Her zaman diyorum ya, turist gelecek, çoklu geceleme yapacak, gezecek, gezecek, gezecek... Oturan veya yatan turistin bize faydası olmaz. Gezen turist, faydalı olan turist. Peki onu gezmeye nasıl özendireceğiz. İşte bugün de bunu konuşalım isterseniz.

Gezen turist, faydalı olan turisttir ama çok hızlı hareket de iyi değil tabii. Uzakdoğulu gruplardan bahsediyorum. Bir haftada jet hızıyla Türkiye turu yapıyorlar. Otelde kalıyorlar mı? Evet. Şehirde dolaşıyorlar mı? Hayır. Peki bu turizmin kime faydası var. Sadece tur operatörüne. Bu tür “doldur-boşalt turizmi” yapanlar sayıdan kazanıyorlar. Kişi başı 20 $ kazandın, çarp 50 bin turistle, yaptı mı sana bir milyon dolar. Allah bereket vesin. Para kimin cebinde? Bir kişinin. Otelci, taşımacı para kazanmıyor mu? Öldürmeyecek kadar, serum niyetine.

Bir dönem ben de bu tür kış operasyonlarında rehber olarak çalıştım. Turistler yerleşim yerlerinden uzakta konaklar. Çıkıp dolaşma, alışveriş yapma şansları olmaz. Alışveriş ihtiyaçları, yani hediyelik eşya vs., gidilen büyük mağazalarda karşılanır. Halı, deri, kuyum, çanak çömlek, lokum, hediyelik eşya mağazaları sadece bu gruplara hizmet verecek şekilde düzenlenir. Fiyatları da öyle. Burada bulundukları kısa süre içinde, eğitilmiş tezgahtarlarca en fazla mal satın almaya, neredeyse zorlanırlar.

Çin işi hereke halısı

Bu tür ticaretin olduğu yerde sorunlar da sık sık ortaya çıkar. Dürüst mağaza ve satıcıları ayrı bir yere koyarsak, Çin'den gelen Hereke(!) ipek halıları, pırlanta yerine zirkon taşlar, daha neler neler. Evet yanlış duymadınız, ünlü Hereke halılarımız, ipeği ile, yünü ile, Çin’de ve Hindistan’da dokutuluyor. Türk kadınının el emeği, göz nuru diye yabancılara satılıyor. Acı ama gerçek.

Dava konusu

Avrupa’da değişik ülkelerde açılmış binlerce dava var bu konuda. Aldatılmış turistler TV kanallarına bile baş vurup, bu sahtekarlıkların ortaya çıkarılmasını istemişler. Bu televizyon kanalları da muhabirlerini yollayıp, gizli kameralarla bu mağazalarda çekim yaptırıp, bangır bangır televizyonlarda yayınladılar.

Bu mudur şimdi turizm? Övündüğümüz, umudumuzu bağladığımız turizm. Gazoz kasası taşır gibi turistleri gezdireceksin, mağazalardan komisyon alacaksın diye fiyatlar sekize katlanacak. Müşteri aldığı halısını, mücevherini sigorta yaptırmak için ekspertiz yaptırdığında, sahtekarlık ortaya çıkacak. Para senin cebine girecek, sahtekarlık yaftası Türk milletinin alnına yapışacak. Bu mudur turizmden anladığımız?

Tekrar ediyorum, düzgün, dürüst çalışan acentaları ayrı bir yere koyuyorum. Ama bu tür alavere-daleverelere hiç mi hiç ihtiyacı yok bu ülkenin. Her alanda zenginliğimiz var. Tarih, doğa, gelenek-görenek, kültür, bereket, insan... İnsan ya, böyle genç, yetenekli, kıvrak zekalı, güzel genç insanlarımız var. Bunlara kısa zamanda köşe dönmeciliği öğreteceğimize, neden turizmin doğru yollarını öğretmeyiz?

Kültür zengini ege

Şimdi gelelim İzmir’e. Ege Bölgesi Arkaik dönemden başlayarak, özellikle Helenistik ve Roma dönemlerinde önemli yerleşimlere sahip olmuş ve bu kentlerin kalıntılarının bize miras olarak bırakıldığı bölgemiz. İster felsefe deyin, ister sanat, isterseniz sağlık. Tarihi biraz eşelediğinizde bunların köklerine rastlıyorsunuz. Ama eşelemek gerekiyor. Yani araştırıp, okuyup, öğrenmek. Avrupa’nın, Amerika’nın sahip olmadığı bu kökler onların da çok ilgisini çekiyor. Kimisi çok bilmek istiyor, kimisi de az. Ama hepsinde bir merak var. İşte bu merak bize gezen turisti kazandırır.

Ama herkesin algılama şekli ve ilgi derinliği farklı olduğu için, sizin bu kültürel değerleri kişiye veya ilgi gruplarına özel hazırlamanız ve sunmanız gerekir. Hani anneler bazı yiyecekleri çok sevmeyen çocuklarına, doğru beslenmeleri adına bir şeyler ile karıştırıp verirler ya. İşte tam da böyle. Kültürel değerlerimizi çekici mama haline getirip sunmak. Bu da sizin kıvrak zekanıza, profesyonelliğinize kalmış.

Tur fakiri İzmir

Bundan 4-5 yıl öncesine kadar, İzmir turu deyince akla sadece bir tur gelirdi, evet sadece bir tur. Kadifekale’den başlar, Agora gezilir, Saat Kulesi'nin orada fotoğraf molası, Hisarönü’nde serbest zaman ve zaman kalırsa Asansör. Tabii şehir dışına yapılan turlar farklı bir şey. Ben İzmir şehir içinden söz ediyorum.

