Müzisyen ve besteci Ömer Özgeç’le tanışmamız şöyle oldu: 2002’nin Aralık ayında Bilkent Üniversitesi Edebiyat Bölümünce düzenlenen “Melih Cevdet Anday Sempozyumu”nun yapılacağı kata çıkmak üzere asansöre girdiğimde Tahsin Yücel’le ve tanımadığım (kadın-erkek) iki kişiyle karşılaştım. Biz Tahsin Bey’le oracıkta kucaklaşıp özlem giderirken onlar bize bakıyordu. Asansörden çıkar çıkmaz tanıştık: Birisi, sırtında çantası ve elinde gitarıyla Ömer Özgeç, yanında da eşi mimar Mukadder Özgeç’ti. Ömer, Melih Cevdet’ten bestelemiş olduğu şiir ezgileriyle bir dinleti sunmaya çağrılmıştı. O gün bu gündür Özgeçlerle can dostu olduk. Kızları Güneş Özgeç de nitelikli bir müzik sanatçısı: O da besteler yapıyor, gitar çalıyor, konserler veriyor.

Ömer Özgeç’le söyleşiye geçelim şimdi:

 Sevgili Ömer, seni piyasalardan özenle kaçınmış nitelikli bir müzik sanatçısı olarak biliyorum. Müzik ve yazın dünyasındaki dostların da öyle biliyor. Burada sayamayacağım denli çok sayıda ozanımızın şiirlerini besteledin, kendine özgü ağız armonikan ve gitarınla sayısız dinletiler sundun. Buna karşılık magazin sayfalarında yer almıyorsun. O nedenle istedim ki 9 Eylül okurları ile Ege’nin sanatseverleri seni daha yakından tanısın. Şimdi sana, belki yüzlerce kez sorulan soru, senin de yüzlerce kez verdiğin yanıtla başlamak istiyorum: Böylesine ilginç bir sanat biçimine nasıl yöneldiğini anlatır mısın?

-Bizim Saray musıkimizde de, Halk müziğimizde de sözler güzeldir, şarkılarda, türkülerde yerli yerindedirler. Ama hafif müzikte şarkı sözleri (iyi örnekleri olmakla birlikte) beni çoğu kez rahatsız etmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Batıda yapılan müziklere benzer müzikler yapma çabası sözlerde de öykünmeyi, dolayısıyla yabancılaşmayı getirmiş. Benim çocukluğumda böyleydi, şimdi de böyle olduğunu görüyorum. Çok zengin bir şiir dünyamız, yazın dünyamız var ama müzisyenlerimiz bu dünyadan yeterince beslenmiyorlar. Bu kesim dilimizin anlatım gücüne, kıvraklığına gündelik dille ulaşılamayacağına, bunun için yazınsal değeri yüksek anlatılar, öyküler, şiirler okumak gerektiğine inanmıyor gibiler. Yarım yamalak ingilizce biliyorlar belki ve onunla idare etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden uzunca bir süre, daha çok ingilizce, biraz da italyanca ve fransızca şarkılar söylemiştim gençliğimde; türkçe sözlü şarkılar söylemek gelmemişti içimden. Ama hep güzel sözlü türkçe şarkılar söylemek özlemi içindeydim. Sonunda buna ulaşmanın yolunun kendi bestelerimden geçeceğini biraz geç de olsa anladım. Ankara’da Çağdaş Sahne Tiyatrosu’nda çalışırken oyunlar için şarkılar yapıyordum, ama o başkaydı. Artık her şeyden bağımsız şarkılar yapmak istiyordum. Söz yazıp bestelemeye başladım. Önce sözleri de kendim yazıyordum, bir rastlantıyla şiire yöneldim. Rıfat Ilgaz’ın 50. sanat yılı dolayısıyla düzenlenen gece için R. Ilgaz’dan bir şiir bestelemem istenmişti. “Alişim” şiirini seçtim, çalıştım ve besteledim. Rıfat Ilgaz’ın 50. sanat yılı gecesinde de çalıp söyledim. Gece’yi Şan Sineması’nda yapmıştık. Bu olaydan sonra şiire başka bir gözle bakar olmuştum. Şiiri bestelerken karşılaştığım zorlukları çözmek beni coşturuyordu.

