Röportaj/ Canberk Beygova

Türkiye’de medyanın eriyişi, yeni kuşak gazeteci adaylarının mesleğe girişini zorlaştırdı. İstihdam alanları giderek daralırken, Türkiye’ye yayın yapan yurtdışındaki haber kuruluşları Türkiye’deki gazeteciler için önemli bir mecra olarak öne çıktı. Medyanın kronik durumunun üzerine ekonomik kriz ile yurtdışına göç trendi de eklenince, genç iletişimcilerin en merak ettikleri konulardan biri, yurtdışında nasıl kariyer yapabilecekleri oldu.

Türkiye’de başladığı kariyerini 5 yıldan fazladır yurtdışında sürdüren Çağrı Özdemir, bunu yapabilenlerden biri. Önce Katar’da El Cezire’de çalışan Özdemir, şimdilerde DW, BBC, VOA ve France 24 ortaklığında yürütülen +90 kanalının editörlüğünü üstleniyor.

Özdemir’le kariyer yolculuğunu konuştuk.

Türkiye'de mühendislerin, doktorların yurtdışına çalışmaya gittikleri alışılmış bir şey, ancak gazetecilerin göçü çok daha yeni. Sizin hikayeniz nasıl başladı?

Bir anlamda şans eseri gazeteci oldum sayılır. 2011 yılında El Cezire Türk'ün kuruluş aşamasında yüksek lisans derecesini henüz tamamlamış birisi olarak, bu alanda bir deneyimim olmamasına karşın aldığım bir teklifle mesleğe adım attım. El Cezire Türk'ün ömrü uzun olmasa da mesleğe bu denli güçlü ve küresel bir haber ağı ile adım atmak bana daha sonra merkezde çalışma fırsatını tanıdı ve kendimi bir süre sonra Katar'da, El Cezire İngilizce'de buldum. Tabii Katar'a gidişim de hemen olmadı. El Cezire Türk'ten sonra bir süre freelance gazetecilik yaptım ve hatta bir dönem gazeteciliği bırakıp bir danışmanlık şirketinde bile çalıştım. Ama sanırım bizim meslekle ilgili bir şey, bir süre sonra gazetecilik girdabına tekrar kapılıp geri döndüm.

Katar'a gitmeden önce herhangi bir mesleki kaygınız var mıydı? "Nasıl yapabilirim?" gibi bir sorun olduysa, nasıl aştınız?

Benim için Katar deneyimi iki farklı dönemden oluşuyor. İlki henüz İstanbul'da çalışırken 2013 yazında Gezi Parkı protestolarının ortasında Katar'da merkeze davet edilerek orada geçirdiğim dört aydı. O ana kadar İngilizce gazetecilik yapmamıştım ve açıkçası o günlerde mesleki olarak çok rahat hissettiğimi söyleyemem. Ama henüz Doha'ya adım atmaz kendimi dünyanın her yanından deneyimli ve parlak gazetecilere yakın dönem Türkiye siyaseti hakkında crash course (hızlandırılmış kurs) verirken buldum. Türkiye'yi içeriden birisinin tanıdığı kadar kesinlikle tanımıyorlardı ve ülkem hakkında profesyonel anlamda bilgi verdikçe özgüvenimin arttığını hissettim. Karşılığında aldığım cesaretlendirme ile orada geçirdiğim dört ay sonunda mesleğimi çok rahat icra edebileceğim sonucuna vardım.

Gazetecilik, mühendislik gibi mesleklere göre dil kullanımının daha yoğun olduğu bir alan. Başlarda bir zorlanma oldu mu, nasıl aştınız?

Katar deneyiminin ikinci bölümü olan 2015 yılına kadar bir süre İngilizce yayın yapan uluslararası haber kuruluşlarına freelance haber/analiz yazdım. Dolayısıyla o ana kadar editörlük üzerine olan mesleki deneyimim bir de yazar olarak perçinlendi ve Doha'nın ikinci raunduna geldiğimde oldukça rahatlamıştım. Tabii bol bol pratik, bol bol kendini editleme, bol bol birincil kaynak takibi vb. gibi şeyler anadilin olmayan bir dile hakimiyet için olmazsa olmaz unsurlar. Ben de her çalışkan öğrenci gibi ödevimi yaparak zorlukları aşmayı başardım. Bence en önemlisi, İngilizcenin anadilim olmadığı gerçeğini hiçbir zaman unutmayarak yardıma ihtiyaç duyduğum yerlerde çekinmeden iş arkadaşlarımın kapısını çalmaktı. Ve ne kadar şanslıyım ki etrafımdakiler bunu bir eksiklik olarak değerlendirmeyip her zaman bana yardımcı olmak için ellerinden geleni yaptılar.

