“Adamın birisine büyük bir miras kalmıştı. Bitmez diye düşünerek, har vurup harman savurdu. Allah'a yalvarmaya başladı:
-Ben ettim sen etme, bir daha bana servet verirsen, müsrif olmayacağım.
Adam o kadar tazarru (içten yakarı) etti ki; Yüca Allah, ona:
-Sen Mısır'a git; aradığın şeyi orada bulacaksın.
Adamcağız, binbir güçlükle Mısır'a vardı. Orada rastladı birisi ona, buralarda ne aradığını sordu. Bizimki, olup biteni aynen aktardı. O kişi:
-Bre adam, dedi, “bunun için taa buralara kadar gelinir mi? Bana da her gece rüyamda ak saçlı bir adam, İstanbul'da bu adreste define var” diyor da ben gitmiyorum!
"Meğer Mısır'lının söylediği, bizim hazine arayan adamın evinin adresi değil miymiş?”
(Mevlana, Mesnevi)

***

Başta turist rehberliği öğrencilerim olmak üzere, define avcıları öykü anlattıkça; çoğu kişi
-Bunları anlatan bir kitap yazsana, der durur. Yanıtım şu olur:
-Gazeteler artık pehlivan tefrikası yayınlamıyor.
Şundan ki: Eskiden, gazetelerimizde pehlivan hikayeleri yayınlanırdı. Haftalar değil, aylarca sürerdi bu yayın. Bir güreşin yedi sekiz günde anlatıldığı olurdu. Define öyküleri de, birkaç cilt tutar. 1970 yılında üstün insan Hüseyin (Baradan) ağabeyle hafta sonları röportaj avına çıkardık. İki günde öyle konular devşirirdik ki; hafta boyunca yaza yaza bitiremezdim. Bir seri röportajımın başlığı “Meteliksiz Milyarderler” idi. (Bu arada, “Hoca sen bu gömütlerin yerini biliyorsun; bana söyle, ne bulursak yarısı senin” diyenler olmuyor değildi.)

Madem bu kadar ısrar ediliyor; birkaç define masalı sunayım size:
Turgutlu'da A. B. adlı ünlü bir defineci, dedektörle sinyal aldığı yeri kazdı: Ne buldu beğenirsiniz? Birkaç yıl önce kendi döşediği metal boruları.
Aynı hayal avcısı, bizzat savcıdan aldığı izinle, o savcının evini yıktı; sonuçta avcunu yaladı tabii.
Gökova'da Ü. Hafız Hoca, limonlu vokta içerken, Kara Osman'ın oğlu Yusuf geldi:
-Hocam, dedi, Asar altındaki bir inde büyük bir gömü var ama, cinler, şeytanlar bekliyor. Ne zaman kazmayı sallasam içerden çığrınıyorlar (feryad ediyorlar); gel oku üfle de şu hazineyi bulalım, yarısı senin.
Ü. Hoca, votkasından bir yudum çekti; Asar altına gittiler. Hoca okudu üfledi, cinleri, şeytanları dağıttı. (Anlamışsınızdır; Yusuf'u korkutan cinler şeytanlar, o mağarayı mesken tutmuş yarasalardı.)
Belevi yakınında, “Tulum Kale” denilen bir Helenistik kale var. Orayı bir doktorumuz satın aldığı için halk arasında “Bekir Urfalı Dağı” olarak anılır. Ne zaman gitseniz, ellerinde dedektör, define arayan hayalperestler görürsünüz. En çok ne bulurlar biliyor musunuz? At nalları, babaya gemi bağlama halkaları ve çiviler.
Bir çiftçi, ölüm döşeğindeyken oğullarına:
-Evlatlarım, ben tarlamıza bir hazine gömdüm; çapalayın, sürüp kazın, onu bulup...
Oğullar, büyük bir hevesle tarlayı sürüp işlediler ve bolca ürün aldılar. (Alın teriyle kazanılan nafakadan daha değerli hazine olur mu?)
Anadolu bir höyükler ve tümülüsler cennetidir. (Yığma mezarlara tümülüs, üst üste kurulmuş kent yığıntılarına höyük denildiğini hepiniz bilirsiniz.) Sadece Salihli-Akhisar arasındaki “Bin Tepeler”de 100'e yakın tümülüs, Hatay'ın Amik ovasında 200 kadar höyük olduğunu anımsatayım. Türkiye'de Herodot'un “Piramitlerden görkemli” dediği Alyattes tümülüsü 63 m; Bintepeler'deki Gyges, Bergama ovasındaki Yığma Tepe, Gordion'daki Midas ve Nemrut doruğundaki Antiokhos tümülüslerinin her birinin 50 m yüksekliğinde.
Adını andığım Bergama'daki Yığma Tepe'yi tepeden açmak için dinamit patlatan üç kişi ne oldu dersiniz? Maalesef! Uşak'ta bulunan Karun (Kroisos) Hazinelerinden bir parçayı -nefsine yenilip- para karşılığında başkasına veren (!) Müze müdürünün acıklı sonunu yazmayayım.
Devasa bir heykelin yazıtı şöyleydi:
“Hazinem gölgemdir”
Define avcısının biri, gömüyü bulacağım diye; heykelin sabahları fersah fersah uzadığı batıdan, akşam üstleri bir o kadar uzandığı batı uç noktasına kadar kazdı(r)dı. Mafiş!
Sinirlenip:
-Hey sana da, hazinene de, diyerek kazmayı heykele bir indirdi ki; “şarrr”, emsali görülmemiş altınlar dökülüverdi heykelin “gölge”sinden...

Laf aramızda; ben, Türkiye'nin dış ticaret açığını kapatacak hazinelerin yerini biliyorum. Sizden kıymetli mi, işte söylüyorum:
- Milletçe iş ve güç birliği yaparak çalışırsak, dünyanın en müreffeh ülkesi oluruz.
Alın size; 1962 yılından beri aklımda tuttuğum bir düşsel şiir:

BÜYÜ
Şeytan dağındaki mağarada
Duydum, Büyücü bir kadın yaşarmış,
Aşka inanmayan taş kalplileri
Büyüler, kara sevdalı yaparmış

Yüreğimde yenilginin acısı
Yollandım Şeytan dağına
Az gittim, uz gittim derken bir akşam
Vardım büyücünün mağarasına

Dedim ki: Bir halden bilmeze düştüm
Al bütün varlığımı
Bir büyü yapta anlasın
Sevdanın ne yaman şey olduğunu

Üç ay, üç yıl bekledim
Bir kuşluk vakti çalındı kapım
O kendini beğenmiş deli-dolu kız
Ne hallere düşmüştü Allah'ım?

Kara gözlerinde şimdi
Kara gecelerin çilesi vardı;
Ağladı, kapandı ayaklarıma:
-Sev beni, sev diye yalvardı.

-Git dedim, istemiyorum artık
Biraz da sen öğren ağlamasını
Geceler boyunca duy bir yol
Yalnızlığın kahreden acısını

İnanmayın dostlar inanmayın
Ne büyü var ortada, ne de büyücü,
Yıllar kendimi avutmak için
Uydurdum bu yaşanmamış öyküyü.
(Erdoğan Alkan, Eylül Çalgıcısı)