Röportaj/ Ezgi ÖZCAN (Episode Dergisi)

Medya sektöründeki mesleki örgütlenmelerin ne kadar problemli ve zayıf olduğu son yılların çok konuşulan konularından biri. Sanatçı mı, işçi mi? Freelance mi, mesaili mi? Sendika lazım mı, değil mi? Oyuncuların işçi olduğunu savunan Oyuncular Sendikası’nın yönetim kurulu üyeleri Tuba Erdem, Sercan Gidişoğlu, Sermet Yeşil ve Genel Koordinatör Sinem Derya Çetinkaya ile Oyuncular Sendikası’nın geçici bürosunda yani Akatlar Kültür Merkezi’nde salgın henüz gündemde değilken buluşup konuştuk.

Oyuncular Sendikası’nın kuruluş sürecini anlatır mısınız?

Sendikamız 29 Mart 2011’de “Sahne, Perde, Ekran, Mikrofon Oyuncuları Sendikası” olarak 63 kurucu üyesiyle resmen faaliyete geçti. Öncesinde yaklaşık 1,5 yıllık bir çalışma sürecimiz oldu. Bu süreci tamamladıktan sonra Türkiye’deki tüm meslektaşlarımıza genel bir çağrı yaparak 600 kişilik büyük bir buluşma gerçekleştirdik. Sektörün tüm sorunları, ihtiyaçları ve bunları nasıl çözüme kavuşturacağımızı tabanımızla detaylı olarak konuştuk. Yani biz aslında tabandan örgütlenen bir sendika olarak var olduk.

Oyuncular Sendikası’na kimler üye olabilir? Tam olarak hangi mesleki grupları temsil ediyorsunuz?

Adımızdan da anlaşılacağı üzere sahne, perde, ekran yani aslında performans sanatçıları -oyuncu, dansçı, opera şarkıcısı, seslendirme oyuncuları vb.- sendikamıza üye olabiliyor.

Oyuncular Sendikası’nda yönetim kurulunda olmak, işleri yürütmek nasıl bir şey?

Sercan Gidişoğlu: Bizler, yönetim kurulundaki arkadaşlar olarak bu işi gönüllü yapıyoruz. Sağ olsunlar, genel kuruldaki arkadaşlar, delegeler bizi takdir edip seçiyorlar ama tabii biraz da görev alma isteği lazım. Çünkü çok fazla insan, taşın altına elini sokmak istemiyor. Ben dahil bazı arkadaşlarımız daha önceki yönetim kurullarında da yer aldı, biraz da mecburiyetten göreve devam ediyoruz. Yanlış anlamayın, bunu gönülsüzlük anlamında söylemiyorum aksine işimizi severek yapıyoruz. Ama biraz mecbur da bırakılıyoruz.

Normalde sendikalarda huzur hakkı diye bir şey vardır. Bizim toplantılara katılmamız, faaliyet göstermemiz için vardır. Ama biz bunu bile almıyoruz. Tamamen gönüllüyüz. Sadece kendi cebimizden para ve zaman harcayarak meslek örgütümüz için bir şey yapmaya çalışıyoruz.

Oyuncular Sendikası’na göre örgütlülük ne demek?

Sercan Gidişoğlu: En basitinden bir arada durabilmek ve kararlı bir biçimde meslek örgütü kültürüne sahip olmak… Herkesin bir kere profesyonel olduğunu ve profesyonel olduğuna göre bir meslek örgütüne dahil olması gerektiği fikrini kabullenmesi gerekiyor. Mesleki örgütleri işlevsiz ve atıl alanlar gibi görmemesi gerekiyor. Çünkü örgütlenmeden, sebatla, sabırla, bilimsel bir şekilde çalışmadan isteklerinizi, taleplerinizi elde edemezsiniz.

Örgütlülük, somut bir kurumun çatısı altında, gerektiğinde kurumun da hantallığının ya da antidemokratik oluşunun önüne geçecek şekilde, kurumu da dinamik tutmaya çalışarak sürdürülen bir mücadele olmalı. Ben örgütlenmeden bunu anlıyorum.

Kendi örgütlenmemize dair tespitim de şu; sanatsal bir alanda çalışan insanlar olarak oyuncular, örgütlülüğü oldukça zayıf bir topluluk. Daha klasik üretim biçimlerinden gelen, mesela hizmet sektöründe çalışan bir AVM işçisinin, işçi olduğuna dair farkındalığı daha yüksek.

Aslında oyuncu dendiğinde daha “eğitimli” bir insan topluluğu akla geliyor. Aksi olması gerekmez miydi?

Sercan Gidişoğlu: Dediğiniz gibi okumuş bir kitle, sanatla uğraşıyor ama insan haklarının, sosyal hakların en az tartışıldığı yerlerden biri oyunculuk sahası. Oyun oynuyoruz, sahneye çıkıyoruz, daha sahneye çıkan arkadaşımın sigortası yok!

Tuba Erdem: Neden örgütleniyoruz? Neden bu alanda örgütlenmeye ihtiyacımız var? Türkiye son dönemlerde, dizi ihracatında ABD’den sonra ikinci ülke. Bu da bizim iş sahamızın hızlıca ve fütursuzca büyümesine neden oldu. Ve bu büyüme de kalifiye olmayan işgücünün önünü açtı.

