Nissan yedi fabrika kapatıp 20 bin çalışanı işten çıkaracak Nissan yedi fabrika kapatıp 20 bin çalışanı işten çıkaracak

Küresel sahte ürün ticareti, her geçen yıl daha karmaşık ve organize bir hal alarak dünya ekonomisi, marka sahipleri ve tüketiciler için ciddi bir tehdit oluşturmaya devam ediyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ile Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) tarafından ortaklaşa hazırlanan ve 2024 yılında yayımlanan son rapor, bu karanlık ticaretin boyutlarını ve Türkiye'nin bu tablodaki yerini bir kez daha gözler önüne serdi. 2020-2021 dönemine ait küresel gümrük yakalama verilerinin analiz edildiği "Sahte ve Korsan Ürün Ticaretinde Küresel Eğilimler ve Uygulama Zorlukları 2025" başlıklı rapor, Türkiye'nin sahte ürün ihracatında Çin'in ardından ikinci sırada yer aldığını ve özellikle giyim, ayakkabı, deri ürünleri ve elektronik eşya gibi sektörlerde önemli bir kaynak ülke konumunda olduğunu ortaya koydu. Bu durum, hem Türkiye'nin uluslararası ticaretteki imajını olumsuz etkiliyor hem de yerli ve yabancı marka sahiplerinin fikri mülkiyet haklarının korunması konusunda ciddi endişeler yaratıyor. Rapor, sahte ürün ticaretinin sadece ekonomik bir sorun olmakla kalmayıp, aynı zamanda halk sağlığı ve güvenliği açısından da önemli riskler taşıdığının altını çiziyor.

Çin liderliğini koruyor, Türkiye'nin rolü değişiyor mu?

OECD ve EUIPO'nun ortak raporuna göre, Çin küresel sahte ürün ticaretinin tartışmasız lideri konumunu sürdürüyor. Dünyada el konulan tüm sahte ürünlerin yaklaşık yüzde 45'i Çin menşeli olarak kayıtlara geçerken, Hong Kong (Çin) da bu alanda önemli bir rol oynuyor. Ancak, rapor Türkiye'nin bu tablodaki yerine ilişkin ilginç bir değişime işaret ediyor. Daha önceki yıllarda Türkiye, menşe ekonomileri listesinde daha üst sıralarda yer alırken, son verilere göre 2020 yılına kıyasla 2021 yılında Türkiye menşeli olarak ele geçirilen sahte malların toplam değerindeki ülke payında bir düşüş olduğu görülüyor. Buna karşılık, Çin ve Hong Kong'un (Çin) ele geçirilen sahte malların toplam değerindeki paylarının arttığı belirtiliyor. Bu durum, Türkiye'nin sahte ürün üretiminde bir gerileme yaşadığı anlamına mı geliyor, yoksa yakalama ve denetim mekanizmalarındaki değişikliklerden mi kaynaklanıyor, bu konuda daha detaylı analizlere ihtiyaç duyuluyor.
Ancak, raporun bir diğer önemli tespiti, Türkiye'nin ele geçirilen sahte mallar için menşe ekonomilerindeki öneminin, bir ölçüde stratejik coğrafi konumu ve modern lojistik altyapısıyla da açıklanabileceği yönünde. Türkiye'nin Avrupa, Asya ve Ortadoğu arasında bir köprü konumunda olması ve önemli ticaret yolları üzerinde bulunması, ülkeyi sahte ürünler için tercih edilen bir transit güzergahı haline getiriyor. OECD'nin elde ettiği gümrük verilerine göre, Türk gümrük makamları tarafından 2023 yılında gerçekleştirilen tüm sahte ürün yakalamalarının yüzde 21'inin ithalat prosedürleriyle ilgili olduğu, yüzde 19'unun transit geçişlerle ve yüzde 26'sının ise depolama (antrepo) operasyonlarını içerdiği görülüyor. Bu da, Türkiye'nin sadece bir üretim merkezi değil, aynı zamanda küresel sahte ürün ağının önemli bir kavşak noktası olduğunu gösteriyor.

