Tarafsızlığa hayatım boyunca inanmadım. Ama “doğruya doğru, yanlışa yanlış” objektifliği de “yaşam ilkem” seçtim. İşte bu yüzden her taraf ve kesimden “dostum” var. Partisi, kökeni ne olursa olsun “insan dostlarım” var. Kabul etmediklerim ise içine “şeytan” girmiş “kibirli” benciller.

Okuduğunuz bu yazının başlığını, son yerel seçimlerde yüzde 58.2 oyla İzmir’in Başkanı seçilen Tunç Soyer’in, 2020’nin son belediye meclis toplantısındaki konuşmasından aldım. Hazreti Mevlana’nın söylediğini söyledi Başkan Soyer.

Evet “tarafım”. Ama “kalbi” tarafım. Tunç Soyer'in yanında çalışıyor olsam da “objektifim” ve asla “at gözlüğü” takmam. Eleştirilerim, karşı çıkışlarım da oldu, olacak. Çünkü Başkan Soyer “kibir” ve “yağcılıktan” nefret eder. Başlıktaki sözü kendime yontup devam ediyorum “beni bilen bilir bilmeyen de kendi gibi bilir”. Çünkü ardımdan “şer söz” edecek “kuklaları” tahmin ediyorum. Zira onların da bir kez bile “aynaya” bakmadıkları gerçektir.

Derdi çok ülkemin... Derdi çok İzmir'imin. Boş konuşanlarla, “mış” gibi yapanların “cenneti” oldu adeta. Politikacı sokağa çıkmaz, “medyacı” sadece “yazılı metinlerden” haber eyleyip, papağan misali “tekrarı” tekrarlar, sermaye tam biat çukurunda “kârdan” başka bir şey düşünmez ne doğa bilir ne tarih... Sadece “alır satar” da sattığını da bilmez. Egoizmin merkezidir komprador sermayemiz. Çoğunun da kökeni “çökmecidir” de, aklı gider bir gün “dedelerini” anlatacak bir “deli” çıkacak diye.

Başkan Soyer’in son meclis toplantısındaki bence en önemli sözlerini aldım buraya. Anlayacağınız yine “yazı planım” şaştı da ne eyleyim, mevzu hem “mühim” hem de “derin”. Biz de “derunî” takılalım bugün.

Ne demiş Başkan Soyer?

“Biz siyasetle zenginleşen siyasetçilerden değiliz. Kentin merkezindeki otobüs garajını plazaya çevirip izin veren siyasetçilerle, yeşil alan planını değiştirip müteahhitlerle iş birliği içinde gökdelen diken siyasetçilerle, Sayın Cumhurbaşkanı'na ‘bu şehre ihanet ettik’ dedirten düzenlemeleri yapan siyasetçilerle ilişkimiz olmaz, onlara benzemeyiz. Bizim bu tür siyasetçilerle hiçbir benzerliğimiz yoktur. Biz ne zaman hangi kazanılan parayla mutlu oluruz biliyor musunuz? Eşinden şiddet gören kadına iş buluyorsak, kendi ekmeğini kazanıyorsa biz onun aldığı maaşla mutlu oluyoruz. Acil çözüm ekibi ile gittiğimiz mahallede '30 yıldır bu mahallede oturuyorum ilk defa Belediye Başkanı ile sokakta yürüyorum' diyen muhtarın mütevazı taleplerini karşılamak için yaptığımız harcamadan mutlu oluyorum. Çok mutlu oluyorum. Cebine giren haksız kazançla mutlu olan siyasetçilerden değiliz çok şükür."

Bu sözleri fazlasıyla önemsiyorum. Siz de her türlü yargılarınızdan arınıp birkaç kez okuyun bence. Çünkü Başkan Soyer’in mesajlarında ciddi bir doğruluk ve ne yazık ki “milli hastalığımız” olan “unutkanlığımıza da” gönderme var.

Şimdi size hatırlatmalar yapayım biraz. Alsancak’taki “Havagazı Fabrikası’nı” hepiniz bilirsiniz. Pek çoğunuzun da orada güzel anıları vardır. Kültür etkinlikleri, resepsiyonlar, kutlamalar, anmalar, iftarlar, yemekler, nikahlar hep İzmir’in “güzel” anlarını yaşatmıştır yıllardır. Ama “Havagazı Fabrikası’nın” ilk başlarda yaşadığı “ilginç” olayları unuttuk değil mi? Başkan Soyer konuşunca hatırladım. Sadece burayı da değil “başka” binaları da.