Bir sinema filminin çekim süresi en az 6 ay, ekran süresini de düşünürsek biz dizi sektöründe iki sinema filmini, bir haftada çekmiş oluyoruz. Bu da neredeyse uyumadan, ekiplerin ikiye ya da üçe bölünerek çalışması demek oluyor. Ayrıca bütün bu ekiplere yetecek kadar işgücü gerekliliği anlamına geliyor. Böylelikle sektör geliştikçe para ilişkisi de büyümeye başlıyor. Ardından hemen sömürü de geliyor. Örgütlenmeyi ben bu noktada önemsiyorum.

Oyuncuların yok zannettikleri yasaları var bu ülkede, fakat biz bilmiyoruz, öğrenmeyi tercih etmiyoruz. Bir “Oyuncu duygusaldır, yalnızdır” lafı tutturmuşuz.

Oyuncuların da oyuncu olmayanların da kafasında öyle imaj var, doğru… Bir arada durma meselesiyle ilgili epey sıkıntı yaratıyor bu imaj.

Tuba Erdem: Bizde örgütlülük şöyle anlaşılıyor: Sendikalar, yapımcılar, bürokratlar, kanallar el sıkışsın, bize ne yapacağımızı söylesin, biz yaparız. Öyle bir şey yok. Sendika, tabanıyla var. Taban diyecek ki yanlışlar var burada, biz de o zaman masalara oturup pazarlık yapabileceğiz. Biz hiçbir zaman ne yapımcılara ne de kanallara düşman olduk. Hep olumlu çağrıda bulunduk. Gelin, bu sektörü hep beraber ayağa kaldıralım dedik. Çünkü bu sektörü hep beraber yürütüyoruz.

Bürokrasiyi de bu iş sahasıyla ve bu meslekle ilgili uyandırmışsınız aslında. Oyunculuk denince artık genellikle akla dizi sektörü geliyor, tiyatro alanında durumlar nasıl?

Sermet Yeşil: Tiyatrolar da çalışma şartları ve örgütlenme bakımından oldukça zayıf bir alan. Mesleki olarak “iki kalas bir heves”le ilişkilendiriliyor yıllardır. Bir de oyuncu olmanın, bu ülkenin coğrafyasından gelen de bazı zorlukları var. 1961 Anayasası’na kadar, mahkemede tanıklığı bile geçerli olmayan bir meslek dalıydık biz. Eğer bir cinayet görürseniz, sizin tanıklığınıza inanmıyorlardı. Çünkü mesleğiniz yalan söylemek olarak adlandırılıyordu.

Devletin kültür faaliyetlerine bakışıyla ilgili sorun yaşıyoruz aslen. Bizim sendika olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’yla birebir ilişkimiz var. Kültür Bakanlığı’na gidip tiyatro gösterimlerinden bilet başına aldığınız vergiyi düşürmelisiniz dememiz gerekiyor. Eğer bu vergi düşmezse bilet fiyatları arttıkça artacak ve oradaki meslektaşımız sigortasız çalışmak zorunda kalacak. Aynı zamanda seyirci de bu artıştan etkilenecek.

Kültür sanat faaliyetlerine devletin bakışı şu an nasıl?

Sermet Yeşil: Şimdiki devlet aygıtının kültür sanata şu gözle baktığından neredeyse eminim: “Bu benim omuzlarımda bir yük. Ben bu yükü özel iştirakçilerle paylaşmalıyım. Bu yükü üstümden atmalıyım çünkü maliyeti şu kadar, getirisi bu kadar.” Ama sağlık hizmetlerine bu gözle bakamazsınız. Gerçi şu sıralar sağlık sektörü için de aynı şey düşünülüyor. Yaklaşık 7-8 yıldır bunun reformları üzerinde çalışılıyor ve hatta yapılıyor. Şu an bütün devlet hastaneleri şirket gibi yönetiliyor. Anlıyoruz ki devlet bünyesinde şunu işletmeye çalışıyor: Bütün yüklerden kurtulalım, biz sadece aracı olalım. Devlet sadece devletliğini yapsın, diğer hizmetleri özel sektör üstlensin. Kısacası devlet daha da sosyalleşmesi gerekirken giderek daha da ticarileşiyor.

Tuba Erdem: Bu noktada devlet kendi elini çektiğinde, herhangi bir alanda bulunan güç sahibi kişiler kendi kurallarını kendileri koymaya başlıyorlar. Neredeyse her yer sömürüye açık hale geliyor.

Evet, özellikle dizi setleri vahşi bir cangıl gibi.

Tuba Erdem: Bakın, biz setlerdeki bu sömürü şartlarına bu yaşta katlanmakta zorlanırken, 3- 5 yaşında çocuklar saatlerce çalıştırılıyor, hem de uykularından uyandırılarak! Biraz sert konuşacağım bu konuda… Anne babaları işlerini güçlerini bırakıp çocuk üzerinden para kazanma derdine düşüyorlar. Çocuğu çalışmaya zorluyorlar. Setteki çekimin bitirilmesi için çocuk okuldan alınıp sete getiriliyor! Kazanılan paralar çocuğa harcanıyor mu harcanmıyor mu belli değil. Çocuk, evi geçindiren kişi oluyor. Bu sebeple Oyuncular Sendikası olarak çocuğu sadece işverenden değil ailesinden de koruyacak bir sistemi hayata geçirmeye çalışıyoruz. Hatta şunu söylemeliyim ki dünyadaki gelişmiş ülkelere bile model olabilecek bir sistem yaratmanın peşindeyiz.

YARIN: Çocuk işçiler, setlerde yaşanan ölümler ve mobbing.