Sevgili Mehmet Abi, Melih Cevdet Anday’ın “Orta Yaşlı Kadın” şiirini ben 1984 yılında bestelemiştim. Sen de bu şiiri çözümlemişsin ve ŞİİRİN ORTAK PAYDASI Şiirbilime Giriş kitabında “Çözümlemeler” bölümüne koymuşsun. Bu kitabı imzalayıp bize gönderdiğinde yıl 2004’tü. Yani o şiiri besteledikten tam yirmi yıl sonra senin bu şiir için yaptığın çözümlemeyi okuduğumda doğru yolda olduğumu anlamıştım ve çok sevinmiştim. Şarkımı sana dinletmek için sabırsızlanıyordum. Uygun bir kayıt yapar yapmaz şarkıyı facebookta paylaştım, sana da haber verdim. Sen de dinleyip bana şöyle bir ileti yazmıştın:

“Ömerciğim, telefon konuşmasından sonra facebooku şöyle bir kurcaladım ve senin sayfanı buldum. Orada ‘Orta Yaşlı Kadın’ı dinlerken içinde yaşar gibi oldum, çünkü aylarca o şiirin gizemini çözebilmek, ses ve kavram zerreleriyle nasıl bir dizge kurulmuş olduğunu görebilmek için uğraş vermiştim. Bir de o zerreleri senin ezgilerinde algılamak anlatılmaz bir coşku verdi bana.”

 Ömerciğim, hangi ozanların şiirlerini besteledin? Bu arada yaptığın çalışmaların bir dökümünü yapabilir misin? Belki söyleyeceklerin bu sayfaya sığmaz, ama birazını da sayısal olarak belirtir misin?

-Nâzım Hikmet, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın tek tek onlarca şiirlerinin yanı sıra bu ozanların uzun soluklu şiirlerini de besteledim: Nâzım Hikmet’ten “Jokond ile Si-Ya-U”, Oktay Rifat’tan “Agamemnon” ve Melih Cevdet Anday’dan “Teknenin Ölümü” bunlardandır. “Jokond ile Si-Ya-U” bir rock müzikali olarak bestelenmiştir. Bu üç ozanla birlikte yirmi bir ozanın şiirlerinden şarkılar bestelemişim: Cemal Süreya, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Halim Şefik, Turgut Uyar, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Can Yücel, Rıfat Ilgaz, Arif Damar, Attila İlhan, A. Kadir, Orhan Veli, Cevat Çapan ve Yunus Emre. William Shakespeare (çev. Talat Sait Halman), Odisseus Elitis (çev. Cevat Çapan) ve Ariel Dorfman (çev. Gönül Çapan)’dan da birer şarkım var. Bu şarkılarımın bir bölümü “Sevgilerde”, “Nerde Yatmalı”, “İşte Buluştuğumuz Yer” ve Yunus Emre’nin deyişlerinden oluşan on şarkılık “Gül Alırım Gül Satarım” adlı şarkı demetlerimde yayımlandı. “Sevgilerde” ve “Nerde Yatmalı” kaset olarak çıkmıştı, öbür ikisi CD olarak. Bu albümlerdeki şarkılara ve daha başkalarına Spotifile, Itunes ve YouTube kanallarından ulaşılabilir.

 İzmir’de ya da Ege’de dinleti verdiğin oldu mu?