Bir gazeteci olarak Türkiye, Katar ve Almanya arasındaki medya alanındaki farkları nasıl anlatırsınız?

El Cezire İngilizce küresel bir haber ağı olduğu için bölge meselelerine de küresel bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Ancak Katar merkezli olmasından dolayı Ortadoğu'ya ilişkin meseleleri de bulundukları yerden ve bölgenin sesiyle inceliyor. Buna karşın Ortadoğu meseleleri Arapça yayın yapan kuruluşlar dışında yakın bir geçmişe kadar Batı'nın diyebileceğimiz, yani daha çok eski sömürge geçmişinden dolayı bölgeyle haşır neşir olan ülkelerin medya kuruluşlarının eğildiği bir konuydu ve büyük ölçüde oryantalist bir dille işleniyordu. El Cezire bu anlamda yereli küresel ile birleştirerek bir fark yarattı ve bu da başarısının arkasındaki güvenilirlik faktörünü çok etkiledi.

Türkiye'nin durumu malum, çok fazla girmeye gerek yok. Gerçek anlamda gazetecilik maalesef acı çekiyor ve daha da acısı gerçek gazetecilik yapmak için ya ülkeyi terk etmek ya da belirsiz bir siyasi konjonktürle uğraşmanız gerekiyor.

Almanya ise çok köklü bir basın geçmişine sahip. Bu ülkede yüz binlerle ifade edilen tirajlara sahip yerel ya da bölgesel gazeteler var. Ancak küresel medyanın rekabetçiliğini maalesef Almanya'da göremiyorum. Almancanın İngilizce kadar geniş kitlelere ulaşmaması bunun bir nedeni, diğer nedeni de sanırım Almanya'nın sosyal demokrat geçmişinden dolayı kapitalist rekabetçiliğin bir ABD ya da Britanya'ya kıyasla medya ortamında yeterince vücut bulmamasından kaynaklanıyor. Bu da bakış açılarını ve gazeteciliğin yapılış biçimini şüphesiz etkiliyor.

El Cezire sonrasında, Ortadoğu'da İngilizce yayın yapan çeşitli sitelerde hem yorum sayfalarını hazırladın, hem de yorumlar yayınladınız. Türkiye'de ise artık "analiz" kelimesi esprili bir şekilde kullanılıyor, çok eleştiri var. Sizce bu tarz içerikler nasıl üretilmeli, nelere dikkat ediyorsunuz?

Gazeteciliğin kuralı aslında evrensel diyebiliriz. Görüş ve karşı görüş. Yazdığınız yazının ya da ürettiğiniz diğer içeriklerin doğasına bağlı olarak işleyiş şekliniz değişebilir ama ortak nokta dengeli olma gerekliliği. Ben de yazdığım yazılar olsun ya da bugünlerde üretim sürecine katkıda bulunduğum videolar olsun bu denge unsurunu gözetmek için elimden geleni yapıyorum. Hep söylenen bir şeydir, gazetecilik nesnel olmalıdır. Karşısında ise tam nesnellik diye bir şey olmadığını söyleyen bir grup vardır. Nesnellik kavramını ben de sorunlu buluyorum, neticede hepimiz yetiştiriliş şeklimize ve hayat deneyimimize bağlı olarak bazı yargılara ve önyargılara sahibiz ve bu parametrelerde yüzde 100 bir nesnellikten bahsetmek oldukça güç. Kanımca doğru kelime burada tarafsızlık ya da yansızlık diye ifade edebileceğimiz "impartiality" sözü. Yani nesnel olmanız mümkün değil, ama en azından yansız olmak için elinizden gelen çabayı gösterebilirsiniz.

1 yılı aşkın süredir +90'ın Youtube editörlüğünü üstleniyorsunuz. Bu kanalı oluşturan 4 kurum arasındaki iş birliği nasıl sağlanıyor? Türkiye'den size haber hazırlamak isteyen gazeteciler neler yapmalı?

Ben dört ülkenin kamu yayıncısı olan Deutsche Welle, BBC, Voice of America ve France24 arasında geliştirilen bu ortak projede işin DW tarafındayım. Operasyon Berlin'den koordine ediliyor ve partnerler kendi editoryal bakış açılarıyla içerik sunuyor. Bizi birleştiren temel unsur ise yukarıda bahsettiğim temel gazetecilik prensiplerini gözeten editoryal yaklaşımlarımızın büyük ölçüde örtüşmesi. Dolayısıyla iş akışının koordinasyonu dışında iş birliği için özel bir çaba gösterilmesine ihtiyaç duyulmuyor. Çok sayıda gazeteci ile çalışıyoruz. Ancak yaptığımız iş YouTube dinamiklerine uygun, oradaki dili dikkate alan bir içerik üretim sürecinden geçtiği için birlikte çalıştığımız gazetecilerden özellikle Z kuşağını anlayan ve ilgiyi ilk saniyeden itibaren ayakta tutacak işler çıkarmalarını bekliyoruz. Gazetecilik geçmişi olmayan, ama bahsettiğim dinamikleri iyi anladığını düşündüğümüz video grafiker arkadaşlara da kapımız açık ve o profille de birlikte birçok iş başardık. Bize resmi kanallardan yazsınlar, muhakkak dönüş yaparız.

