RÖPORTAJ / Sinan KESKİN

 

Ayşe Önel, özellikle kadınların, bırakın görmeyi, adını duyduğunda bile tiksiti duyduğu hamamböceklerini, tavuk ayaklarını, yumurta kabuklarını ve keçi boynuzlarını şaşırtıcı ve bir o kadar da rahatsız edici bir şekilde estetik bir forma sokarak bilinçaltımızı zorlayan sanat eserlerine dönüştürdü. Önel'in kendi travmalarıyla yüzleşmek için seçtiği yol birçok insanın da travmalarıyla yüzleşmesine, bilinçaltına ittikleri kaygılarıyla burun buruna gelmelerine neden oldu. “Senin kaçtığın şeyi, ben yaptığım işlerle gözüne sokuyorum” diyen Ayşe Önel ile travmalarını, sanat yolculuğunu ve 'rahatsız edici' heykellerini konuştuk

Ayşe yaptığın heykellere geçmeden önce seni biraz tanıyabilir miyiz?

Eskişehir'de doğdum. Çocukluğumdan beri hastalık psikolojisiyle büyüdüm. Lise 1'deyken babamı kaybettim. Ölümü erken yaşta tanıdım. Bu kimliğimin erken yaşta oluşmasına neden oldu. Lisede güzel sanatlar lisesini istemiştim. Ama sınava giremedim. Dislektik olduğum için öğrenme güçlüğüm varmış. (O dönemlerde bu durumumu bilinmiyordu. Ben de zaten disleksi olduğumu 2 yıl önce öğrendim.) İçinde resim var diye ailem beni meslek lisesi makine resim bölümüne yazdırdı. Bu da hayatımın dönüm noktası oldu. Ebeveynler bireyin hayatına bu şekilde yön verebiliyorlar.

Onlara öfke duyuyor musun?

O zamanlar hayatıma yanlış yön verdiler diye bu duruma öfkeyle yaklaşıyordum. Ama bugün bunun avantajlarını görüyorum aslında. Liseden sonra Gazi Üniversitesi Gazi Meslek Yüksekokulu Makine Resim ve Konstrüksiyon bölümünü kazandım. Üniversitede okurken de Güzel Sanatlar Fakültesi için sınavlara girdim. Ama tekniğim yetersizdi. Nitekim kazanamadım. Zaman kaybım olmasın diye Makine Resim ve Konstrüksiyon bölümünü bitirdim. Bu süreçte hep GSF'ye hazırlandım. 2010 yılında mezun oldum ve iş hayatına atıldım. Ankara'da 3 yıl çalıştım. Hidroelektrik santrallerinin mekanik çizimlerini yapıyordum. Dört duvar arasında, bilgisayar başında saatlerce çizim yapıyordum. Bana ait bir hayat değildi. Bu aidiyetsizlik hissi içimde büyük boşluklar açıyordu. Ruh halim iyice bozulmaya başlamıştı. Oradaki insanlarla iletişim kurabileceğim ortak noktam yoktu. Sohbet bile edemiyorduk. Bu kendimi ötekileştirmek gibi değil de, ben onlara absürd geliyordum. Bunun bilincine vardığımda bir anda işi bıraktım. Çalıştığım dönemde de üniversite sınavlarına girmiş ve Atılım Üniversitesi Endüstriyel Tasarım bölümünü yüzde 50 burslu kazanmıştım. Aslında Endüstriyel Tasarım bölümü de istediğim bir iş değildi. Ama en azından mevcut yaptığım işte imza yetkim olur diye düşünmüştüm. İyiki de gitmemişim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulacaktım.

İşi bıraktıktan sonra ne yaptın?

Eskişehir'e döndüm. O süreçte ne yapacağımı da bilmiyordum. GSF hayalimi kendi kafamda bitirmiştim sözde. KPSS'ye hazırlanıyordum. Birgün kursta tahtaya bir çizim yaptım. Benim için çok sıradan bir çizimdi. Akşama kadar üç farklı ders vardı ve üçünde de tahtaya yazı yazılması gerekiyordu. Ama hiç bir hoca o çizimi silmedi. Onlar benden daha çok değer verdi. Bu sanki bana spritüel bir mesajdı. Tuhaf bir ruh haline girdim. Ne yaptığımı sorgulamaya başladım. Yeniden sınava girmeye karar verdim. Ben sanatla iç içe olmalıydım.

İzmir'e yolun nasıl düştü?

2014 yılında önce Kütahya'da yetenek sınavına girdim. Resim bölümünü kazandım. Sonra da DEÜ'de heykel bölümünü kazandım. Heykeli seçtim. Heykeli tanıdıkça, öğrendikçe geçmişte hata diye nitelendirdiğim teknik ressamlık bilgilerimin bugün çok çok faydasını gördüm. Hayata karşı bilincin arttıkça bu sanatına da yansıyor. Ne yapmak istediğini biliyorsun. Biz de maalesef batıdaki gibi değil. Çocuk yaşta sanatın içinde varolalım, eğitilelim gibi bir durum yok. Hiçbir şey bilmeden 19 yaşında üniversiteye gidip sanat yapmaya çalışıyoruz. O nedenle birey ne yapmak istediğini, ne olmak istediğini bilmiyor.

