HABER/ŞENOL BALİ
Son yıllarda derinleşen iklim krizi ve bunun sonucunda yaşanan felaketler gazetecileri çevre ve iklim haberciliği üzerinde düşünmeye ve çalışmaya itti. Dünya medyasının gündemine 1990’lı yıllarda giren iklim veya çevre haberciliği Türkiye’deki gazetecilerin de yeni yeni uzmanlaştığı bir alan olmaya başladı. İklim haberciliğinin Türkiye'deki durumunu, bu konudaki haberlerin gündemde yeterince yer bulup bulmadığını, bu alanda çalışan gazeteci ve yayın yapan mecra sayısının yeterliliğini, doğadan yana olmanın gazetecinin tarafsızlığını zedeleyip zedelemediğini, sermaye, çıkar ilişkileri, mesleki etik konuları göz önüne alındığında, yaygın medya ile bağımsız medyanın nasıl bir sınav verdiğini, iklim haberleri yapılırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini, iklim haberciliğinin geleceğini ve Türkiye’deki gelişimini, uzun yıllardır bu alanda çalışmış gazeteciler Alev Karakartal ve Pelin Cengiz anlattı.

FELAKETLER ROL OYNADI

15 yıldır iklim ve ekoloji alanında yayın yapan Yeşil Haber Genel Yayın Yönetmeni Alev Karakartal iklim haberciliğinin son 10-15 yıl içerisinde ülkede bir alan olarak kabul edildiğini söyledi. Karakartal, “Türkiye’de özellikle son 10-15 yılda yaşanan kuraklık, aşırı ve beklenmedik yağışlar, sel, fırtına, hortum, dev orman yangınları, özellikle hayati nitelikteki tarım ürünlerinde görülen kayıplar gibi sorunlar, medyanın dikkatini bu konulara yoğunlaştırdı, habercileri değişen iklim üzerinde çalışmaya zorladı” dedi. Karakartal, doğaya büyük zararlar veren projelerin yarattığı tahribatla beraber iklim haberciliğinin daha önemli bir hal aldığını ifade etti. Yeni olan bu alanda uzman sayılacak gazeteci sayısının hala çok az olduğunu belirten Karakartal, artık birçok gazetecinin iklim krizinin sadece Antartika’da yaşanan bir sorun olmadığının farkına vardığını kaydetti.

Yaygın medya ile bağımsız medyanın bu alandaki yaklaşım ve performanslarını kıyaslayan Karakartal, “Medyanın en önemli görevlerinden biri olan toplumsal temsiliyet dengesine dikkat etme gerekliliği konusunda yaygın medyanın sınıfta kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 1980’lerden, 1990’lardan sonra merkez medyaya hakim olan kâr odaklı anlayış ‘çok satan haber’ gibi konulara evrildi. Özellikle medya sahipliğinin değişen yapısı itibarıyla ülkenin dört bir yanında yaşanan eko-kırımlarla ve bunun sorumlularıyla ilgili habercilik de olması gerektiği gibi yapılamıyor. Böyle bir manzarada ‘iklim adaleti’ gibi meseleler merkez medyanın ilgilendiği alan olmaktan çıkıyor” diye konuştu.

UMUT VERİCİ GELİŞME

Karakartal, yaygın medyanın bu tutumu karşısında bağımsız medyanın kritik bir role sahip olduğunu belirterek şunları söyledi: “Alanında uzman muhabir ile editör çalıştırma ve bunlardan bazılarının bu alanda yetkin hale gelmesini destekleme konusunda, bu mecralar halen önemli eksiklikler taşımakla birlikte iyi yerde duruyor. İçinde bulunduğumuz iklim ve biyoçeşitlilik krizi ile eko-yıkımlara gündemlerinin ön sırasında yer vermeleri umut verici. Toplumsal temsil anlamında ise bağımsız medyanın yerellerindeki ekolojik kıyımlarla mücadele eden insanlar ve sivil toplum örgütleri gibi konuyla doğrudan ilişkili kişilerinin seslerini duyması ve bunu kamuoyuna duyurması; iklim krizinden en çok etkilenen kadınlar, çocuklar, yoksullar ve yaşlılar gibi dezavantajlı kesimlere odaklanarak, iklim adaletini gündemde tutma çabasının önemi ve yarattığı fark yakın bir gelecekte çok daha iyi anlaşılacaktır.”

Yurttaş gazeteciliğinin bu alanda da etkisini gösterdiğini sözlerine ekleyen Karakartal, “Yurttaş gazeteciliğine alan açılması ve tek taraflı haber akışı sağlamak yerine karşılıklı etkileşim halinde bir habercilik pratiğine geçilmesi önemli. Yeni medya araçlarını yaygın medyaya oranla çok daha etkin kullanan bağımsız medya, iklim haberciliğindeki etkisini daha çok arttıracak‘’ dedi. Karakartal, çevre haberciliği söz konusu olduğunda gazetecinin tarafsız olamayacağını ifade ederek, bunun kişisel bir tutumdan çok mesleki bir gereklilik olduğunu savundu.

