Son 17 yılda demokrasi kültüründen koşarak uzaklaştık.

Bu nedenle iki belediye başkan adayının bir TV programında karşı karşıya gelecek olması ve bunun moderatörlüğü günlerdir konuşulup duruyor.

Kelimeler, iddialar, ithamlar havada uçuşa dursun; 25 yıldır Ankara'yı yönetenlerin Türkiye'nin başkentinde altyapı sistemini kuramamasından dolayı sele kapılan 3 kişi geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti.

Bununla ilgi geçmişe dönük bir soruşturma ya da en azından bir özür duydunuz mu?

Altyapı bir belediyenin çözmesi gereken ilk sorundur.

Bu sorunu bugüne kadar çözemeyenlerin buna bir cevabı var da biz mi duymadık acaba?

İktidar, belediye seçimi öncesi belediyecilik dışında her şeyi konuşuyor, belediyeciliğe bir türlü sıra gelmiyor.

Bunun nedeni yalan yanlış ortaya atılan farklı konularla algı yönetimi yapmak olabilir mi?

Ekrem İmamoğlu ve CHP, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı ihalelerdeki yolsuzlukları, israfı anlatıyor.

Bu açıklamaları dikkate alan ve araştıran hiç bir savcı ya da yetkili yok mu?

Seçim öncesinde bunların doğru olup olmadığını bilmek İstanbullar'ın hakkı değil mi?

Doğruysa bunu yapanlar neden cezalandırılmıyor, yalansa bu söyleme neden izin veriliyor?

Yoksa siz bir televizyon programı yapılacak ve sonra adaylar kol kola seçime mi gidecek sanıyorsunuz?

Sorunlar çözülecek, Ankara'da hayatını kaybeden 3 kişi canlanacak, İstanbul'daki boğucu trafik bitecek, havaalanı işkencesi bitecek mi sanıyorsunuz?

Son olarak Uğur Dündar'ın altını çizdiği, kutuplaşmanın son bulacağını mı düşünüyorsunuz?

***

Türkiye'nin normalleşmesi lazım ama buna izin verilmiyor.

O kadar çok sorun var ki belediye seçimleri genel seçim havasında geçiyor.

İnsanlar bir umudun peşinde.

Ülkenin büyük bir kısmı açlık sınırının altında yaşarken, işsizlik hiç bu kadar büyümemişken, insanlar ödeyemedikleri faturalar yüzünden intihar ederken, gençler kendilerine fırsat verilmediği için patlama noktasına gelmişken bir şeylerin artık değişmesini istiyorlar...

Haksızlar mı?

Televizyoncu Cem Seymen geçtiğimiz günlerde şöyle bir tweet attı:

"Ben üzülüyorum. Gençler umutsuz, fırsatını bulsa yurtdışında hayat kuracak. Ne münasebet. Hiç mi bir sivil toplum çalışmasına üye olayım da bir işin ucundan tutayım demez insan? Gençlik elde telefon geyik muhabbeti içinde kaç yıl heba edecek ömründen. Şikayet etme, yap!"

Gençler bu cümlelere çok büyük tepki verdi.

Aslında ne kadar da çaresiz olduklarını, sistem tarafından bezdirildiklerini, kendilerini ifade edecek bir alan yaratılmadığını, dünyadaki yaşıtlarıyla eşit koşullarda olmadıklarını savundular.

Ve pek çoğu sosyal medyayı nefes aldıkları, dertlerini özgürce paylaştıkları bir alan gibi anlattılar. Haksız da sayılmazlar.

Bugün sosyal medya bir güç ve bu gücü yaratalar da aslında bu gençler.

Bu potansiyeli doğru görüp iyi yönetmek gerekiyor.

Ekrem İmamoğlu, sosyal medyadan yürüttüğü kampanyalarla doğru yolda ama biraz daha gençlerin bu taleplerine yönelik mesajlar vermeli.

Binali Yıldırım ise bugün için interneti yeterince kullanamıyor.

***

Bu arada başa dönecek olursak, İsmail Küçükkaya'nın sunduğu Çalar Saat programının geçen günkü konuğu HDP Milletvekili Garo Paylan'dı.

Paylan, bu pazar gerçekleşecek İmamoğlu ve Yıldırım yayını için "Üç erkek konuşacaksınız, keşke..." diyerek yayında bir de kadın sunucu görmek istediğini dile getirdi.

Buna karşılık Küçükkaya'nın "Ben bir şey diyeyim mi, kadın duygusunu ve ruhunu ben herhangi bir kadından daha fazla yansıttığıma inanıyorum" demesine bir anlam veremedim.

Bu moderatörlük işini bu kadar da abartmasak diyorum.

Bu yayın bu kadar da önemli mi?