kokulu Fuarımız” için çok kahırlandı. Bunu her yerde, her platformda, sosyal medyada açık açık söyledi.

APİKAM Kent Kitaplığı’ndan yakın zamanda yayımlanan, Sibel Önbaş’ın “Bir Zamanlar İzmir’de Halkla İlişkiler 80’li 90’lı Yıllar” kitabına yazdığı “önsöz” galiba Sancar Babamızın son önsözü oldu. Sancar Baba “İzmir’de efkârı umumiye ile münasebetler mesleği ve mütehassısları” başlıklı satırlarında bakın nasıl dokunmuş halka:

“Homeros’un yaşadığı; Herodot’un, Merkez Efendi’nin, Evliya Çelebi’nin hakkında çok güzel sözler söylediği; dünyanın en güzel kenti güzel İzmir’imizin iyi yürekli insanları için, mesleğinde yarım asrı aşmış bir iletişim stratejisti olarak düşünce ve hizmet üretmeyi, önce bir İzmirli olarak, sonra da halk yararına çalışan bazı sivil toplum örgütlerinin yöneticisi olarak, “halkla ilişkiler mesleğini” yaşantımın her alanında, yaşamımın en belirgin gereği olarak, ciddiyetle sürdürüyorum. Bu mesleği benimsemiş ben ve arkadaşlarım, yetmişli ve seksenli yıllarda bu mesleğin zorluklarını aşarak, çok zor günler yaşayarak başarıya ulaştık.”

Sibel Önbaş kardeşim kitabı yayımlandığında, sevinçle koşmuştu Sancar Baba’ya… Hastaydı o günlerde ama mutluydu da. O gün beni de aramıştı “İzmir Baba”… “Hasan Tahsin” derken o farklı vurgusu gitmiyor kulağımdan. Kitabın tanıtımına gelecekti. Salgın yüzünden yapamadığımız o toplantıyı şimdi onsuz mu yapacağız diye söylenip duruyorum.

Keşke İzmir düşmeseydi 100 yıl sonra yine o kibir oyunlarına…

Keşke İzmir’in çakma baronları, çocukluklarını hatırlayıp ihanet etmeselerdi doğdukları, doydukları kente…

Keşke İzmir, İzmir kalabilseydi de Sancar Maruflu’nun anılarını dinleyip düşünebilseydi.

Artık keşkeden başka bir şey denmez. Ölüm geldi mi sahne de iniyor.

Şimdi önemli olan “hatırlamak”. Bize sürekli hatırlatan, unutturmayan adam öldü. Bakalım biz onu hatırlamayı, ama dürüstçe hatırlamayı becerebilecek miyiz?

Tam bir yıl sonra 15 Ağustos 2022’de anlayacağız artık!

Allah rahmetini esirgemeyecektir Sancar Baba’dan, o “insan” gibi yaşadı, kibir çukuruna hiç düşmedi, paylaştı, dayanışmayı hep önerdi. Kitabını yazdığı “halkla ilişkileri de” yaşam biçimi yaptı hep. Nur içinde uyusun.

***

DEVLET MİLLETTEN BİLGİ SAKLAMAZ!

Adına mülteci, göçmen, sığınmacı ne derseniz deyin. Tehlikeli yanlışlar var ortada ve galiba aldıran da yok. Suriyeli, Afgan, Afrikalı nereli olursa olsun bahsettiklerimiz öncelikle “insan”. Ama açık söyleyeyim, emperyalist kafalar yine kafamızı karıştırıyor İzmir’de. Ve tehlike büyüdükçe, yerli yurttaşlar kaygılandıkça erkân-ı devlet sadece “bakıyor”.

Soruyorum. Kaç İzmirli milletvekili, İzmir’de kaç yabancı yaşıyor biliyor mu? Bu insanlar nerelerde, hangi semt ve ilçelerde yaşıyor, hangi koşullarda hayat sınavı veriyor biliyor mu?

