Orhan Veli’nin şu kısa şiiriyle başlıyorum yazıya:

SOL ELİM
Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!

Haftada bir gün yazınca, çoğu kez uzun soluklu işlemek istediğim konunun ipi kaçıyor (Doğrusu daha sık yazmak gibi bir eğilimim de yok, yeteneğim de…) Örneğin Öztürk Yılmaz’ı ihraç girişimine karşı büyük tepki duyanlardan birisiyim. Bu konuda yazdığım yazıların ikincisini gazeteye gönderdikten hemen sonra, sayın Yılmaz partiden ihraç edildi ve o konu üstüne geriye bir bardak su içmek kaldı.
Anlaşılan, öylesine bir ahkam kesiyormuşum ki, sanki CHP yetkilileri eleştirimi satırı satırına okuyacak ve “Adam doğru söylüyor, biz attığımız yanlış adımdan hemen geri dönelim” diyeceklermiş gibi! Oysa “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış”. Bu da bir şey mi? Nice değerli gazeteci ve düşünürlerin aynı doğrultudaki eleştiri ve önerileri de havada kalıyor hep. Onlardan da, kulakları tıkalı CHP’ye karşı benzer hayıflanmalar yükseliyor. Yine imam bildiğini okuyor. Bu ilgilizlik ya da vurdumduymazlık konusunda tek avuntumuz, “tarihe not” düşmüş olmaktır. Aynı umutla, yeri geldikçe ben de aynı eleştirilerilere katılacağım.
CHP, sağın dilini kullanarak oradan oy alma yanılgısından kurtulamıyor, kurtulacak gibi de görünmüyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde, bir zamanlar partisi ve halk adına büyük başarı göstermiş, ama sonra da dizginleyemediği hırsı yüzünden, kazanımlarının meyvesini bir dinci partiye kaptırmış bir partili şöyle konuştu: “Partilerinden gelip aramıza katılmış olan arkadaşlarımız bizim canlarımız, ciğerlerimizdir”. Hadi bu bir bilmece dili olmasın, adlarını da belirteyim: Konuşan Murat Karayalçın; göklere çıkardığı iki CHP milletvekilinden biri Mehmet Bekaroğlu, öteki Abdüllatif Şener (olmalı). Oysa bu ikisi için CHP, kendi kafalarına uyan bir siyasal düşünce partisi değil, bir sığınaktır. Birincisi, daha önce Atatürk karşıtı sözlerinin anımsatılması karşısında sanki “söz ikrardan gelir” der gibi, hiç ses çıkarmamış; ikincisi ise kurduğu parti başarı gösteremeyince ortada kalmıştır… Murat beye gelince, Ankara’nın genç bir Belediye Başkanı olarak, Ankara Metrosu ile Ankaray’ın alt yapısını kurduktan sonra, bu işin sonunu getirmeden, milletvekilliğine atlamıştır (Şimdi tersi oluyor!). Ankara Belediye Başkanlığı'na yeniden aday olduğunda da, bu kez bir kardeş partinin (DSP’nin) başarılı Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen, onun karşısında ikinci bir aday olmuştur. İkisinin aldığı oy toplamı seçimi kazanmaya fazlasıyla yetiyorken, aradan sıyrılıp çıkan Melih Gökçek, yirmi yılı aşkın bir süre (kovuluncaya değin) o koltuğa yapışıp kalmıştır. CHP’nin devreye soktuğu ülkücü Mansur Yavaş da işe yaramadı. Tıpkı dinci Ekmeleddin İhsanoğlu gibi… CHP yöneticileri, yalnızca kendi özgün niteliğini belirleyen sol düşünce ve ilkelerine değil, gerçek CHP’li üyelerine de güvenmiyor. Hep yaptıkları gibi, diyecekler ki “Aman CHP aleyhine bir şey söylemeyin. Çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Önümüzdeki seçimler son fırsat, “köprüden önce son çıkış”…
Bakın bayanlar ve baylar, sizleri içtenlikle eleştirenler, her şeye karşın CHP’ye oy vereceklerdir; onlar sizden daha CHP’li, özellikle de daha Atatürkçü, daha devrimci, daha solcu. Öykünmeye çalıştığınız dinciler, kedinin fareyle oynadığı gibi onuyor sizinle. Sizler, halka değil, tıpkı sempozyum katılımcılarına seslenir gibi ahkam kesiyorsunuz, işe yaramıyor. Olsun: Gerçek Atatürkçü kitleler yine de oylarını CHP’ye verecektir; ama siz istediğiniz için değil, kullanılmayan CHP oyları Atatürk düşmanlarının işine yaramasın diye! Boşuna onları boğuntuya getirerek kandırdığınızı sanmayın.
Keşke kendinizi de kandırmasanız!