Anamalcı Batı dünyası komünizme karşı gerçek anlamda savaşım vermek yerine, onu kullandı diye düşündüğüm oluyor. Aralarındaki çatışmaların izdüşümünde, ABD sömürüsüne elverişli hemen her ülkede ardı arkası kesilmeyen çatışma ve bölünmeler yaşanmıştır da ondan: Her nasılsa oralarda birlik sağlanamamıştır!
ABD önce (1950’li yıllarda) bir süreliğine MacKarthy aracılığıyla kendi ülkesini, yalan ve rezalet dolu antikomünizm yaymacasının işliği (atölyesi) olarak kullanmıştı. Çok geçmeden bu denemenin suyu çıkınca, ağırlığı uluslararası boyutlara taşıdı.
Kimi ülkelerin birbiriyle sürekli savaşan iki düşman devlete ayrılması, kimilerinin de sağ-sol, gerici-ilerici, dinci-laik, faşist-demokrat gibi bölüntüler arası kanlı çatışmalara sürüklenmesi, ABD’yi, antikomünizm dünyasının en güçlü ve en güvenli koruyucusu (!) durumuna getirmişti. Oysa gizliden gizleye çarpışan iki karşıt kesimi de aynı ölçüde beslediği ortaya çıktı.
Rusya denetimindeki Sovyetler Birliği ise “bloklar arası” bu çatışmaya pes diyerek kendi isteğiyle komünizmi bırakıp anamalcılığa kapağı atınca, ABD artık kabak tadı vermiş olan bu çatışmalar yerine, yeni ufuklar açmaya girişti. Yine kendi yararına işleyecek olan, sözde “dünya demokrasisi” uğruna, bir küreselleşme tasarısını uygulamaya koydu.
Ancak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. maddesinde belirtilen “Bütün insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğarlar” ilkesi gözardı edilerek, “ayrımcı topluluklar demokrasisi” gibi garip bir kavram öne çıkarıldı. Bunun acı sonuçları, tuzu kuru varsıl ülkelerde değil, sözde gelişmekte (gerçekte geriletilmekte!) olan ülkelerde görüldü, görülüyor.
Yayılımcı Batı’ya karşı bağımsızlık savaşlarından utkuyla çıkan ve bu bağımsızlığını pekiştirecek devrimleri aynı başarıyla yoluna koyan Türkiye Cumhuriyeti de, kışkırtılan bölücü çatışmalarla güçsüz kılınmış; yerli işbirlikçilerin de katkısıyla, kolunu kanadını oluşturan Türk Silahlı Kuvvetleri, sözde faşist ve darbeci suçlamasıyla yok olma durumuna getirilmiştir. Son aşamada Barzani kuklasını oynatarak, çok tehlikeli bir biçimde yeniden karşımıza dikiliyorlar!
Oysa “Mustafa Kemal’in askerleri” hiçbir zaman demokrasi karşıtlığına yönelmemiş, yalnızca sivil yöneticilerin demokrasiyi tehlikeye düşüren açmazlarına karşı önlem almak zorunda kalmışlar ve sonra da geri çekilmeyi bilmişlerdir.
Bu arada bir zamanların “dinsiz komünistleri” tersine dönüşmüş ve “Artık dinimizle barışmalıyız”, “Çağdışı ulusalcığa son verip, halklara özgürlük tanımalıyız”, “Çağdaş Batı’ya ayak uydurmalı, bir an önce AB’ye girmeliyiz”, vb. diyerek egemen kesimlere yaranmaya çalışırken, “kahraman Türk askeri” kavramını, aşağılayıcı bir “postal” kavramına indirgemişlerdi. Onlar ki ABD sömürüsüne en ağır tehditler savurarak kafa tutmakla yetinmemiş, komünist ülkeler arasında da kendilerine en uygununu seçerek birbirlerine düşman kesilmişlerdi: Böylece altmış dolayında bölüntü türemişti. Solculuk oyunlarından başlayarak, bunları da ABD’nin beslediği açıktır.
CHP bile aykırı düşünce konularım arasında yer almaya başladı: Kılıçdaroğlu’nun, Melih Gökçek’le yaptığı “başarılı” TV tartışması, arkasından öne çıkma koşuşturmaları, TV’de Baykal rezaleti, aynı Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığa seçilmesi ve başında kasketiyle “ikinci Ecevit” söylevleri çekerek ülkede yeni bir “umut ışığı” yakma görüntüleri, kitleleri bir süre daha oyalamayı sağlamıştı. Ve o balon çoktan söndü.
Bütün bunlar, aynı yayılımcı güçlerin yazdığı senaryo olmasın? Bağımsızlıkçı tutumlarını kanıtlamış olan Atatürk, İnönü ve Ecevit’ten sonra , CHP’nin başına geçenlerin ne ölçüde CHP’li oldukları bile sorgulanmalı diye düşünüyorum.
12 Eylül sonrası devreye giren HP ve SODEP deneyimlerini geçiyorum. Yıllar boyu hizipçilikle suçlanmışken, dahası bir ara başında bulunduğu CHP’yi barajın altına düşürmüşken, Baykal niçin görevinden çekilmeyi düşünmedi? Hizip eleştirileri ve seçim başarısızlığı, bir kumpas olduğunu öne sürdüğü TV’deki rezalet olayından daha az mı ciddiydi? Niçin yeniden öne çıkmaya çalışıyor?...
CHP önderlerinin bu inatçı tutumları da aynı senaryonun bir parçası olmasın?
Son sorum şu: Kılıçdaroğlu yerine, aykırı müjdeleri tükenen AKP önderi Recep Tayyip Erdoğan’ı getirirler mi dersiniz? Nasıl olsa çelişkilere çoktan alıştık!