-1986 yılında Dikili Festivali’ne çağrılıydım, festivalin açılışını Jülide Gülizar yapmıştı, ben de bir-iki şarkı söyledim, ayrıca, üçüncü geceydi sanıyorum, bir saatlik bir dinleti verdim. Sonra üç-dört kez İzmir’de de dinletiler yaptığımı anımsıyorum. Bir de şöyle bir şey var: Bilim ve Gelecek dergisinin ekibi uzun yıllardır İzmir Karaburun’da her yaz “Ütopyalar Toplantısı” adı altında etkinlikler yapmayı sürdürüyorlar. Bu toplantıların arkasında tatil kavramının içeriğini değiştiren, çalışma, öğrenme etkinliğini tatille iç içe geçiren bir düşünce yatıyor. Bütün gün deniz kenarında, güzel bir ortamda bilim, sanat, felsefe konuşuluyor, filmler izleniyor. Karaburun halkı da katılıyor bu işe. Beni de davet ettiler, üç yaz katıldım bu toplantılara. Dinletiler yaptım. Toplantılardan birinde hem dinleti hem de “Sanat ve Ütopya” adlı bir sunuş yaptım. Bu sunuşu sen de Çetin Yetkin’in başında olduğu “Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk” adlı dergide yayımlamıştın.

Şimdiki çalışmaların ve geleceğe yönelik tasarıların nelerdir?

Bir yandan yeni besteler yapmayı sürdürüyorum. Öte yandan tamamlanmamış, eksikleri olan şarkılarımı da tamamlamaya çalışıyorum.

Katıldığın etkinlikler ya da yaptığın beste çalışmaları konusunda unutamadığın anıların varsa bizimle paylaşır mısın?

Şiir bestelemeye yeni başlamıştım, Oktay Rifat’ın şiirleri de beni çok çekiyordu ama bestelediğim şiirleri Oktay Rifat’a nasıl dinleteceğimi bilemiyordum ve kaygılıydım, ya beni de terslerse, diye. Başkalarını terslediğini duymuştum çünkü. Telefonla konuştuk. Arif Damar onu aradı önce ve benden söz etti, sonra telefonu bana verdi. O. Rifat hangi şiirimi bestelediniz diye sordu, “Yüzü” dedim, birden anımsayamadı, bir iki dize okumamı istedi. Sonra da, kaydı varsa gönderin, dedi ve bir adres verdi. Kaseti söylenen adrese ilettim. Bir süre sonra, yine Arif Damar’la birlikte olduğumuz bir gün Oktay Rifat’ı telefonla arayıp konuştuk, şarkıyı beğendiğini söyledi. Çok sevindim. Sınav başarıyla sonuçlanmıştı. Belirleme “başka şiirlerimi de besteleyebilirsin”, anlamına da geliyordu. Nitekim “Kendi Sesinden” şiir kasetleri dizisi için müzikleri benim yapmamı önermiş O. Rifat.

Cemal Süreya’nın “Önceleyin” adlı şiirini bestelemiştim, kendisine dinletmek istiyordum. O sıralar Cemal Süreya, cumartesi günleri Gençlik Kitabevi’nde söyleşiler yapıyordu. Benim çalışma yerim de Gençlik Kitabevi’nin tam karşısındaki apartmandaydı. Söyleşi bitince odama davet ettim, eşi ve yeğeni ile birlikte geldiler. Birer kadeh rakı eşliğinde oradan buradan söyleştikten sonra “Önceleyin”i çalmaya başladım, bir arkadaşım da bana eşlik ediyordu, iki sesli olarak söyledik. Cemal Süreya çok beğendi şarkıyı, “Şiir yattığı yerden kalktı, ayağa dikildi,” dedi. Biraz sonra “bir kez daha çalabilir miyiz”, diye sordu. Yeniden çalıp söyledik. Raflardaki kitapları gözden geçirdi ve “Ben bir dergide çalışıyorum, o dergide sizinle bir söyleşi yapsak iyi olur,” dedi. Bu söyleşide nelerden söz edebileceğimizi konuştuk. Buluşmamızın sonuna doğru “Bir kez daha çalmanızı istesem, çok mu olur?” deyince, “Biz sevinerek çalarız”, dedik. Üstüne bir de başka bir parça çalmamızı istedi. Nâzım Hikmet’in “Tuna Üstüne Söylenmiştir” şiiri için yaptığım besteyi çaldım. “Bu şarkı Nâzım Hikmet’e ağıt olmuş,” dedi. Tekrar görüşmek üzere ayrıldık.