Havagazı Fabrikası ilk baştan itibaren İzmir’linin sosyal alanı olarak düşünüldü. Bir önceki Başkan Aziz Kocaoğlu ve ekibi, burası için de beklentilere göre proje hazırladı. Ama o zamanlar İzmir’in “çok bilinen” ve “genç” bir “sermaye insanı” çıkıp ve buranın “başka türlü” değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti. Bu “başka türlü” tabirini varın siz düşünün. Hatta bu o zamanların “popüler” ve “genç” yurttaşı kendi ailesinden kalan bir tarihi binanın da akıbetini umursamamış ve belediyenin tamir etmesini bile istemişti. Ama İzmir Büyükşehir Belediyesi, halkından aldığı oyu, halkına güzel bir eser olarak vermeyi uygun gördü. Yine aynı zamanlarda bir başka “sermaye insanı” yine Alsancak'ta Gazi İlkokulu’nun aynısını Kültürpark içine yapıp, orijinal binayı da “AVM” yapılmasını isteyecek kadar aklını yitirmişti.

Durun durun, daha bitmedi. İzmir’in seçkin ve tarihi okulları olan Namık Kemal, Atatürk ve Kız liselerini kapatıp, “eğitim kampüsleri” yapıp bu tarihi okulları da “otel” etmeye kalkan ruhsuz, cahil “rant ağalarını” tanımıştı İzmir.

Daha sayayım mı? Peki siz istediniz.

Tepecik’teki başta tarihi Eşref Paşa Hastanesi olmak üzere, Suat Seren Hastanesi’nin de tarihi kısmını birleştirip devasa bir “recidance”, gökdelen, kültür merkezi falan yapmak için “proje” hazırlayan müteahhitler çıkmıştı. Bunların bir kısmı o zamanlar, şimdinin “teröristleriyle” ve hatta “yağan yağmurda” birlikte yürüyorlardı.

Başka? E kaybedilen yerleri de oldu İzmir’in...

Halkapınar’da, o kahraman şehitlerimizin yattığı şehitliğin ve eski DGM binalarının olduğu yerdeki “tarihi yapılar” ne oldu? İğrenç bir görüntüye sahip şimdi oralar. Önünden her geçtiğimde, şehir hastanesini bile bitiremeyen bu “rant ağalarına” lanet okuyorum. Çünkü elimden başkası gelmiyor. Kazulet gibi yüksek binaların arasında mahzun duran “tarih”! Yazıklar olsun.

Başka? Başkan Tunç Soyer’e yüzde 58.2 oy veren İzmirli dostlar, düşünün bir Havagazı Fabrikası yanındaki tarihi “elektrik fabrikası” neden verilmiyor belediyemize dersiniz? Bendeniz ucundan biliyorum da... Kim bilir hangi “yerli sermaye ağaları” Başkan Soyer’e başka, Ankara’ya “başka” konuştu? Acaba kimler, dünyada sonu olan tek otoyol olan Çeşme otoyolundan gidip, “bir yerlerde” mesela Alaçatı’da kimlerle ne pazarlık yaptı?

Başka başka? Kadifekale’den aşağı Basmane’ye doğru kamulaştırmalar ve orman çalışmaları yapıldı ya? Hani tarihi tiyatro kazısı da var? Peki biliyor musunuz “Roma usulü teras konutlar” hangi sivri zekâ İzmirli sermayecilerin İstanbul Beyoğlu’ndan kimlerle ortaklık “projesi”?

Başkan Soyer ne demiş?

“Siyasetle zenginleşen siyasetçilerden değiliz” demiş değil mi? Soyer ailesinin yakınından geçmez bu “zenginleşme” ama, İzmir’de küçük bir esnaf dükkanından büyüyüp koca bir “filo” sahibi olan “siyasetçileri” de biliriz evvel Allah!

