Bir Kızılderili atasözünde belirtildiği gibi, önemli olan nelere değer verdiğindir ve her şeyi ona göre duyar ve hissedersin. Bir ülke için de en önemli değer kendi vatandaşlarıdır, felaket ya da savaş ile kentler ve ülkenin tüm maddi varlıkları yıkılabilir, ama insani değerler korunmuşsa ülke yeniden inşa edilir, tıpkı Almanların ve Japonların İkinci Dünya Savaşı sonrası taş üstüne taş kalmayacak kadar imha edilen vatanlarını  yeniden kurmaları gibi.  

Basit bir tanımlamada birer adet sperm ve ovumla biyolojik varoluşa ulaşan insan organizması, sosyopsikolojik ve ekonomik düzlemde binlerce dolara ulaşan bir maliyet muhasebesinin konusu olabilir. Halihazırda 819 milyar Amerikan Doları GSMH’ye sahip ülkemizde kişi başına düşen gelir 9592 dolarlar civarındadır. Son depremlerde etkilenen ve olağanüstü hal ilan edilen kentlerin toplam nüfusunun 11 milyon 185 olduğu göz önüne alındığında sadece yıllık bazda 100 milyar dolarlık bir negatif ekonomik ayrışma söz konusu olacaktır.  

***

Eski Hazine müsteşarlarından sayın Mafri Eğilmez’in de yazılarında vurguladığı gibi kapitalizmin belki de en büyük kötülüklerinden birisi “kar maksimizasyonu’’ hedefidir ve bu da “büyüme’’  ile sağlanacaktır. Tüm ülkeler için yerel ekonomilerinin büyümesi tılsımlı bir kavramdır ancak bunu sağlarken yani yeni yollar, fabrikalar, havalimanları ve santraller yapılırken doğa ve dolayısı ile çevre rezervleri zamanla dönüştürülerek yok edilir. Bir kısırdöngü gibi, yeni yollar ve  üretim merkezleri buralara milyonlarca insanı çeker ve daha çok tüketim ile daha fazla doğa tahribatı yapılır.

Ülkemizde son yüzyılda gerçekleşen ekonomik büyüme ile birlikte refah düzeyinde yükselme, insanların daha iyi koşullarda yaşama arzusunu artırmış, kırsaldan kente göçleri yoğunlaştırmıştır. Altyapısı henüz tamamlanmamış şehirlere yoğun göç ise sağlıklı bir planda yapılamayan imarsız kent yapılaşmasına yol açmıştır. Bu sadece düzensiz ve çarpık kentleşme yanında ekolojik dengeleri de tarumar etmiştir.

***

Elbette, genel olarak tüm vatandaşların daha temiz ve daha sağlıklı yaşam koşullarına sahip olması tüm yönetimlerin ortak arzudur ancak bu, çarpık kentleşme ile olmamalıdır. Rönesans Dönemi’nin önemli teorisyenlerinden Leon Battista Alberti’ye kadar eskilere gitmek gerekirse, onun gözünde  ideal kent şunları kapsar: 1) Kent, düzenli ve  rasyonel bir plan ve mimari içinde kurulmalı; 2) Kent ve çevresi, estetizm ve kontrol için “dairesel” ve “ışınsal” formda olmalı; 3) Işınsal bir yollar ve bir merkez sistemi yani meydana sahip olmalı; 4) Binalar eşit yükseltide olmalı; 5) Yollar düz bir aks halinde ve perspektif etkisi için önemli bir yapıyla sonlanmalı; 6) Kent içinde görkemli ve simetrik açık alanlar, meydanlar yapılmalı; 7) Ve mutlaka kent hava almalı ve merkezi konumda da kamu binaları bulunmalıdır.(*) Kanalizasyon dahil diğer altyapı varlığından bahsetmiyorum bile. Son yıllarda Türkiye’ de şehirler neredeyse yeniden yaratıldı ama yukarıdaki yedi özelliği taşıyan tek kent örneği verilebilir mi!? Maalesef hayır! Üstelik tüm bilim adamlarının ‘Ülkemiz, dünyanın en aktif deprem kuşakları üzerinde yer almaktadır’ sözünü dile getirmekten dillerinde tüy bitti!..

Tüm ülke insanı ve dünya, 6 Şubat 2023 Maraş Depremi’nin yüzyılın felaketi olduğunun farkında. Ancak onbinlerce yurttaşın ölümü ve ülke GSMH’sinin %10’unu aşacak maliyette, yeni şehir gelişim alanları olarak uygun olmayan yer seçimini yapan kamusal kuruluşlar ile, kusurlu olduğu ortaya çıkan yapı tasarımlarını yapan mimarlar ve bunların yapı denetimini eksik yapan resmi görevliler  ile kusurlu yapı üretimi yapan müteahhitlerin sorumluluğunu kim yok sayabilir!?

Bu afetin, sadece deprem bölgesindeki değil tüm vatandaşlarımızı kapsayan fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıpları yıllarca tolere edemeyeceğimiz büyüklükte bir olay olduğunu yıllar içinde göreceğiz. Pandemi sonrası oluşan ekonomik sorunlara faiz ve enflasyon sarmalında kendinden menkul iktisat(!) teorileri ile var olan krizin derinleştiği bir ortamda karşılaşılan böylesi büyük bir afetle, ancak rasyonel ve bilimsel bir program ve milli seferberlik ruhu ile baş edilebilir. 

Bu depremin, tarihimizin son iki yüz yılda rastladığımız en büyük afeti olduğunun bilincindeyiz yine de bu kadar büyük insan hazinemize ve kentlerimize mal olan yüksek maliyetinde, çarpık, plansız şehircilik ile kaçak ve izinsiz yapılara oy uğruna onlarca af yasaları çıkaran politik uygulamaların etkisini de yok sayamayız. Deprem sonrası hasar tespiti çalışmaları ekseninde kentsel örüntü alanlarını yeniden projelendirecek resmi görevliler ile politikacıların omuzlarında, hayatını kaybetmiş onbinlerin ruhunun ağırlığı olacaktır. Yapı mevzuat, uygulama ve denetim aktörleri, bunu hiç unutmasınlar.

Ülkemizin 464 kilometrekarelik bir parçasında 13 milyon canımızı etkileyen yüz milyarlarca dolarlık maddi ve manevi hasarımızın el birliği ile üstesinden geleceğiz. İnşaatta kullanılan malzeme eksiği, denetimsizlik ve zayıf zemin koşulları, artık deprem sonrası raporların maddeleri olmayacak bir radikal dönüşüm zamanı. 

Geldiğimiz nokta, sadece deprem hasarına maruz kentlerimizin değil tüm zenginlikleri ile bir bütün olarak ülkemizin ekonomik, sosyal, kültürel ve politik yeniden yapılanması için milli seferberlik içinde çok çalışmamızın gerekliliği ve gerçeğidir. Bu yapıldığı takdirde, 3-5 yıllık orta vadede bu hasarı milletçe geride bırakırız. Ülkemizi, deprem ve afetlere dirençli bir vatan haline getirmeliyiz, liyakatlı yöneticilerle! 

(*)Moughtin, C. (1992). Urban Design: Street andSquare. Oxford: Butterworth Architecture. Spreiregen, P.D. (1965).Urban Design: The Architecture of TownsandCities. New York: The American Institue of Architects, McGraw-Hill Book Company.