 Gelelim bir başka konuya. Kızın Güneş Özgeç de senin gibi müzisyen. Konservatuvardan mezun. Viyolasıyla ve sesiyle sana zaman zaman eşlik ediyor. Ona doğrudan sorular sormak isterdim, ama kendisine kolayca ulaşabileceğimi sanmıyorum. Senden öğrendiğime göre çok yoğunmuş. Lütfen ondan ve ortak çalışmalarınızdan kısaca söz eder misin?

Güneş yedi yaşında TRT’de seslendirme yapmaya başladı. Annesi seslendirme yönetmeniydi, çocuk sesleri için Güneş’i konuşturuyordu. Önemli bir deneyim oldu Güneş için. On bir yaşında Konservatuvar’a girdi. Viyola bölümünden mezun oldu. Bu arada seslendirme kesintisiz sürüyordu. Birçok çocuk filminin, çizgi filmlerin şarkılarına türkçe sözler yazıp söylemek, başkalarına söyletmek gibi işler de yaptı. Bu arada senfoni orkestralarında da çalıyordu. Kadrolu değildi, gerek duyulunca çağırıyorlardı. Başka eşlik ettiği gruplar, oyunlar da oldu sanıyorum. Bu denli çok işinin arasında bana eşlik etmeye de gönül indirdi. Onunla birçok dinleti yaptık. Güneş hem viyolasıyla, hem şarkı söyleyerek bana çok katkıda bulundu.

Ben onun kendi yolunu çizmek, kendi kişiliğini bulmak istediğini, bunun için gerçekten büyük gayret gösterdiğini biliyorum ve bu konuda onu yürekten destekliyorum. Spotifile’da, YouTube’da sözlerini yazıp bestelediği ve düzenlemelerini yaptığı üç şarkısı var: “Kahve”, “İkaria” ve “Sonbahar”. Yakında başka şarkıları da gelecek sanıyorum. Ayrıca “cover” denilen, başkalarının şarkılarından oluşan onlarca örnek de var YouTube’da.

Son alarak eşin Mukadder Özgeç’le ilgili bir soru: O da yazınla uğraşıyor, okuyan ve araştıran bir kültür insanı. Felsefeci Bedia Akarsu ile yaptığı bir söyleşi kitabı var. Yazın dergilerinde öykü ve romanlar üzerine çalışmalarını yayınlıyor. Biraz ondan da söz eder misin?

Evet, dergilerde yazmayı sürdürüyor. Sizin de dediğiniz gibi Mukadder mimar. Mimarlıkla yazını birlikte götürdü uzun yıllar. Şimdi yalnızca yazınla uğraşıyor. Tahsin Yücel’in bugüne dek yazdığı altmıştan çok sunuş yazısını yayına hazırladı. Bu sunuşlar İnsan Yazdığı Şeydir adıyla kitaplaştırıldı. Size bir de birlikte kotardığımız bir kitaptan söz edeyim: gazeteci Sami Karaören’e, dostumuz Şükran Sabanuç’la birlikte sık sık gidiyor, hem sohbet ediyor, hem de ses kaydı yapıyorduk. Bu ay bu görüşmelerimiz İş Bankası Kültür Yayınlarından kitap olarak yayınlanmak üzere. Üçümüzün ortak çalışması bu kitap.

İzmir’in aydınlık insanına göndereceğin bir ileti var mı?

Biz İstanbul’da yaşıyoruz. Bütün olumsuz yaptırımlara karşın İstanbul’u çok seviyoruz. İzmir’iyse, İstanbul denli olumsuzlukların yaşanmadığı, neredeyse İstanbul’dan da daha çok sevdiğimiz bir kent olarak düşünüyoruz. Bunun böyle oluşunda İzmir’in aydınlık insanının etkisinin ayırdında olarak sevgilerimizi sunuyoruz.