Sözcü Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'den bir alıntıyla başlayayım bugün. 14 Mart günü Özdil, şöyle yazmış: “30 bine yakın Atatürk fotoğrafı topladı. 10 binden fazlasının künyesi var, nerede, ne zaman, kim tarafından çekildiği belli, geriye kalan 20 bin fotoğrafın yeri ve takvimi belirsiz. Fotoğraflar bankaların kasalarında özel koruma altında saklanıyor, 100 yıl önce çekilerek basılmış fotoğraflar bozulmasınlar diye özel havalandırma yapılıyor, özel ilaçlamalar yapılıyor.”

Sözünü ettiği kişi, İzmir’de yaşayan hemen herkesin tanıdığı, bildiği Hanri Benazus. Hanri Bey’i uzun yıllardır tanırım. En son 3 yıl kadar önce, Karşıyaka’da kendisiyle konuşmuştum. Konu aynıydı: “Atatürk Fotoğrafları Koleksiyonu.” Hanri Bey o günlerde bana, Külliye’den de gelenler ve isteyenler olduğunu söylemişti. Hanri Bey Ankara’da “Atatürk Ankara’da” temalı bir “müze” yapacakmış. Ankara Büyükşehir Belediyesi buyur etmiş Hanri Bey’i. Yılmaz Özdil, İzmir’de de olacağını yazmış.

Bilmiyorum.

Hanri Bey, yıllarca toplarmış fotoğraflarını Atatürk’ün. Bir zamanlar İzmir ticaret dünyasında çok önemli bir yeri vardı kendisinin. Sonra talihsizlikler nedeniyle iflas etti, battı, borçlandı. Çok kötü günler yaşadı. Hatta bir ara Belediye Huzurevi’nde de barındı. Son yıllarda yeniden “Atatürk Fotoğrafları” ile geldi gündeme. Bu konu çok canımı sıkıyor dostlar çok. İzmir’de, 91 yaşında böylesine marka bir adama gerektiği gibi sahip çıkamamak!

Hanri Benazus, Altay başkanlığı da yapmış sıra dışı bir adam. Hayatının “koleksiyon” konusu Atatürk. Bu arada gelecek hafta cumartesi, 27 Mart, Hanri Bey’in doğum günü. Ben kendi payıma şimdiden kutlayayım.

Fakat aklımın almadığı bir ayrıntı var. Şu anda 91 yaşında olan Hanri Bey, ticarette çok iyi olduğu dönemlerde bir müze yapmayı düşündü mü hiç acaba? Ya da Özdil’in yazısında belirttiği, özel koruma ve havalandırma kasası bulunan bankaların talep ettiği oldukça yüksek bedelleri yıllardır nasıl ödedi? Kolay mı Özdil’e dediği miktardaki “koleksiyon fotoğrafı” koruyarak saklamak? Hanri Bey İzmir’e “mesafeli” olabilir mi acaba? Ya da İzmir, bunca yıldır Hanri Bey’i anlamadı mı? Yoksa onca fotoğraf için neden on yıllardır “kalıcı” yer bulunmasın değil mi İzmir’de?

Bu konu çok canımı sıkıyor dostlar çok. İzmir’de, 91 yaşında böylesine marka bir adama gerektiği gibi sahip çıkamamak!

Düşüncesini anlayamadığımız, devrimlerini kavrayamadığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün bari “fotoğraflarına” kalıcı bir yer bulabilseydik keşke. Anlayabildiğim kadarıyla bu görev de İzmir’in seçkin sermayesi yerine yine belediye başkanına kaldı. Tunç Soyer, nasıl karar alıp uygular bilemem ama ben Hanri Bey’e sorup azar işittiğim soruyu buradan da soracağım şimdi. Atatürk’ün “orijinal” ve “hiçbir yerde olmayan” fotoğrafları nerede? Yani çekildiği fotoğraf makinesinden ilk baskılar? “Orijinal” bunlardır değil mi? 30 bin kare fotoğraf bu haldeyse müthiş bir hazine. İyi de böyle bir hazineye sahip insan neden Huzurevi’nde barındı yıllarca? Bunu bilse bilse eski başkan Burhan Özfatura bilir… Onu aramak gerekecek. İzmir vefasızlık yaptıysa bunu da yazmalıyım. 91 yaşındaki bu eski iş insanının kırılmasını hiç istemem doğrusu.