Hep diyorum. İzmir’in “gizemli” tarihi var. Nedense kimse buna inanmıyor çünkü “güç odaklarının” işine gelmiyor. Hangi partiden olursa olsun, dünden bugüne memleketimiz “yalınayakla” başlayıp “ecnebi pabuç” beğenmez “sermaye ağaları” gördü. Bir gün yazarım yine. Biz bugün sadece AKP diyoruz ama, CHP, DP, AP, ANAP, HP, DYP ve diğerleri de geçmişten günümüze “sütten çıkmış ak kaşık” değil.

Tek derdimiz şu “unutkanlık” ... Onu da galiba “Amerikan süt tozuna” borçluyuz! Bir de “her mahallede bir milyoner yaratmaya” ve “benim memurum işini bilir” aklına...

Ama hem Mevlâna hazretleri hem de Başkan Tunç Soyer yanılıyor. “Kendini bilen” zaten “yoldan çıkmaz”. Lakin alemde “yol da” kalmadı “doğru yolcu da”!

AH OLABİLSE ÜLKEMDE #İZMİRZAMANI

“8500 yıldır buradayım. Körfezin kıyısında Akdeniz'in içinde bir kalp gibi atıyorum. Dünyanın her yerinden insan benim limanlarımda buluştu. Birlikte şarkılar söyledi zeybek döndü ticaret yaptı. Felsefe topraklarımın üzerinde yeşerdi. İnsanlığın en eski öyküleri İlyada ve Odysseia buradan dünyaya yayıldı. Özgürce ve uyum içinde yaşamanın sırrı demokrasi benim meydanlarımda keşfedildi. Sayısız salgın ve yokluk yaşadım. Her seferinde güvende kalmayı ve hayata yeniden dört elle sarılmayı başardım. Tarihin izleri ve doğa üzerimde nefes almaya devam ediyor tüm görkemi ve sıcaklığıyla. Bugün bir kez daha yaşamı coşkuyla kucaklıyorum yepyeni hikayelere ve unutulmaz anlara şahitlik etmek için sokakların denizin ve bereketli topraklarımla hep birlikte İzmir zamanı.”

Son günlerde bu sözlere takıldım fena halde. İzmir Vakfı’nın “İzmir Zamanı” çalışmasından bir metin bu. Sanatçı Haluk Bilginer’in o büyülü ses tonuyla okuduğu metin. Sosyal medyada izlenen mini İzmir zamanı filmciği.

Siz de izleyin izlemediyseniz. Hatta birkaç defa. Ben çok etkilendim. İzmir’imi hissettim, hüzünlendim. Oysa İzmir ne kadar merhametli bize karşı. Onca “kötülüğümüz” oldu, oluyor ona da İzmir hala “gelin bağrıma” diyor bize. Bu metni kim yazdı diye sordum sevgili Güven Eken’e. “Arkadaşlarımız” dedi. Ne güzel “arkadaşmış” onlar. Bir fırsat çıkarsa tanışacağım onlarla. Bu sözleri yazanlar “genç” imiş. İzmir’i böylesine “hissetmek” .... Uzun zamandır hasretini yaşadığım bir olaydı. Ki benim gibi bir “delinin” kolay kolay beğenmeyeceğini de bilirsiniz. Bu metin bana bir plan yaptırdı sonunda. İzmir’in son 200 hatta 300 yılını tekrarlamaya başladım beynimde yüreğimde. “Bir şeyler” yapılmalı. Zira zaman geçiyor, yeni yıl kapıda. İzmir muhteşemdir ama zaman zaman vefasızdır kendi öz evlatlarına. Basmane, Alsancak, Kemeraltı, Bornova, Karataş, Kadifekale, Eşrefpaşa, Buca, Tepecik, Kordon, Karşıyaka çığlık çığlığa çağırıyor da bizi, biz duymuyoruz hala. 8500 yaşında İzmir ısrarla bize “beni hatırla, beni unutma” diyor da, biz İzmir’i en iyi bilenleri, hatırlayanları, yazanları, araştıranları, yaşayanları durmuyoruz ısrarla. İsimleri yazarsam yine darılanlar olacak, yazmıyorum. Ama İzmir Vakfı öyle bir işe kalkıştı ki, vefasızlık edilen kent bilenlerinin gönlünü belki de sadece o alabilir yeniden. Ve işte o zaman yeni bir filmcik yapılır. Ve o zaman der ki 8500 yaşındaki canımız kentimiz: “İşte çocuklarım gelmiş hoş gelmiş, unutmamış ki hiç beni... Bugün benim bayram günüm”.