AB’nin bilmem ne fonuyla okullar yapılmaya başlandı İzmir’de. Vatandaşın tepkisine bizzat tanığım. Çünkü bir okul da Bayraklı Manavkuyu’da Çamkıran pazaryerinin dibinde. Okul tanıtımlarındaki “Arapça” ibareler ciddi sorular yarattı. Bakıyorum iktidar unsurlarına, kaygı duyan soru soran benim gibi vatandaşları hemen “kışkırtıcı” diye suçlamalar. Bu kadar basit ve cahilce yaklaşıma şaşırmamakla birlikte, endişem de artıyor.

Başta hükümet üyeleri olmak üzere, İzmir Valisi, Emniyet Müdürü ve Milli Eğitim Müdürü'ne iki çift lafım var: Birincisi “mülteci, muhacir” kavramlarını gayet iyi bilirim. Üstelik kendimce İzmir tarihine de hâkim sayılırım. Siz bilmezsiniz ama İzmir’in son 150 yılındaki demografik değişimlerini de öğrendim, yazıyorum. Başta Alman ve İngilizler olmak üzere 100 yıl öncenin eli kanlı emperyalistlerinin Anadolu’ya kurdukları tezgâhı da, İzmir’deki kardeşlikleri bölmek için neler yaptıklarını da iyi bilirim. Ama sizi nezaketle ikaz ediyorum ki burası İzmir! Genlerinde, rüzgârında, güneşinde, suyunda, havasında, ekmeğinde o kadar çok sıkıntının izleri var ki… Vatandaşa doğru bilgi vermek zorundasınız! Manavkuyu’da, Bostanlı’da söyler misiniz kaç Suriyeli çocuk var? İzmir’de Suriyeli ya da Afgan veya Afrikalı yoğunluğun olduğu mahallelerde polis dâhil herkes uzaktan bakarken, Ankara’nın veya Avrupa’nın amacı nedir ki alakasız yerlerde zorla mülteci dayatması yapıyorsunuz?

Önce şu “milli tarih papağanı” sözde tarihçilerden uzak durup gerçekten objektif İzmir tarihi bilen akademisyen ve araştırmacılara sorun bir, 100 yıl önce neler olmuş İzmir’de?

Devlet, millete doğru bilgi vermek zorundadır. Unutulmasın devletin bekasının sigortası milletin selametidir. Milletin aklını bulandıranlar da tarihte hiç iyi hatırlanmaz.

Arapça ibareler neden var diye sorduk, apar topar silinmeye başlanmış. Buna ne gerek var? İzmir çok kültürlü yaşamayı hep lehine çevirmiş bir kent. Saklama, yok sayma hep akıllara başka şeyler getiriyor.

Bu konuda yazmaya devam edeceğim.

***

ŞİMDİDEN NOT ALIN

9 Eylül yaklaşıyor… “Kurtuluş ve Kuruluşun” ilk günüdür 9 Eylül. Son yıllarda bazı ruhsuzlar bu güne ilişkin saçmalasa da, İzmir için 9 Eylül yılın en aydınlık günüdür. Şimdiden söyleyeyim, daha sonra ayrıntı yazacağım. İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kent Tarihi ve Tanıtımı Daire Başkanlığı, APİKAM bünyesinde günün aydınlığını yansıtacak üç günlük etkinlik planlıyor. APİKAM bahçesinde yapılacak bu etkinlikte söyleşiler, filmler (ayrıca yazacağım, merak edin) ve en çok da kitaplar olacak. Başkan Tunç Soyer’in talimatıyla 9 Eylül ruhu da 9 Eylül kokan Fuar da Apikam’da gündem olacak. İZELMAN yayınlarının da olacağı etkinliklere şimdiden hazırlanın. Bir yandan Kültür Zirvesi diğer yandan Fuar ve APİKAM etkinlikleri derken Eylül, aydınlanmanın tüm ışığını İzmir’e yansıtacak.