Geçtiğimiz haftaki yazımda “27 Mayıs İhtilali” döneminde doğrudan tanık olduğum olayları aktarmıştım. Bu ikincisinde de Cumhuriyet Halk Partisi'nin yıpratılması sürecini daha geniş açıdan özetlemeye çalışacağım. Kuşkusuz vereceğim bilgiler bana özgüdür, özneldir. Ama neden-sonuç ilişkisi açısından da bir mantığa dayanmaktadır.
CHP'nin en büyük sarsıntısı, ulu önder Atatürk’ün aramızdan ayrılmasıdır. Bütün Türk toplumunu sarsan bu boşlukta, 2. Dünya Savaşı’nın neden olduğu zorunlu kıtlık yılları, önemli bir halk kesiminin İsmet İnönü’ye ve CHP'ye karşı düşmanlaşmasının başlangıcı olmuştur. İkincisi ise, 27 Mayıs darbesidir.
Sonuncusunu anlatayım: 1950 yılında DP’nin iktidara gelmesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin yazgısı büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nin eline geçiyordu. Bu değişim, “Marshall yardımları”yla Türk toplumunun gündelik yaşamına önemli yenilikler sağlamıştı. Çok yinelendiği için bunlara değinmeyeceğim.
Benim açımdan ABD’nin CHP’ye en olumsuz etkisi şöyle olmuştur: 1959 genel seçimleri yaklaştıkça, DP’ye eğilimin önemli ölçüde gerilediği, çoğunluğun CHP’ye yöneldiği ortaya çıkıyordu. O günkü kimi gazetelerin yayımladığı Türkiye haritaları bunu açıkça ortaya koyuyordu. Tıpkı günümüzde AKP oylarının büyük üstünlüğünü gösteren haritalar gibi… Kısacası toplumda DP iktidarına yönelik tepkiler artıyor ve CHP’nin büyük çoğunlukla iktidara gelmesine kesin gözüyle bakılıyordu. İktidarın giderek sertleşmesi ve akıl almaz baskılara başvurması kuşkusuz bu yüzdendi.
Buna koşut olarak toplum aynı yöndeki gençlik eylemlerini destekliyordu. Giderek sertleşen öğrenci-polis çatışmaları, özellikle İstanbul Taksim alanında “28 Nisan”da gerçekleştirilen öğrenci eylemleri sırasında Turan Emeksiz'in polis kurşunuyla öldürülmesiyle iş çığırından çıktı.
“555K” simgesiyle (5. ayın 5’inde, saat 5’te Kızılay’da) tarihe geçen öğrenci eylemleri ve son olarak Harbiye öğrencilerinin 19 Mayıs’ta gerçekleştirdiği yürüyüş, DP’nin sonunu getirecekken, kanımca ABD bu gidişe el koydu, çünkü CHP’nin demokratik yollarla iktidara gelmesini istemiyordu.
Ve 60 ihtilali gerçekleşirken, bu ihtilalin sorumlusu gibi gösterilen İsmet Paşa yeniden öne çıkarıldı. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, kapatılan Demokrat Parti'nin yerine Adalet Partisi kuruldu. Ancak yapılan seçimlerde, CHP çoğunluğu sağlayamadı ve sözde onun etkisiyle devrilen “sabık” partinin ardılı AP’yle koalisyon kurmak zorunda kaldı… Başta Bayar, Menderes ve Polatkan olmak üzere iktidar yöneticilerinin Yassıada’da yargılanması ve radyodan abartılı suçlamalarla canlı yayınlanması, toplum vicdanını incitmeye ve CHP’ye yönelik tepkilerin bir kez daha yükselmesine yol açtı.
Böylece halkın CHP’ye karşı düşmanlaşması sonu gelmez bir tarihsel akıma dönüşmüştür. Başta “kıtlık”tan sabıkalı “İsmet İnönü” olmak üzere, bu parti, “Türkiye’de büyük yenilikler yapmış, yollar ve caddeler genişletmiş, ülkeye bolluk getirmiş, vb.” olan Menderes’in “katili” olarak tutucu kitlelerin belleğine kazınmıştır: Kurtuluş Savaşı’nın “milli kahramanı” İsmet Paşa, “milli düşmanı”na dönüştürülmüştür.
İşte bir Malatya anısı: Bilindiği gibi İnönü uzun süre Malatyalı olarak bu kentin onuru olmuştur. Hükümet Konağı önündeki büyük alanın orta yerine dikilen devasa yontusu, bunun bir göstergesidir. O nedenle uzun yıllar Malatya CHP’nin kalesi olarak kalmıştır.
Özellikle ihtilalin ilk aylarında, DP karşıtı yoğun yaymacalar (propagandalar) sonucunda İnönü sevdası doruğa çıkmıştı. Örneğin 1961 seçimleri öncesinde AKP’nin kurucu Genel Başkanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın Malatya’yı ziyaret edeceği duyurulunca, bütün kent kazan kaldırdı ve Elazığ yönünden gelecek olan Paşa’nın kente girişi engellendi.
Aynı İnönü şimdi dünyaya geri dönüp Malatya’ya gitmek isteseydi, bu kez de onu oraya sokmazlardı. Malatya artık, önce Özal’ın, sonra Erdoğan’ın kalesi oldu.
Tıpkı Türkiye’nin bütünü gibi.