Işıklar içinde yatsın: İki binli yılların başında Mehmet H. Doğan’la birlikte, şiirle ilgili bir televizyon izlencesine katılmak üzere, iki günlüğüne İzmir'den İstanbul'a bir yolculuk yapmıştık. Birbirimizi öteden beri tanıyor olmamıza karşın, bu denli uzun soluklu birlikteliğimiz olmamıştı. Bir ara ona “Mehmet bey ben sizin Ankara'da yaşadığınızı sanıyordum. Ama daha çok İzmir'de karşılaşıyoruz” dedim. “Herkes öyle biliyor ama ben nerdeyse otuz yıldır İzmir'deyim ve kendimi İzmirli sayıyorum” dedi. Söyleyiş biçimine bakılırsa, bununla övünüyordu.
Artık benim de İzmir yaşamım yirmi beş yılı geçince, sayın Doğan'ın bu sözünü anımsarken, “acaba ben de mi kendimi İzmirli saysam?” diye geçiriyorum içimden. Ama böyle bir savda bulunamasam da, İzmir'de yaşamanın tadını çıkarıyorum,
1969-1982 yılları arasında, yani gençlerin birbirine kırdırıldığı, kimilerinin de ipe çekildiği acılı dönemde (1975 sondası Hacettepe Üniversitesi'nde olmak üzere) Ankara'daydım. 1982-1993 yıllarında görev yaptığım Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'ndeyse, üniversitelerin üniversite olmaktan çıktığı süreçte, 12 Eylül faşizminin ve yeni kurulmuş olan Y.Ö.K.'ün ağır baskısı altında büyük acılar çektim. Bu havayı yaratmada, kraldan çok kralcı geçinen izansız yöneticilerle onların yardakçısı sözde akademisyenlerin payı çok büyüktü. Her türlü faşizmi ayakta tutan da bu değil mi zaten?
İşte bu ruhsal yapı içinde İzmir'e taşınmak, yaşamımın dönüm noktası oldu. Özgür ve mutlu bir ortama yeniden doğmuş gibi duyumsadım kendimi: Bütün ilerici örgüt ve etkinliklere sıcak katkılar sağlayacaktım; gazete ve dergilere (özellikle Cumhuriyet'e, değişik dil ve sanat dergilerine, vb.) yazılar yazacaktım. Bunları epeyce gerçekleştirdim. Üniversite içinden ve dışından kimi arkadaşlarımla birlikte, yeni yeni yayılmaya başlayan CUMOK’u İzmir’de de canlandırmaya ve geliştirmeye çalıştık (Ne yazık ki Cumhuriyet’te bizlere uymayan değişimin ardından, CUMOK da silinip yok oldu); değişik ortamlarda açık oturumlar düzenledik, benzeri etkinliklere çağrıldık, vb.
Bu arada, Prof. Dr. Çetin Yetkin’in Antalya’dan yayımladığı “Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk” dergisinde sürekli yazı yazmayı sürdürürken, sık sık İzmir’in aydınlık ortamından söz ediyor, katıldığım etkinlikleri özetliyordum. Örneğin bir kezinde “Türkiye’nin güneşi batıdan, yani İzmir’den doğuyor” diye yazmıştım. Geçtiğimiz aylarda aynı savsözü İzmir Anakent Belediyesi’nin de kullandığını görünce, yaklaşık yirmi yıl sonra onlarla bir eşduyumu paylaşmak beni çok sevindirdi. Belki daha önce de aynı şeyi söyleyenler olmuştur. Ama önemli olan, İzmir’in bu betimlemeye uygun düşmesidir.
Sonuçta özlemlerimi İzmir’de dilediğimce gerçekleştirdiğimi sanıyorum. Ama yaşlanmanın verdiği tembellikten olacak, son yıllarda bu tür etkinliklere aynı sıklıkla katılamıyorum. Böyle olunca insan, güncelliğini yitirip unutuluyor: Günümüzde büyük bir ivmeyle yoğunlaşan bilgisunar (internet) ortamında tutunup öne çıkmak da her babayiğidin harcı değil.
Bütün bunlardan dolayı içimde oluşan boşluğu, “9 Eylül”de yazarak gidermeye çalışıyorum. Okuyanım varmış, yokmuş, düşünmeden... İyi bir televizyon ve “sosyal medya” izleyicisi olmadığım için de, kitaplardan ve gazetelerden kopamıyorum. Özellikle İzmir güncelliğini bu gazetede buluyorum. Yazılarını merakla bekleyip okuduğum yazarları var (Bir ayrımcılık olmasın diye adlarını anmıyorum). Senfoni, opera, tiyatro, kısacası her türlü sanat etkinlikleri... Özellikle de ilgilenenler için geniş spor haberleri…
Bunları yazarken kendimi över gibi oldum belki, ama övgülerim, yalnızca İzmir’e yöneliktir. Çünkü burada yasa ve yönetimlerin bağışladığı değil, yörenin toplumunca zamanla edinilmiş aydınlık kültürün bireylere (ve bana) sunduğu doğal bir özgürlükten söz ediyorum.
Ayrıca günümüzde “İzmir’in dağ çiçekleri” bütün Türkiye’yi İzmirleştiriyor!