Rakamları görüyor musunuz? Hiç olmazsa onda birini bir arada göreniniz var mı diye sormayacağım, hepsini bir çırpıda ve dili sürçmeden okuyanınız var mı? “Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar” deyip, geçiştirebilir miyiz? “Geldi mi gitti mi, yattı mı yatırıldı mı, fotokopi mi tıpkıbasım mı, imzalar yaş mı kuru mu?” sorularıyla gölgelemek, hedef saptırmak olası mı?
Bırakın onu bunu, şaibesi bile insanın kanını donduran bu kepazelikler ve açık itiraflar, laf kalabalığıyla, hedef saptırmayla ve bizden başka kimseyi oyalamayacak karşı ataklarla geçiştirilebilir mi? Mankurt diyarında evet, hepsi yapılır, mümkündür. Geçmişinde buna dair hayli örnek vardır. Bunları yazıp söyleyip, rahatlamış mı oluyoruz şimdi?
Hukuktan başka çaremiz yok. Adaletin bir gün ve mutlaka hayata egemen olacağını ummaktan başka yolumuz yok. Ama bunun için, önce gerçeğimizle yüzleşmemiz gerek.
Haritada yeri noktadan küçük adalardan, emperyalizmin meşum duruşma salonlarına, bir ülkenin dünya gözünde nasıl itibarsızlaştırıldığına tanık olmak, bırakın o partiden bu partiden olmanın peşini, bir insan ve yurttaş olarak bizi üzmüyorsa, çekiniz yorganı uyuyalım.
Haber sağanağı, laf salatası ve hedef saptırma çaresizliğinin kiri pası gürültüsü içinde, bir ayrıntı vardı. Amerikan mahkemesinin jüri üyelerinden ikisi duruşma salonunda uyudukları gerekçesiyle, yargıç tarafından evlerine şutlandı. Reza Efendinin bir masal tadındaki maceraları, koskoca bir ülkeyi yıllardır uyuturken, iki jüri üyesine şekerleme yaptırmış, çok mu diyebilirsiniz.
Hepimiz aynı gemideymişiz. Reza Efendilerin yarattığı masal aleminin kötü ruhlu cadıları, büyücüleri ve kankalarıyla aynı gemideyiz öyle mi? Geçiniz ve ne münasebet!
Bizim gemimiz 1919’da suya indirilen, 1923’ten beri kayalara, kasırgalara, korsanlara ve ahlak yoksunu sirenlere inat yüzen ve adı Türkiye olan gemidir. Yorgun düşmesi, yıpratılması, yolcularının birbirine düşürülmesi ve nihayet batması için elden geleni yapanlara inat, hala yüzmektedir ve o geminin bu tiplerle uzaktan yakından alakası yoktur. Önce bunda bir anlaşalım. Yaratmak için elden geleni yaptığınız Mankurt diyarı ile üstüne titrediğimiz memleketimizin ne ilgisi olabilir?
Her kepazelik, Cumhuriyeti haklı çıkarıyor. Her soysuzluk, hukukun ve adaletin değerini parlatıyor. Ağızlardan çıkan her yobazlık, laikliğin önemini gösteriyor. Kadınlarımıza, çocuklarımıza, emeğimize, ekmeğimize musallat olan her kötülük, çağdaşlığın vazgeçilmezliğini kanıtlıyor.
Şahane bir kurtuluş mücadelesinden sonra, bu değerlerle donatılarak halkının kalbinden yeryüzü okyanusuna indirilmiş bir gemiden, bütün ezilen halklara ve uluslara umut saçmış bir ülkeden söz ediyoruz. Nasıl aynı gemide olabiliriz? Sizin bu gemiyle ilginiz, deniz korsanlarının bir gemiye tebelleş olması kadardır.
Çocuklar salona girince, televizyonu kapatıyoruz. Yanımıza yaklaştıklarında, gazeteyi nasıl saklayacağımızı şaşırıyoruz. Rezalet ve skandallarınızdan sizin adınıza utanıyor, çocuklar sorarsa neyi nasıl anlatacağımızı düşünüyoruz. Ama bizim asıl gerçeğimiz şudur ki kıt kanaat geçinip, bin emekle sofraya getirdiğimiz ekmeği onurla bölüşüyor, çocuklarımızın gözlerine utanmadan bakıyoruz.
Bütün bu saçmalıklarda bizim ne yerimiz, ne dahlimiz, ne işbirliğimiz var. Sizinle aynı gemide değiliz, ama siz yarattığınız saçmalıklarda hep birlikteydiniz. Bölücüsüyle, Fetöcüsüyle, yozu ve yobazıyla, işbirlikçisi ve yandaşıyla hepiniz oradaydınız. O gemiler bir gün mutlaka hukuka, demokrasiye, bir arada yaşama sevinçlerimize, aydınlıklarımıza, bu ülkenin tarihine, coğrafyasına, iklimine çarpacak. Biz ancak yiten zamanlara, giden canlara, ülkemizin yorgunluklarına üzülürüz.
Aynı gemideymişiz, ne münasebet!