"Yatkınlık" endeksinde Türkiye yine üst sıralarda: Hong Kong ve Lübnan ile zirveyi paylaşıyor

OECD'nin ayrı bir analizinde, ülkelerin sahte ürün ihracatına olan "yatkınlığına/eğilimine" bakıldığında, Türkiye yine öne çıkan ülkelerden biri oluyor. OECD, bu eğilimi "GTRIC-e" (Genel Ticaretle İlişkili Sahtecilik Endeksi - ekonomiler için) adı verilen özel bir endeksle ölçüyor. Bu endekste yüksek skorlar almak, ya o ülkeden yüksek miktarda sahte ürün ihraç edildiğini ya da ülkenin toplam ihracatı içindeki sahte ürün oranının yüksek olduğunu gösteriyor.
Rapora göre, Türkiye bu GTRIC-e endeksinde Hong Kong (Çin) ve Lübnan ile birlikte ilk üç sırayı paylaşıyor. Bu durum, Türkiye'nin sahte ürün ihracatına olan yatkınlığının hala çok yüksek olduğunu ve bu konuda ciddi önlemler alınması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Suriye, Andorra ve Arnavutluk gibi ülkeler de bu alanda öne çıkan diğer ekonomiler arasında yer alıyor. Bu endeks, sadece mutlak yakalama rakamlarına değil, aynı zamanda bir ülkenin ticaret hacmi içindeki sahte ürün yoğunluğuna da odaklandığı için önemli bir gösterge niteliği taşıyor.

En çok hangi ürünlerin sahtesi yapılıyor? Giyim ve ayakkabı zirvede, tehlikeli ürünler de listede!

Sahte ürün ticaretinde en sık rastlanan kategoriler arasında giyim eşyaları ve ayakkabılar başı çekiyor. OECD ve EUIPO raporuna göre, giyim eşyaları toplam sahte ürün yakalamalarının yüzde 21,6'sını oluştururken, ayakkabılar ise yüzde 21,4'lük bir paya sahip

. Bu iki kategoriyi deri ürünleri ve elektronik eşyalar takip ediyor. Bu durum, 2017-2019 dönemindeki verilerle de tutarlılık gösteriyor ve sahtecilerin özellikle bu dört sektöre odaklandığını ortaya koyuyor.
El konulan sahte malların değeri açısından bakıldığında ise, sahte saatler ve ayakkabılar küresel olarak toplam el konulan değerin sırasıyla yüzde 23'ünü ve yüzde 15'ini temsil ederek en üst sıralarda yer alıyor. Bu veriler, sahtecilerin genellikle nispeten dar bir ürün kategorisi yelpazesinde kaldığını ve özellikle yüksek değerli, yüksek talep gören mallara odaklandığını gösteriyor.
Ancak, rapordaki en endişe verici bulgulardan biri de, sağlık ve güvenlik riski taşıyan sahte ilaçlar, kozmetikler, gıda maddeleri ve oyuncakların da sıklıkla ele geçirilmesi. Hatta, otomotiv yedek parçaları gibi kritik ürünlerin bile sahtelerinin piyasada dolaştığı belirtiliyor. Herhangi bir güvenlik testinden geçmemiş olan bu ürünler, tüketiciler için çok çeşitli sağlık, güvenlik ve çevre riskleri oluşturabiliyor. Bu durum, sahte ürün ticaretinin sadece ekonomik bir kayıp değil, aynı zamanda ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu da açıkça ortaya koyuyor.

İnternet ve e-ticaret sahteciliği körüklüyor, KOBİ'ler daha savunmasız

OECD ve EUIPO raporu, sahte ürünlerin özellikle çevrimiçi platformlar ve e-ticaret siteleri aracılığıyla hızla yayılabildiğine dikkat çekiyor. Sahte ürün üreticileri, tüketici talebine anında yanıt verebiliyor ve reklamlar, pop-up'lar ya da sahte internet siteleri aracılığıyla doğrudan tüketiciye ulaşabiliyorlar. Bu durum, gümrüklerin ve denetim mekanizmalarının işini daha da zorlaştırıyor. Özellikle küçük paketler halinde ve posta yoluyla gönderilen sahte ürünlerin tespiti oldukça güçleşiyor. Rapor, 2020-2021 döneminde ele geçirilen gönderilerin yüzde 79'unun ondan az ürün içerdiğini, bu oranın 2017-2019 döneminde yüzde 61 olduğunu belirtiyor; bu da daha küçük ve parçalı gönderilere doğru bir kayma olduğunu gösteriyor.
Raporda ayrıca, büyük markaların kendi kaynakları ve bilgileriyle gümrük uygulamalarını desteklemesinin, genellikle sadece kendi markalarının korunmasını sağladığı belirtiliyor. Bu durum, daha sınırlı kaynaklara sahip olan küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ) fikri mülkiyet haklarının daha az korunmasına ve onların ürünlerinin sahteciler tarafından daha kolay hedef alınmasına yol açabiliyor. Bu da, KOBİ'lerin rekabet gücünü zayıflatıyor ve ekonomik gelişmelerini olumsuz etkiliyor.

