Röportaj/ Didar DEMİRCİ

Pandeminin Çin’in Vuhan kentinden tüm dünyaya yayılmasından bu yana bir yılı aşkın bir süre geçti. Bu süreçte insan hayatını derinden etkileyen bazı temel kararlar alınırken kısıtlamalar da hayatımızın bir parçası oldu.

Öte yandan pandemi sadece sağlığımızı değil, ekonomiyi de tehdit etti. Tüm bunlar insanları psikolojik açıdan yordu. Psikolog Mevlüt Ülgen, “Covid 19 pandemi süreci gerek bireysel gerekse toplumsal yaşam üzerinde çok yönlü ve derin etkiler bıraktı. İnsanlık tarihinin en etkili ve yaygın salgınlarından birini yaşıyoruz. Salgın yaşamsal bir tehdit ve endişe kaynağı olarak hepimizi derinden etkilemekte. Salgın yaşamımızı tehdit etmenin yanında, alınan zorunlu ve uyulması çok elzem olan önlemler günlük rutinimizin bozulmasına yol açmakta, bizleri birçok yoksunluk ve kısıtlama ile baş başa bırakmakta” diyor.

Güven vermeyen yaklaşımlar

Salgının ekonomik ve sosyal yaşamı tehdit etmesine değinen Ülgen, “Günlük yaşama işsizlik, yoksulluk, iflas, gelecek endişesi, başta sağlık ve gıda olmak üzere temel gereksinim ve hizmetlere ulaşamama korku ve kaygısı olarak da yansımakta. Tüm bunlar stres kaynağı. Bunların bizlerde bedensel, ruhsal ve sosyal etkileri olması, ruhsal sorunlar yaratması beklenen bir durumdur. Tabii ki burada bireysel farklılıklar, bu süreci nasıl yaşadığımız, nasıl algıladığımız önemlidir. Toplumsal yaklaşımlar ve kamu politikaları da süreci etkilemektedir. Güvene, toplumsal uzlaşı ve umuda en fazla ihtiyacımız olan bir süreç yaşıyoruz. Bu süreci iyi yöneten ve güven verici yaklaşımları hayata geçiren ülkeler bu süreci bizden daha az kayıp ve sorunla atlatırken bizim gibi ülkelerde bu süreç daha ağır yaşanıyor” dedi. Ülgen, güven vermeyen yaklaşımların ise belirsizlik ve gölgeli alanı artırdığına değinerek, güvensizliğin salgınla mücadeleyi zorlaştırdığını ifade etti.

Süreç iyi yönetilemedi

Güven ortamının oluşmamasının alınan önlemlere uyulmasını olumsuz etkilediğini dile getiren Ülgen, “Türkiye maalesef bu anlamda olumsuz bir süreç yaşamakta. İktidar ve Sağlık Bakanlığı kısacası bütün olarak kamu otoritesi süreci iyi yönetemedi, güven ortamı yaratamadı. Güven vermeyen yaklaşım ve belirsizlikler salgınla mücadeleyi zorlaştırıyor. Güven kırıcı yaklaşımlar korku ve endişeyi artırmakta, umutsuzluğu büyütmekte. Sosyal politikalar toplumu kavramak ve sarsıcı sürecin olumsuz etkilerini azaltmaktan uzak. Bu süreçte toplumsal eşitsizlikler daha da arttı, düşük gelir grupları daha da yoksullaştı. Özellikle gençlerde olmak üzere işsizlik ve buna bağlı sorunlar arttı. Bu dönemde en fazla gereksinimiz olan umut ve güvende ciddi kırılmalar yaşandı. Bunlar da psiko-sosyal sorunları artırdı ve derinleştirdi” şeklinde konuştu.

Madde bağımlılığı artı

Salgının ilk günlerinde daha çok korku, kaygı ve panik duyguları ile buna bağlı uyku, beslenme, davranış sorunları ve stres belirtileri sürece hakimken, giderek depresif duygu durumunun ön plana çıktığının altını çizen Ülgen, “Depresyon, anksiyete bozuklukları ve panik atak belirtileri daha sık görülüyor. Gerek ülkemizde ve gerekse dünyada araştırma ve klinik gözlem bulguları bu dönemde akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, uyum bozukluğunun daha sık rastlandığı şeklinde. Madde bağımlılığı ve bağımlılıkla ilgili sorunlara daha fazla rastlanıyor. Bu süreç öncesi ruhsal hastalık tanısı almış kişilerde tekrarlayıcı belirtiler görülmekte. Yine bu sürecin çoklu kayıp süreci olması nedeniyle travma ve yas ile ilgili psikolojik sorunlar da gözden kaçırılmamalı” ifadelerini kullandı.