Öte yandan Atatürk’ün anısını fotoğraf, heykel, anıt, büst, pankart kadar sözleri, düşünceleri bağlamında da “yaşatmak” gerekiyor. 1981 yılının saçmalıklarını sürdürmek Ata’ya en büyük saygısızlık çünkü. 1980 darbesini yapan sözde Atatürkçü cunta, Atatürk’ün 100. doğum yılı olan 1981’de resmen içi boş “seferberlik” ilan etmişti. Atatürk’ü sadece dev posterlerle anlayan cunta, saçma sapan şiir yarışmaları da düzenlemişti. Mesela “Atatürk şiirini en güzel okuma yarışması” gibi! Okullardaki “hazır ol, rahat” kıvamındaki söylemlerin ne kadar kalıcı olduğu da 1983 seçimlerinden sonra gelen iktidarın eğitim politikalarıyla belli olmuştu zaten.

Atatürk ile ilgili müzeye gerek var mı, yok mu girmem tartışmaya. Lakin İzmir’de 100 yıldır olan biteni de, işgal ve kurtuluşu da, cumhuriyet ve demokrasiyi de “yeniden okumaktan” başka çare yok.

Böyle yazdığım için kusura bakılmasın. Bu konuda bilip de yazamadığım başka ayrıntılar olduğunu anladınız. Lakin kimseyi kırmak istemediğimden birilerinin ısrarla oynadığı bu tatsız oyuna kayıtsız da kalamıyorum, acı acı gülüyorum. Yani sözün özü: “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!”

***

Sertel’in dikkati kurtarır mı tarihi?

İzmir TV yılları... Daha televizyona “kayyum baskını” olmamıştı. Üzeyir Sever dostumun aklıyla çıktık yola üç kişi. Atila Sertel, Seçkin Öner ve ben. Programın adı “Fikr-i Firar.” Perşembe akşamları 21.00’de giriyoruz yayına, yayın bitiyor ama biz devam ediyoruz gece yarısı sokaklarda. Çöp şiş, kokoreç, kömürde karışık sandviç. Çevremiz insan dolardı o saatlerde. E programı yapanlar normal olmayınca cazibe de artıyordu tabii. Konuşulmayan ne varsa konuşurduk, Atila Sertel dosyalarla gelirdi yayına, ben ve Seçkin “doğaçlama...” İzmir televizyonlarının olduğu güzel yıllar. Aslında bulsak bir ekran ve yıllar sonra “sınırsız” şekilde yine üçümüz paylaşsak yayını... Ama nerede? Yer mi kaldı?

Yıllar geçti, gazeteci dostumuz Atila Sertel, milletinin vekili oldu. Ve İzmir’de konuştuğunda gündem olan bir vekil oldu. Geçen gün tutmuş gitmiş “Punta İstasyonu müştemilat” binalarından birinin önüne. Bina dediğime bakmayın, İzmir’in ilk saat kulesi orası. (Aslında söylemek lazım; Yaşar Ürük üstada da anlatsa, çünkü yayınlanan tarihsel bilgiler bana çok garip geldi.)