Bu kadar zengin, eski kültürü olan, üstelik bir liman kenti, üstüne üstlük Osmanlı’nın dünyaya açılan penceresi olmuş yüzyıllarca. Bu mudur böyle bir şehirde turizmin, turun hepsi? Tabii ki değil. Hani yukarıda yazdım, her zaman da yazıyorum ya, biz aşırı rahat, mirasyedi, hazırlöpçü bir toplumuz. Bekliyoruz, armut pişsin, ağzımıza düşsün. Elin İngilizi, Fransızı, Almanı yüzyıllar önce gelmiş, buraların tarihini, coğrafyasını, kültürünü araştırmış, kitaplar yazmış.

Neden araştırmayız?

Biz elimizin altındaki bu değerleri, hele bir bakalım, neymiş bunlar diye araştırma zahmetine girmemişiz. Hadi diyelim harp oldu, darp oldu yapamadık. Elimizin bolardığı, olanaklarımızın çoğaldığı bu zamanda da bunu yapmıyoruz. Bireysel hareketleri ayrı koyarsak, genel anlamda böyle bir hareket var mı? Var diyen bir adım öne çıksın.

İşte turizmimiz de bundan nasibini almış. Biri bir tur planlıyor, on kişi ondan kopyalayıp yapmaya çalışıyor. Taklitçilik almış başını yürümüş. Kopyaladın da, üzerine bir tuğla da sen koy bari. Olmaz, çalışırsa incileri dökülür.

Konuşmaya gelince, lafı kimseye bırakmayız. İzmir’in yemek kültürü şöyle, tarihi değerleri böyle. Biraz eşele, altı kaya. Yani derine inemez. Okumamış, araştırmamış çünkü. Kendi kültürünü tanımıyor. Malzemeyi tanımayınca, ondan yemek yapmak da mümkün olmuyor. Ege’de gastronomi turizmi diye atıp tutanlar, on tane ot ismi say desen sayamaz. Bunlardan hangi yemekler yapılır desen bilemez. Futbolcuları biliriz, artistlerin aşklarını biliriz, kimin kiminle olduğunu takip ederiz de, işimizin gereği olan bilgiyi bilmeyiz.

Aslında tur çok

Kemeraltı Tarih ve Lezzet Turlarını 7-8 yıl önce başlatmıştım. İnsanlar çok garipsedi önceleri. Ama çok da güzel oldu. Yıllardır yüzlerce kişiye bu turu yaptım, memnun ettim. Madem İzmir’de yapacak tur yok, “Öykülerle Bornova”yı nereye koyacağız, ya da “Atatürk’ün İzmir’i”ni. “Alsancak’tan Konak’a Yürüyerek Kordon Turu” olmasın mı? Ya da “Martılarla İzmir Körfez Turu”. İzmir’in kadınını ve kadına bakışını anlatan “Kadın İzmir”i yapmayalım mı, “Gizemleri ile Basmane” turu da olmayacak o zaman. “Kültürpark Turu” da yapılamaz o zaman, kuşunu, ağacını, çiçeğini anlatan. Bir zamanlar Türkiye’nin eğlence merkezi, Uluslararası Fuar'ın, yangın yerinin küllerinden doğuşunu. Çocuklarımıza güvenli bir ortamda gezerek bunları anlatamaz mıyız?

İnançtan yola çıkarsan güzelim camilerimizi, kiliseleri ve musevi mirası havraları da anlatabiliriz o zaman. Hiç ama hiç zorlamadan en az 15 değişik tur yapabiliriz İzmir’de. Daha gastronomiye girmedik bile. Yeme-içme turları, mutfak atölyeleri, şarap, zeytinyağı eğitim ve tadımları, uzar gider bu liste...

Oturan değil, gezen turist

Bize oturan değil gezen turist lazım dedik başta. İşte siz alt yapısını yaparsanız, o da bunları deneyimlemek ister, turlara katılmak ister. Zaten gelişinin amacı merakını gidermek. Hareket noktası bu olunca, tabi ki gezecek, tabi ki para harcayacak. İşte herkesi memnun edecek formül bu. Düzgün işler yapmak, misafirleri memnun etmek, karşılığında da daha fazla kazanç elde etmek.

Bunun için kültürel değerlerimizi araştıracağız, öğreneceğiz, kullanacağız. Müzeler yapacağız, mutfak müzesi mesela, sağlık müzesi, İzmir’e yakışan bir arkeoloji müzesi yapacağız. Başka çekim merkezleri yapacağız, butik müzeler gibi. Deneme mutfakları oluşturacağız, gastronomik değerlerimizi tanıtmak için. Festivaller yapacağız yerelde, ama abartmadan. “Enginar festivali” yapıp, enginarı kamyon kamyon İskenderun’dan getirmeyeceğiz mesela. İçinde ot olmayan, tekstil satılan “Ot Festivalleri” yapmayacağız. Yapacağımız festivalleri de birbiri üstüne denk getirmeden ve uzun zamana yayarak yapacağız ki, yerel halk bundan sebeplensin.

Yine “kapıldım gidiyorum, turizmin rüzgarına” diyerek o güzel şarkıya gönderme yapalım ve bu haftaki yazımıza noktayı koyalım.