İnsan, doğduğu andan itibaren öğrenmeye başlar. En güzeli de şu ki, öğrenmenin yaşı yok. Ne doğum yılıdır engel ne de yaşlılık çizgileriyle dolu eller. Yeter ki insanın içinde bir "merak" olsun, yeter ki zihni hâlâ "neden" ve "nasıl" sorularını sormaya devam etsin.

İnsanı genç tutan şey, vücut değil zihindir. Öğrenmeye açık bir beyin, her yaşta taptazedir. Çünkü bilgi, insanı yalnızca zenginleştirmez, aynı zamanda yeniden inşa eder. Bir şeyi ilk kez anlamanın heyecanı, yaş ne olursa olsun insana yeni bir hayat gibi gelir.

Ne yazık ki bizim kültürümüzde öğrenme, çoğu zaman belli bir yaş aralığına sıkıştırılır. “Bu yaştan sonra mı okuyacaksın?” ya da “Artık otur torun sev” gibi sözler, özellikle kadınların ve emeklilerin öğrenme hakkını adeta boğar. Ama kim demiş 60 yaşında birinin İngilizce öğrenemeyeceğini? Ya da 75 yaşındaki bir dedenin bilgisayar kodlamayla ilgilenemeyeceğini?

Öğrenmenin yaşı yoktur sözünün en güzel örneği “dünyanın en yaşlı öğrencisi” ünvanıyla Guinness Rekorlar Kitabı’na da girmiş olan 91 yaşındaki Avusturyalı Allan Stewart’tır. Diş hekimliği ve hukuk diplomalarını alarak 2006 yılında mezun olan Stewart, sonrasında yüksek lisansını da tamamlayarak dünyanın en yaşlı yüksek lisans mezunu olarak adını yazdırmıştır.

Öğrenmek, aslında yaş almanın değil, insan kalmanın bir eylemidir. Her gün yeni bir kelime öğrenmek, farklı bir düşünceye kulak vermek, daha önce görmediğimiz bir belgeseli izlemek bile bizi diri tutar. Çünkü öğrenmek, yaşamı merak etmeye devam etmek demektir. Ve insan, merak ettiği sürece yaşar.

yaşamın her evresi, kendine özgü bir öğrenme potansiyeli barındırır. Çocukluk, merakın ve keşfin altın çağıdır. Her soru, yeni bir dünyanın kapısını aralar. Gençlik, kimlik arayışının ve ideallerin yeşerdiği, bilgiyi özümseme ve sorgulama dönemidir. Yetişkinlik ise, tecrübelerin süzgecinden geçen bilgeliğin olgunlaştığı, yeni beceriler edinerek hayata daha sıkı tutunma arzusunun filizlendiği bir zaman dilimidir. İlerleyen yaşlarda ise, geçmişin birikimiyle harmanlanan yeni bilgiler, hayata bambaşka bir anlam katabilir.

Farklı yaş gruplarından insanların bir araya gelerek bilgi ve deneyimlerini paylaşması, daha zengin ve kapsayıcı bir toplumun oluşmasına katkı sağlar. Gençlerin enerjisi ve yeni fikirleri, deneyimli neslin bilgeliğiyle harmanlandığında ortaya çıkan sinerji, inovasyonun ve ilerlemenin temelini oluşturur.

Unutmamalıyız ki, öğrenme sadece formal eğitimle sınırlı değildir. Bir kitaptan yeni bir bilgi edinmek, bir ustadan bir zanaat öğrenmek, doğayı gözlemleyerek evrenin sırlarını keşfetmek, hatta bir başarısızlıktan ders çıkarmak bile birer öğrenme sürecidir. Önemli olan, merakımızı canlı tutmak, öğrenmeye açık olmak ve konfor alanımızın dışına çıkmaktan korkmamaktır.