Yurtdışında gazetecilik yapma imkanını araştıran gençler neler yapmalı, nerelere bakmalı?

Güzel haberler vermek isterdim ama bu konuda imkanlar maalesef çok kısıtlı. Öncelikle iyi bir gazeteci Türkiye hakkında yazıyor ve çiziyorsa kesinlikle Türkiye'ye yerleşik olmalı. Benim gibi yurtdışında bulunan ama editoryal bir pozisyonda bulunan gazeteciler de Türkiye'de sürekli sahayla irtibat halinde ve sahadaki gazeteciler sayesinde var olabiliyorlar. Benim rutin bir mesaide iş konusunda konuştuğum insanlar çoğunlukla Türkiye'de sahada olan gazeteci arkadaşlar, ofis insanları değil. Bir diğer zorluk da yurtdışında Türkçe gazetecilik yapmak için seçeneklerin sınırlı oluşu. DW ya da BBC gibi büyük haber ağları malumunuz. Ancak siz Türkçe dışında bir dilde gazetecilik icra etmeyecekseniz yurtdışında başka meziyetlerle ya da kalifikasyonlarla bir yer edinme çabasına girişmelisiniz. İşinizi Türkçe dışında yapabileceğiniz bir veya birkaç dil hakimiyeti bu konuda önemli bir başlangıç olabilir. Ayrıca Türkiye'de kısmen bakir olan bazı gazetecilik alanlarında Türkçe'nin üzerine koyabileceğiniz özellikleriniz bazı kapıları açmanızı sağlayabilir. Örneğin veri gazeteciliği, veri görselleştirme, hareketli grafikleri gazetecilik ile birleştirme gibi alanlarda Türkiye'de kendinizi gösterebileceğiniz çok fazla alan var ve bu yöndeki özelleşmeniz, beraberinde başka dillerde iş yapabiliyorsanız daha fazla kapı açacaktır.

Kariyerinizi nasıl devam ettirmeyi düşünüyorsunuz?

Gazeteciliğe başladığım 2011 yılından beri mesleğimi icra ettiğim dördüncü ülkedeyim. Görüş makaleleri editörlüğü yaparak başladığım kariyerim, aynı işi İngilizce yapma, sonrasında analiz yazma, haber masası vardiyasına girme, sosyal medya editörlüğü, sosyal video editörlüğü ve geldiğim noktada ise +90'da YouTube için üretilen içeriklerin editörlüğüne geldi. Neticede yaşadığımız dünyanın gerçekliğinde sürekli kendimizi geliştirmemiz ve kendimize yeni kalifikasyonlar eklememiz gereken bir iş yapıyoruz. Dolayısıyla bundan sonraki aşamada kendimi hangi ülkede ve hangi yayın kuruluşuyla birlikte iş yaparken bulurum bilemiyorum, ama bildiğim bir şey var ki mutlaka yeni bir şeyler öğrenmeli ve bunları meslekte uygulamalıyım: Belki de yarım bıraktığım kod yazımı öğrenme çalışmalarıma geri dönmeliyim.

+90 nasıl karşılandı, nasıl tepkiler alıyorsunuz?

+90'ın karşılanış şekli aslında Türkiye'nin içinden geçtiği medya kutuplaşmasının adeta bir mikrokozmosu. Henüz yayına dahi geçmeden, içeriğine ve editoryal duruşuna bakılmadan bazı çevrelerce partnerlik yapısından dolayı "Mahşerin Dört Atlısı" yakıştırmalarıyla karşı karşıya kaldı. Yani sanki dört yayın organı birleşmiş de yurt dışından Türkiye'yi yıpratmaya çalışıyormuş gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Tabii gerçek çok kısa süre sonra ortaya çıkacaktı. "Tarafsız gündeme bağlan" sloganıyla yola çıkıp, tam da Türkiye'deki kutuplaşmış medya ortamına yansız bir bakış açısı getirmeye çalıştık. Sanırım mesaj asıl muhatabına, yani hedeflediğimiz 18-24 ve 25-34 yaş grubuna ulaşmış ki bir yılda 250 bin aboneye ulaştık ve an itibarıyla 350 bine merdiven dayamış durumdayız. Sayılar bence tepkileri ölçme konusunda yeterince açıklayıcı.