Bugünlerde, Suriyeli Mültecilerin durumu ile ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklamaları sonrası, politika değişikliğinin söz konusu olacağı yönünde bir beklenti konuşuluyor. Oysa, 2014 yılında çıkan 6458 nolu yabancılar ve uluslararası koruma kanununun 4. maddesi açıkça geri göndermeme ilkesini vurgulamaktadır. Dolayısı ile bir yasa değişikliği için hazırlık olmadığı ve meclisin de tatilde bulunduğu düşünülürse, yaklaşık 3.6 milyon mülteci ile,sekiz yıldır devam eden ortak yaşamımız sürecek. Gönül isterdi ki, Suriyeli Mülteciler için toplumumuza uyum ve entegrasyon noktasında her türlü sosyomedikokültürel projenin geliştirildiği makro politikalarımız olsun ve Amerika’daki değişik uluslardan gelen bireylerin ABD ekonomisine kazandırdığı katma değer benzeri bir yapı ülkemiz için de yapılandırılabilsin.

Kamu Kuruluşları ve bazı sivil toplum örgütleri başta olmak üzere bir çok organizasyon halihazırda zorunlu göç ile ülkemizde bulunan mülteciler için sağlık,dil eğitimi, istihdam ve sosyal uyum projeleri yürütmekte, fonlanması da kamu bütçesi ve çok az olarak da AB, BM ile ABD kaynaklı yapılmaktadır.

Konu 3.6 milyon kişilik bir kitlenin sirkülasyonu olunca, birçok salgın hastalık ile beraber toplum sağlığını ilgilendiren tıbbi komplikasyonları akla getirmek çok doğal olacaktır.

Henüz çok bariz tıbbi istatistik sonuçları yayınlanmamış olsa da ülkemizde yıllardır birinci basamak hekimlerin özverili çalışmaları ile dünya standartlarının üzerinde büyük bir başarı ile geriletilmiş olan verem, kızamık gibi bulaşıcı hastalıkların ivmelenmesi, tıbbi toplantılarda meslektaşlarımızca dile getirilmeye başlanmıştır. Yine de, göçmen ve mülteci sağlığı kapsamında, başta salgınlar ve kronik beslenme bozukluklarına yönelik pandemiler ile kitlesel akut problemlerin yaşanmamış olması, ilgili kamu çalışanlarının fedakarca yaptıkları gayretler ile sözkonusu olmuştur.

Her suriyeli mülteci, savaş nedeni ile ülkesini terkeden bir birey olarak posttravmatik stres sendromu ve/veya anksiyete ile karşı karşıyadır, dolayısıyle psikolojik desteğe ihtiyacı vardır. Ayrıca,gelecek kaygısı,dışlanmışlıklar ve geri gönderilme korkusu depresyonlarını derinleştirmektedir.Bu psikolojik spektruma çocuk işçilikten Suriyeli kadınlarla evliliğe kadar bir çok sosyolojik sorun dalgası da eklemlenmektedir. Şimdilik münferit birkaç haber olsa da,bu sosyolojinin kriminal düzleme sıçramaması düşünülemez.

Aşılama ,yeterli beslenme, hijyen ve yaşlılar ile kronik hastalıklara maruz mülteciler de önemli konu başlıkları.

Mülteci, Birleşmiş Milletler (BM) Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’nde net olarak tanımlanmıştır: Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi.

Mülteciler, güç yaşam koşulları başta olmak üzere bir çok nedenle sağlık açısından en savunmasız gruplardandır. Dünyada artan çatışmalar ve küresel iklim değişiklikleri, mülteci sorununun yakın gelecekte yok olmayacağını açıkça ortaya koyduğu gözönüne alınırsa, ülkemizin günümüzde ve gelecekte projekte edilecek göç sorunları için şimdiden makro politikalar oluşturmasında yarar olacaktır.