Türkiye'nin sahte ürün karnesi: Geçmişten bugüne değişen ne?

Türkiye'nin sahte ürün ticaretindeki konumu, geçmiş yıllara ait raporlarla karşılaştırıldığında bazı ilginç dinamikler ortaya koyuyor. Örneğin, OECD ve EUIPO'nun 2011-2013 yıllarını kapsayan bir önceki raporunda da Türkiye, Çin'den sonra dünyanın en fazla sahte ürün üreten ikinci ülkesi olarak belirlenmişti. O dönemde, küresel sahte ürün imalatının yüzde 63,2'sini Çin oluştururken, Türkiye'nin bu sektördeki payı yüzde 3,3 olarak kaydedilmişti. Bu oran, Türkiye'nin toplam ihracatının yaklaşık yüzde 0,98'ine denk geliyordu.
Daha güncel verilere işaret eden ve 2021 tarihli bir başka OECD/EUIPO raporuna atıfta bulunan kaynaklar ise, Türkiye'nin sahte ürün ticaretinde Çin ve Hong Kong'un ardından üçüncü sıraya yükseldiğini ve son üç yılda Türkiye'nin bu alandaki payında 3 katlık bir artış yaşandığını belirtiyor. AB gümrüklerinde elde edilen verilere göre ise, Türkiye'nin tekstil ve ilaç sektörlerinde Çin'i geçerek ana kaynak haline geldiği ifade ediliyor.
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Sinan Öncel ise daha da çarpıcı bir iddiada bulunarak, Türkiye'nin taklit ve sahte üründe dünyada ilk sırada yer aldığını ve özellikle sahil kesimlerinde dünyaca ünlü markaların kopya mağazalarının açılmaya başlandığını belirtiyor. Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneği (TASD) Başkanı Berke İçten de, Türkiye'de yılda 200 milyon çift sahte ayakkabı üretildiğini açıklıyor.
Bu farklı veriler ve değerlendirmeler, Türkiye'nin sahte ürün ticaretindeki yerinin karmaşık ve dinamik bir yapıda olduğunu gösteriyor. Ancak, tüm raporların ortak noktası, Türkiye'nin bu alanda önemli bir oyuncu olduğu ve bu durumun hem ülke ekonomisi hem de uluslararası itibarı açısından ciddi sorunlar yarattığı yönünde.

Sahtecilikle mücadele: Hukuki yaptırımlar ve tüketici bilinci

Sahte ürün ticaretiyle mücadele, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde kapsamlı ve koordineli bir çaba gerektiriyor. Marka sahiplerinin, fikri mülkiyet haklarını korumak için hukuki yollara başvurmaları, gümrüklerde ve piyasada denetimlerin artırılması, e-ticaret platformlarının sorumluluklarının belirlenmesi ve tüketicilerin bu konuda bilinçlendirilmesi, mücadelenin önemli ayaklarını oluşturuyor.
Türkiye'de, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) kapsamında, başkasına ait marka hakkına tecavüz ederek sahte ürün üretmek, satmak, ithal veya ihraç etmek suç olarak tanımlanıyor ve bu suçu işleyenler bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılabiliyor. Marka sahipleri, sahte ürün satışı yapanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunarak hukuki süreç başlatabiliyorlar.
Ancak, yasal yaptırımların yanı sıra, tüketicilerin de bu konuda bilinçli olması büyük önem taşıyor. Uzmanlar, internet üzerinden yapılan alışverişlerde "güven damgası" gibi sertifikalara dikkat edilmesi, aşırı ucuz ürünlere şüpheyle yaklaşılması ve ürünlerin yetkili satıcılardan alınması konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Tüketicilerin sahte ürün talebini azaltması, bu yasa dışı ticaretin önüne geçilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Sonuç olarak, OECD ve EUIPO'nun son raporu, Türkiye'nin sahte ürün ticaretiyle mücadelede daha etkin ve kararlı adımlar atması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu sorun, sadece ekonomik bir kayıp değil, aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünü, yatırım cazibesini ve marka değerini de olumsuz etkileyen ciddi bir tehdittir. Fikri mülkiyet haklarının korunması, inovasyonun teşvik edilmesi ve adil bir ticaret ortamının sağlanması, Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşması için vazgeçilmezdir.

Kaynak: HABER MERKEZİ