Teknik direktörlüğün yüzde 70'i sosyal iletişimdir. Yalnız yüzde 30'u taktik bilgidir.. Bu söz, Bayern Münih'in 33 yaşındaki teknik direktörü, önümüzdeki 30 yıl antrenörlük dünyasına hükmedecek gözüyle bakılan Julian Nagelsmann'a ait. Bu kadar üst düzey bir futbol adamının, ast-üst arasındaki uyuma, motivasyona ne kadar önem verdiğini görmek kılavuz edilecek cinsten. Her iş dalına uyarlamak da mümkün. Bir patron, bilgisi ne kadar yüksek olursa olsun, çalışanlarıyla bağlantıları kopuksa, birikimlerini sağlıklı olarak aktaramaz. Altında çalışan kişiler de değil potansiyellerini ortaya çıkarmak, oldukları seviyenin bile altına gerilerler. İşe gelirken ayakları geri geri gider. Oysa modernleşmiş ülkeler eğitim sistemlerini ve çalışma ortamlarını eğlenceli hale getirmek, öğretmen-öğrenci, anne-çocuk ilişkisini sağlamlaştırmak adına eski kalıpların dışına çıktı. Popüler olan Finlandiya eğitim sisteminde ödev anlayışı ilkokul döneminde yoktur. Çocuklarda stres yaratacağı, gereksiz sorumluluk vereceği ve bu yüzden okuldan soğuma ihtimali belireceği düşüncesiyle, ödev anlayışı yerine bilgiyi oyunla birlikte aşılarlar. Dersleri eğlenceli hale getirirler. Çünkü bir çocuğun dikkati yalnızca 8 saniye sabit kalır. 9. saniyeden itibaren dağılır. Ama eğitimle birlikte oyunu desteklersen, öğrenimin verimi artar. Öğretmen ve öğrenci yeri geldiğinde oyun arkadaşı, yeri geldiğinde okul arkadaşı olur. Aralarındaki bağ, iletişim sağlamlaşır ve öğrenci okula koşa koşa gitme bilinciyle bilgileri sağlıklı bir şekilde almış olur. Finlandiya eğitim sisteminin kabaca özeti budur.

PATRON ARASINDAKİ MESAFE KISALIYOR

Peki çalışanın verimini artırmak için tabuları yıkan uluslararası şirketlerde iş ortamı nasıl? Ofis içinde dinlenme alanları, oyun odaları, bilardo masaları. Kafayı boşaltmak, yaratıcılığı artırmak için bir çok farklı yola başvuruyorlar. Finlandiya eğitim sistemi örneğinde olduğu gibi, çalışanla patron arasındaki mesafe kısalıyor. Dostluk artıyor. Ve onu bir öcü, emek sömürücüsü olarak değil, iş hayatını eğlenceli hale getirecek kadar uyumlu bir patron olarak görüyor ve buralarda da verim katbe kat artıyor. Özellikle her telefonda görebileceğimiz internet uygulamalarındaki şirketlerin ofis ortamı hep bu şekilde. Tabi gelişmiş coğrafyalarda erken eğitime verilen değer de şapka çıkarılacak türden. Küçük bir örnek. Norveç'te işyerleri, doğum yaptıktan sonra annelere 9 ay ücretli izin veriyor. Bebeklerin, gelişimlerine anne sevgisiyle başlamaları isteniyor. Onların sonsuz sevgisi ve dikkatiyle ülkelerine faydalı ve sağlıklı Norveçliler yetişsin diye. Babalar çocuk gelişiminde ne işe yarar demeyin. Annelerin en büyük destekçisi onlar değil mi? Babalara da 3 ay ücretli izin sağlanıyor. Çocuklar, babalarıyla büyüsün diye. Sadece akşamdan akşama gördükleri bıyıklı bir adam zannetmesinler diye. Aralarındaki sosyal iletişim gelişsin diye.

EURO 2020'DE GEREKSİZ BASKI VARDI

A Milli Futbol Takımı'nın başına geçen Stefan Kuntz'un da oyuncuları ile ilişkisi bu bağlamda umut veren cinsten. Sürekli tebessüm eden, çevresine pozitif hava veren Alman Hoca, bir kere oyuncuların üstündeki baskıyı kaldırdı. Taktik bilgisi ne olursa olsun, en büyük başarısı bu oldu. Artık futbolcuların yüzü gülüyor. Yeteneklerini daha rahat sergiliyorlar. Euro 2020'de üzerimizdeki baskıyı hatırlasanıza. Çağlar'ın, Merih'in, Burak'ın ayaklarını dahi kaldıracak halleri yoktu. Sürekli defansın arkasına adam kaçırıp kopya goller yememiz, fiziken ve taktiksel olarak Euro 2020'nin en kötü takımı olmamız, skor yazarları tarafından sadece taktiksel olarak açıklandı. Ama en büyük sorun iletişim eksikliği ve takımın üzerinde yüklenen gereksiz ağırlık olamaz mı? Kuntz takımı rahatlattı. Üzerindeki elektriği aldı. Takım elbise, ceket, gömlekle gereksiz disiplin ve ciddiyet yaratmadı. Üstüne kahverengi bir dede kazağı geçirdi. Uzun kabanla kombinasyon yapıp, babacan bir görüntü sergiledi.

TELEFONLA UĞRAŞMAK YASAK

Tesislerdeki Kuntz kanunları da çağın sosyal iletişimini yakalamaya gayret ettiğinin göstergesi. Takım yemeklerinde telefonla oynamak, konuşmak yasak. Onun yerine yüzyüze sohbet önemli. Gerek futbolcu arkadaşlarla, gerek antrenörlerle aradaki mesafelerin kısalması için çabalıyor. Arkadaşlığın pekişmesini istiyor. Takım, herkes yemeğini bitirmeden sofradan kalkmıyor. Alman antrenör bu şekilde takımdaşlık ruhunu futbolculara kazandırmaya çalışıyor. 3 maçtır takımın başında. Özellikle son karşılaşmada tamamen ruh halimizin sağlıklı hale geldiğini gördük sanki. Hatta bu yayılan pozitif hava diğer maçların(Norveç-Letonya, Karadağ-Hollanda) sonucuna bile etki etti. Tekrar Bizim Çocuklar ruhunu hissettik. Futbolcuların o sempatik, çocuksu hallerini gördük. Yine yanaklarını sıkasımız geldi. Şimdi bugün Dünya Kupası öncesi önemli bir maçımız var. Euro 2020'de gol yeyince teslim olan Türkiye'yi artık görmeyeceğiz. Bugün Karadağ maçında geriye düşsek bile maçı çevirecek, biz bitti demeden bitmez ruh halinin dirildiğine şahit olacağız. Ve yine bu yaydığımız pozitif havayla, Norveç'in Hollanda'yı yenmesini sağlarsak, ver elini direkt olarak Katar. Hadi ikinci olduk diyelim. 4 maç önce öldük bittik derken, Kuntz'un sadece güler yüzü sayesinde bile Play Off'a kalmayı başardık diyebiliriz. Çünkü böyle 1. sınıf, profesyonel oyunculardan kurulu takımlarda, taktik bilgi, zeka başarıya giden yolda küçük bir yüzdedir. Aslolan grup içinde aile olmaktır, tek yürekliliği sağlayabilmektir.