Adalet öyle bir hale geldi ki, tutuklanmakla tutuklanmamak arasında “vicdan” yok.
Hukukun olduğu da tartışılır.
Örneğin ben yukarıdaki iki tümceyi kurdum diye, “devlet organlarını aşağılamak ve çalışmalarını etkisiz kılmak” suçlaması ile hakim karşısına çıkabilirim.
Bu suçun cezasının tutuklanma gerektirip gerektirmediği, delillerin toplanıp toplanmadığı gibi gerekçelere bakmaksızın cezaevine yollanabilirim.
Suçu ispat etmesi gerekenler değil, benim suçsuz olduğumu ispat etmem gerekebilir.
Ve biz buna gülümseyerek “demokrasi” diyeceğiz...
Hukuk, adaletin oluşması için aracı olması gerekirken, adaletsizliğin oluşması için neden oluşturuyorsa buna ne denir?
Alın size tutuklanmanız için “uzman” sorusu.
Bilirseniz altı aydan, bilemezseniz bir yıldan başlamak üzere yargılanmaya hak kazandınız.
İki ucu “kaplı” değnek...
Mevcut anayasa ile bile hakkınızda her an “tutuklanma” kararı verilmesi tehlikesi varken, siz bir de yargı, yürütme ve yasamanın “tek ele” geçtiği zamanı düşünün.
Evden çıksanız suç.
Ders çalışması için uyardığınız çocuğunuz ya da yemeği tuzlu yapmışsın diye eleştirdiğiniz eşiniz öfkeyle gidip savcılığa müracaat etse, doğru kodese...
Korku iklimi böyledir işte.
Kağıt üzerinde her şey “demokratik” olarak görünür ama işleyişte “faşizm” hakimdir.
Ha keza faşizm de böyle bir şeydir.
Kendisini demokrasi içinde sanar ama yetiştirdiği diktatördür.
Son haberle yüreğime su serpildi.
Cumhuriyet Gazetesi'nin çaycısını da cumhurbaşkanına hakaretten tutuklamışlar.
İyi yapmışlar.
En azından içeride adam gibi demli çay yapacak biri oldu.
Hak, hukuk, adalet mi?
Geçin efendim geçin.
Demlenmeye bıraktık, az sonra...