Sevgili dostum Atila Sertel’in hassasiyetine hayran kaldım ama gündeme getirdiği “gerçeğin örnekleri” İzmir’de o kadar çok ki… Saat kuleli bina için “babasının çiftliği” söylemini isim de vererek çoğaltabilirim. Hele merkezden dışarıya çıktıkça bu kez “imha” izlerine de rastlamaktayız. TCDD bürokrasisinin son yıllardaki boş vermişliği artık kanıksandı galiba. İzmir’deki tarihi istasyonlara reva gördükleri muameleler roman olur. Karşıyaka, Buca, Bornova, Kemer, Seydiköy istasyonları gibi, Basmane ve Alsancak istasyonları da Allah’a emanet. Aslına aykırı ne varsa TCDD uyguluyor maşallah. Basmane istasyonu avlusunu üçüncü sınıf panayıra dönüştürdükleri gibi, Alsancak istasyonu yanına yaptırdıkları ahşap görünümlü mescit mi, cami mi nedir, ne göze ne gönüle hoş görünmüyor. Güzelim tarihi binaya plastik kaplama yaptıran müdür beyle görüşmek isterdim. Sanırım zaten yapılan bir yanlışı devam ettirmiş müdür bey. Fotoğrafta solda görülen sıvalı binadaki alüminyum doğrama ve sıva nedir acaba?

Vallahi bir başlarsam susmam… Tarihi binalarla alakalı öyle yazılar yazarım ki, sonra Vali Bey çıkar yine kızar bana.

Hükümet Konağı’nın bitmeyen “restorasyonunun” öyküsünü de araştırmalı vekilimiz Sertel. Hatta Konak Atatürk Meydanı’nın Valiliğin otoparkı haline getirilmesini de gündem yapmalı. Zira o Konak ve meydan da İzmir’in tarihi anlamdaki değeridir.

Kemeraltı’ndan Basmane’ye, İkiçeşmelik’ten Eşrefpaşa’ya, Varyant’tan Karataş’a tahribatı gözler görmedi, kulaklar duymadı yıllardır. Yahu tarihi bira fabrikasını bile yandaş müteahhitlere “lüks konut” yapsın diye vermediler mi?

Ben de ne diyorum değil mi? Merak ettiğim, o plastik kaplama balkon aslına dönecek mi? Yetmez! Solundaki sıvalar ve büyütülen pencere de aslına döndürülmeli.

Sevgili Atila Sertel’e muzipçe bir soru şimdi: Sevgili vekilimiz, hani dediniz ya “Babanızın çiftliği mi” diye? Keşke “babalarına” sorsaydınız! Çünkü “baba” el vermeden evlat yola düşmez!

***

Yokuşa dair…

İzmir’in iki asırdır el değmeyen “yokuşu” ile ilgili yazıma gösterilen ilgiden memnunum. CHP, AK Parti, MHP, İYİ Parti’li dostlarım, meclis üyeleri, gazeteci meslektaşlarım ve benim Facebook’taki “İzmir Hareketi Grubu” yoldaşlarım “Neresi, haydi gidelim!” diye mesajlar attı. Yüreği insanlık değerleriyle çarpan kim varsa başımın üstündedir. Konak Belediye Başkanı Abdül Batur’a da teşekkürler, sevgili Adem Nakçı’nın “Turuncu TV” yayınında, hakkımda onur verici sözler etti ve davetimi de kabul buyurdu.

İnanın o yokuş çok önemli. Ama sadece o yokuş değil ki mesele. İkiçeşmelik ve civarından ilginç ve kaygı verici duyumlar aldım. Haftaya yazacağım. Ama bu ilgisizlik sürdükçe, İzmir’i sadece “sömürülecek arazi” görenler boş durmayacak. Çok ilginç el değiştirmeler var o bölgede. Ve ne yazık ki “içimizdeki” bazı sözde saygın zevat da neredeyse “iş takipçiliğine” soyunmuş. Demedi demeyin, yıllar önce “Altay Mahallesi” ile ilgili “uğraşı” verenler şimdilerde İkiçeşmelik ve Anafartalar üzeri ile ilgili “düğmeye” basmış. Vallahi duyduklarım, AK Parti'li müteahhitlere bile dudak uçuklatır. Anlayamadığım şu; onlar “duymadan” bu işler gerçekten yürüyebilir mi?