GELECEKTE ARTIŞ OLACAK

İklim haberciliğinin yakın geleceğine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Karakartal, habercilerin bu alanda daha çok uzmanlaşmak isteyeceği öngörüsünde bulundu. Türkiye’nin 6 yıldan sonra onayladığı Paris Anlaşması’nın bu alanı etkileyeceğini ifade eden Karakartal şöyle devam etti: “Önümüzdeki dönem, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iklim ve ekoloji haberciliğinin çok daha kritik bir rol oynayacağı bir medya ortamına gebe. Bu nedenle de habercilerin bu konularda uzmanlaşma çabalarının artacağını öngörmek zor değil. Uzak olmayan bir gelecekte, bilime ve bilim insanlarına kulak veren, sadece sonucu değil, nedenleri de araştıran ve aktaran, dünyanın pek çok bölgesinde yaşananları birbiriyle ilişkilendiren ve aralarındaki nedensel bağları ortaya koyan Yeşil Gazete gibi yayın organlarının sayısının artacağına kesin gözüyle bakılabilir.”

ÇOK BOYUTLU KONU

Gazeteci yazar Pelin Cengiz de Karadeniz Bölgesi’ne yaptığı bir yolculuk sırasında hidroelektrik santrali (HES) projesinin yarattığı tahribatı gördükten sonra bu alana eğildiğini söyledi. Çevre haberciliğinin çok boyutlu bir konu olduğuna dikkat çeken Cengiz; hukuk, iktisat, sivil toplum kuruluşları (STK) mücadeleleri ve küresel gelişmeler gibi konuların da yakından takip edilmesi gerektiğini vurguladı. Cengiz de meslektaşı Karakartal gibi çevre haberciliği alanında çalışan ve uzmanlaşan gazeteci sayısının hala çok az olduğu tespitinde bulundu.

Merkez medyadaki bazı patronların aynı zamanda başka ekonomik faaliyetlerde bulunduğuna dikkat çeken Cengiz, çevre haberciliğinin sermaye ile olan ilişkisine dair şunları dile getirdi:

“Bu kadar hayati, sadece bugün için değil yarınlar açısından da son derece kritik, artık insan hakları ihlali olarak değerlendirilen bir meseleye ilgi duyan gazeteci sayısı az. Bunun yanı sıra çevreyle ilgili haberlerin görünür olması, medya patronluğu dışında başka ekonomik faaliyetleri olan (madencilik, inşaat, enerji işleri vs.) patronların işine gelmiyor. Buna daha sonraları daha belirgin şekilde ortaya çıkan ‘iktidarla bozuşmamak’ için bu haberlerin yeterince görünür kılınmamasını da eklemek lazım. Bu temel sebeplerle çevre gazeteciliği muhalif ve bağımsız medya mecralarında daha çok işlenir oldu. Hala amiral gemisi denilen gazetelerde haber karartma, haberi görmeme, yapılmış haberleri yayımlamama gibi meslek adına utanç verici gelişmelerin yaşandığına tanıklık ediyoruz.”

Çevre haberciliği alanındaki kişisel deneyimlerini aktaran Cengiz, “Türkiye’de hukuk, yargı, insan hakları, parlamenter sistem, demokratik hak ve özgürlükler gibi bazı alanlarda yaşanan eksen kayması maalesef kendini en fazla medyada gösterdi. İklim adaleti ve iklim siyaseti, ekolojinin her boyutuyla ilgili bilimsel rapor ve araştırmalar, dünyadan ve Türkiye’den çevre ve yaşam alanları mücadeleleri, hukuksal süreçler, çevre ve siyaset ilişkisi ana konular. Türkiye’nin dört bir yanından yükselen mücadelelerin seslerini duyurmalarını sağlamaya çalışıyoruz, kimi yerlerdeki mücadeleler çok ses getiriyor, biliniyor ama bunların devamlılığın olması önemli. Bir kazanım elde edilmişken, daha sonra aynı yerde mücadele geriye düşüyor, sıfırdan başlamak gerekiyor. Elbette çeşitli STK’lardan, akademisyenlerden, çevre aktivistlerinden gündeme getirilmek üzere öneriler geliyor, onları da değerlendirerek yer vermeye çalışıyorum.”

Gazetecilerin görevi çevre gazeteciliği için de geçerli

Cengiz, iklim haberciliğinin gelecekte daha çok önem kazanacağını ve gazetecilerin diğer alanlarda gösterdiği hassasiyetlerin bu alanda da geçerli olacağını dile getirerek şöyle devam etti: “Gazeteciliğin temeli, nasıl insanların doğru, objektif ve tarafsız haber alma hakkına aracılık etmekse bu çevre gazeteciliği için de geçerli. Belki bir boyutuyla biraz farklı olarak. O da yaşadıkları kıyıma ve yıkıma karşı doğanın ve kendi haklarını arayamayacak varlıkların haklarından yana olmak. Elbette bu idealize ettiğimiz dünya görüşü, tüm gezegenin sadece insana ait olmadığı gerçeği ile kimi çıkar çevreleri, şirketler, siyaset alanındakiler yüzleşmek istemiyor. Bu da mücadelenin gazetecilik kısmında önemli olumsuz etkilere sebep oluyor. Haberlerin; şirketlerin, bürokrasinin ya da siyasetçilerini işine gelmemesi, haberlerin doğru olmayan verilerle yalanlanması, gazetecilerin hedef haline getirilmesi, haberlere sansür uygulanması gibi.”