Merhaba, size kendimi tanıştırayım: Ben bu hayatta görüp görebileceğiniz en şuursuz insan Öncel! Beynim yarım lobla çalışıyor benim.
Tabii ona ne kadar çalışmak denirse...
Genelde hiç düşünmeden konuşup sık sık başımı derde sokar, hiç düşünmeden hareket edip ölümlerden falan dönerim.
Aslında bedavaya yaşıyorum da denilebilir.
Koruma meleklerim izinsiz tam mesai çalışıyorlar.

***

İki gün önce yine unutulmaz bir gerizekalılığa adımı yazdırdım mesela.
Bu kavanoz dipli dünyaya efsanevi bir şekilde veda edecektim ki, yine artık beni koruyup kollamaktan yorulup istifa noktasına gelen meleklerim korudu da hala nefes alabiliyorum.
Bir yılan tarafından alnımın ta ortasından sokulup ölüp gidecektim.
Peki neden?
İşte dedim ya, yarım lobum var benim.
Olayı anlatayım:
Annem, annemin kedisi Şifa, benim köpeğim Ayşe ve bendeniz Çeşme Ovacık'ta oturan arkadaşlarım Lucie ve Marc'ın evine birkaç gün konuk olduk.
Ev dediğim bir çiftlik aslında. Böyle tarlalı, tavuklu, kedili, köpekli ve artık öğrendik ki bir de yılanlı gerçek bir çiftlik.
Evet evet bildiğiniz yılan. Öyle solucandan hallice, ince sipsi tipli bir şey değil.
Böyle babaçko, filmlerde belgesellerde gördüğümüz cinsten.
İşte yıllardır herhangi bir sürüngenin izine bile rastlanmamış o çiftlikteki o babaçko yılan, ki adı Şakir olsun içimden öyle geldi şu an, benim botoks zamanımın gelmiş olduğunu anlarcasına pat dedi önüme çıktı.
Hem de evin içinde.
Mutfakta...

https://youtu.be/jLlqwz_sSrg

Ben hayatımda ilk kez bu büyüklükte ve renkte yılan gördüğüm için nedense denyo bir coşkuya kapıldım.
Yılanı ilk fark eden ve ev ahalisini korkutmamak için sakin bir sesle "aaa evde yılan var" deyip yine sakince depoya uzun saplı süpürge almaya giden Lucie'nin aksine hemen telefonuma sarılıp bir natgeo belgeselcisi havasıyla hayvanın yanına gittim.
Yanına gitmekle kalmayıp bir de Şakirciğin çok afedersiniz gözünün dibine girdim.
Ay bir de habire konuşuyorum salak salak.

***

Elimdeki telefona dünyanın parasını vermişim ama kamerasının zoom yapma özelliği o sırada aklıma gelmiyor. Uzaktan yakın çekim yapmak yerine yakından çok yakın çekim yapmayı tercih ediyorum. Peki neden? Evet, bildiniz: yarım lob!
Benim bu lüzumsuz laubaliliğimden Şakir hiç hoşlanmadı tabii. Ve birden havaya dikilip kendini şişirip pıhhhhh'lamak suretiyle suratıma bir hamle yaptı.
Yemin ederim tam iki kaşımın ortasından botoksu yemem salise meselesiydi.
Artık insana korkuyla nasıl bir güç geliyorsa benden beklenmedik bir çeviklikle evin diğer ucuna uçtum. Ve tabii tüm bunları kameraya almış bulundum. Sosyal medya hesaplarımı takip edenler bu Oscar'lık performansıma bizzat şahit oldular.
Orası da başka bir yazı konusu. Postun altına yılanın türü ile ilgili öyle çok fikir beyan edildi ki, ülke insanın sürekli caz ve belgesel takıldığına artık ikna oldum.
Yalnız arada abartanlar oldu tabii. Piton diyen mi ararsın, boğa yılanı olduğunu iddia eden mi?
Yok Nil timsahı!

***

Off yine lafı çok uzattım, köşe sınırlarına dayandım. Finali kısa kesmek zorundayım.
Şakir o hengamede kaçtı. Ama dışarı mı kaçtı yoksa evin içine mi bilemiyoruz.
Eve ilaçlama şirketi geldi falan filan.
Ama Şakir'den bir ize rastlanmadı. Umarım sağ salim çoluğuna çocuğuna kavuşmuştur.
Yaşadığı travmayı çabuk atlatır ve bir daha böyle maceralara atılmaz.
Aklıma geldikçe ne yaşadım ben öyle diyorum.
Manşetler gözümün önünde: Hayvan sevgisi öldürdü!
Cenazemde millet birbirine videoyu gösterip gözyaşları içinde gülüyor falan...
Neyse... Bir dahaki şuursuzluğumda görüşmek üzere!