Fenerbahçe’nin imza süreciyle başlayan seçim rüzgârı, Divan Kurulu’nda fırtınaya döndü. Bu yaşananlar bir dönemin son perdesiydi, insanların sabrının sınanmasıydı…

10.995 imza gerekiyordu. 8.468 toplandı. Sandık kurulmadı ama camiada başka şeyler kuruldu: Şüpheler, sorular ve içi hiç dolmayan sözlerin yükü. Fenerbahçe de artık sadece saha değil, kulislerdeki iç çarpışmalarda konuşuluyor.

Ali Koç’un büyük umutları hala devam ediyor. Avrupa standartlarında bir yapı, ama futbolun bir duygu olduğunu unutuyor. O duyguda skorla besleniyor. Ve bu yönetimin hanesinde başarısızlık dolu. Sadece bir Türkiye Kupası…

İmza kampanyasındaki barajın aşılmaması bir zafer değil, geçici bir sükûnet. 8.468 toplanan imza aslında insanların “git” sesleri. Artık “değiş” çağrısıdır. Ve değişmeyen tek şey yapı değildi…

Ve Aziz Yıldırım... Sadece fiziksel olarak değil, ruhen de geri döndü. Divan’da söyledikleri öylesine söylediği sözler değil. Her zamanki gibi bir meydan okumaydı. “Bu kulübü ben ayağa kaldırdım. Parayı ben verdim. Başkanlarına sinek ikili dedim. Daha ne diyeyim?” Bu sözler bugünkü kaybedilen bir liderliğin geçmişle kıyaslandığında ne kadar güçsüz yönetildiğini gösteriyor. Yıldırım’ın sözleri adeta susturulmuş bir camianın yankılanmasıydı.

İmzaların taklit mi? Gerçek mi? krizi ayrı bir sorun. Eğer böyle bir şey doğruysa etik ihlali değil, en büyük güven krizi. Kampanya bitti ama tartışmalar yeni başlıyor. Eylül ayı yaklaşınca, tek bir soru merak ediliyor: Bu işin sonunda ne olacak?

Görünen o ki, Fenerbahçe'de geleceği değiştirecek olan şey bir kâğıda atılan imza değil, artık bastırılamayan bir sestir...