Pandemi sınırlamaları ve yeni uyum tüketti

Pandemi sürecinde günlük yaşam rutininin bozulmasının insanlar için büyük bir stres kaynağı olduğuna değinen Ülgen, “Alıştığımız ve rutinimiz olan bir çok yaşam aktivitesini ve sosyal ilişkilerde köklü değişiklikler oldu. Sürekli hastalık, önlem ve sınırlılıklar ruhsal olarak da yorucu ve tükenmişlik yaratan bir duygu durumuna kapı arılıyor. İnsan harekete, temasa ve ilişkiye odaklıdır. Bunlardaki sınırlıklar bedensel ve psikososyal dengemizi bozuyor. Bu da bir çok ruhsal soruna yol açmaktadır” dedi. Ülgen, “Yaşadığımız sürecin insanlık tarihi açısından çok önemli bir süreç. Bu sürecin yaşamın her alanına ilişkin radikal çıktıları olacaktır. Bu süreçte normalimiz değişti. Salgın bitince eski normale dönmekte oldukça sıkıntılı olacak ve yeni uyum sorunları ortaya çıkaracak. Buna da hazırlıklı olmalıyız. Bu güzel ve iyiye giden bir normale dönüş uyum süreci olacaktır” diye konuştu.

Uzaktan eğitim uygun bir model değil

Uzaktan eğitimin pedagojik açıdan sınırlılıkları olan ve dolayısıyla sorunlu bir eğitim modeli olduğunu dile getiren Ülgen, “Pedagojik açıdan uygun bir eğitim modeli değil. Ancak zorunlu bir tercih. İnsan harekete, sosyal ilişkiye ve iletişime programlı bir genetik miras taşıyor. Uzaktan eğitim veya çevrimiçi eğitim bu anlamıyla bizim genetik programlamamıza çok uymuyor. Eğitimden daha çok da bir öğretim modeli olarak öne çıkıyor. Çocuk, ergen ve genç için ders kadar ki belki de dersten daha çok sosyal ortam, ilişki, etkinlik, oyun eğitim ve öğretimin ana unsurudur. Çocuk okulda, sınıfta, bahçede, kampüs de sosyal ortamlarda kişiliğini ve kimliğini geliştirir. Sorumluluk ve güven duygusunu, paylaşımı, arkadaşlığı, birlikte yaşamayı öğrenir. Uzaktan eğitim veya çevrimiçi eğitim bu anlamıyla sınırlıkları ve yetersizlikleri olan bir yaklaşımdır” açıklamasını yaptı.

Ülgen, pandemi sürecinin eğitim açısından da sancılı geçtiğine dikkat çekerek, “Uzaktan eğitim veya çevrimiçi eğitim daha başarılı ve etkili uygulanabilirdi. Bunun iyi etkili örnekleri de var. Önümüzdeki süreçte, pandemi sonrası normalimizde de uzaktan eğitim veya çevrimiçi eğitim önemli yer tutacaktır. Hibrit bir sistem olacaktır. Avantajlarını değerlendirmek, dezavantajlarını ortadan kaldırmak, geleneksel yüz yüze eğitim modeline etkisini artırıcı ve kolaylaştırıcı bir yöntem olarak kullanmak yararlı olabilir” şeklinde konuştu.

Zorunlu bağımlılık alışkanlık olmasın

Pandemi sürecinde eğitim ve çalışma hayatımızı evlerimizde bilgisayar, tablet ve telefon ekranlarına sığdırmaya çalıştık. Bu süreçte zorunlu olarak kullandığımız iletişim teknolojilerine farkında olmadan bağımlı olduk. Konuya ilişkin açıklamada bulunan bağımlılık üzerine araştırmaları bulunan, Uzman Psikolog Işıl Bektaş, pandemi sürecinde özellikle ailelerin ‘bağımlılık’ şikayetiyle başvurularının artığını söyledi. Virüs nedeniyle zorunlu bir bağımlılık olduğunu dile getiren Bektaş, “Ekran bağımlılığı, genel hatlarıyla sürekli ekrana bakmayı ihtiyacı hissettiren ve bu kez de ekranları kullanmadan duramama hali olarak dillendiriyoruz. Pandemi sürecinde sosyal yaşantıyı da ekranlara taşıdık. Kitap okumak, yeni bir hobi edinmek yerine hayatımızı ekranların önünde basitleştirdik. Bu günlük hayatımızı olumsuz etkilerken, aynı zamanda sosyal ve bilinçsel sıkıntılara yol açıyor. Bu durum zamanla psikolojik sıkıntıları ortaya çıkardı. İnsanlar yalnızlık hissettiklerinden dolayı psikolog randevuları artı. Özellikle çalışan kesim pandeminin oluşturduğu belirsizlikten çok etkilendi” diye konuştu.

Bektaş, son olarak ekran bağımlılığından kurtulmak için evdeki iletişimi artırılması gerektiğine, ebeveynlerin örnek teşkil edecek davranışlar sergilemesi gerektiğine ve çocukların ev içerisinde yerine getirdiği sorumlulukların takdir edilerek, ‘olumlu’ karşılanmasının faydası olacağına değindi.