Bir sanat eseri üretmek için söyleyecek sözünün olması lazım.

Söyleyecek sözü olması lazım evet. Ama sanat kişinin kendisini terapi etmesidir. Kişi kendi nevrozlarından kurtulabilmek için sanatla uğraşır. Toplumun baskısıyla it benliğimiz, insan olma güdülerimiz çatışır, kimlik çatışması yaşarız. Bu noktada sanat devreye girdiğinde kişi kendini terapi eder. Kimi bunu dinle yapar, kimi spordaki başarıyla, kimi politikayla.

“Olduğumu zannettiğim şey değilim” serginden söz edelim biraz.

Aslında yaptığım işlerin bir çoğu otobiyografik. Kendi iç dünyamı yansıtıyorum. Kendi travmalarımla yüzleşiyorum. Ölüm hepimizin kaygısı ama birçok kişi bundan kaçar. Belki de hala anne baba arketipinden kurtulamadım ve bundan kurtulmak için bu işleri üretiyorum. Senin kaçtığın şeyi, ben yaptığım işlerle gözüne sokuyorum. Aslında senin de bir travman var. Ben babamı kaybetmişimdir, senin başka bir hikayen vardır. Sanatı kişi kendisi için yapıyor. Ama kendi için doğru olan bir şeyi yaptığında ve paylaştığında toplumda bundan faydalanmış oluyor. Kendiyle yüzleşme fırsatı bulmuş oluyor. Bir sonraki aşama belki de bambaşka bir Ayşe'nin gelişim süreci olacak, bilmiyorum. Yaşayarak göreceğiz.

Hamamböceği birçok insanın görmeye bile tahammül edemedi canlılar. Sen onlarla epey haşır neşir olmuşsun.

Hamamböceğinin yapısını bilmeden önce bana verdiği iğreti durumundan faydalanmak istedim. İstemediğim yüzümün bir yansıması gibi olacaktı. Narlıdere Belediyesi'ne gittim, projeyi anlattım. Onlar ilaçlama yaparken ben de sersemlemiş hamamböceklerini topladım. Önceleri süpürgeyle toplamaya çalıştım ama olmadı. Ben de ellerimle toplamaya devam ettim. Bunu yapabilmenin verdiği haz başka bir şey. Topladığım böcekleri getirip hidrojen peroksitle dezenfekte ettim. Sonra kurumalarını sağladım. Kış mevsimi olduğu için fırında kuruttum. Bazılarını çok ısıttığım için yandılar. Sonra her bir böceği tek tek yapıştırıcı kullanarak sertleştirdim. Sonra heykelin üzerine hızlı yapıştırıcı ile yapıştırdım. Sonra üstüne polyester sürdüm.

Bu süreçten sonra hamamböceklerine bakışın değişti mi?

Böceğin kendi kimliğini araştırdıktan sonra tiksinme durumum yok oldu ve gücün simgesi olduğunu anladım. Hamamböceğinin nükleer saldırıdan tek canlı çıkan olma, sırt kısmının savunma sanayiinde zırh kullanımına ilham verme gibi durumları olduğunu öğrendim. Baktım ki bu o kadar kötü bir hayvan değilmiş. Bu böceğin kendi yaşamında olan biyolojik gücü, insanın yaşadığı yabancılaşma sonucu girdiği kaygılardan güçlenerek yeniden kendini var etmesine atıfda bulunur niteliktedir.

Sergiyi gezenlerden olumsuz eleştiri aldın mı?

Güzel eleştiriler aldım. Birçoğu olumluydu. Aslında hiç olumsuz bir tepki almadım.

Hayvan uzuvlarıyla çalışmaya devam edecek misin?

Bu süreç benim için daha bitmedi. Canlı varlıklarlar ve onların döngüsüyle olan sürecim bitmedi. Kendimi tam olgunlaştırmadım.

Kendimi tanıdım

Son bir buçuk yılda kendimle çok fazla çatıştım. Kendi kimliklerimi tanıdım. Kendimden nefret ettiğim anlar da oldu. Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı ve Edip Cansever'in Ne Çıkar Siz Bizi Anlamasanızda şiiri bana yol gösterdi. Bu üretimlerin zihinsel çıkışına katkı sağladılar.

Çuvallarla keçi boynuzu geldi

Bir kesim hane ile anlaştım. Çuvallarlar keçi boynuzları geldi. Kestikleri gibi gönderilmişti. Önce onları canavarla ikiye ayırdım. Kimyasallarla temizleyip kurumaya bıraktım. Ama boynuzun yapısını bilmediğim için iç kısımları bir süre sonra kurtlanmaya başladı. İçindeki zar çürüdü iç kısmı boşaldı. Bunları yaparken zihnimden bir sürü şey geçiyordu. Geçmişimde yaşadığım, bende iz bırakan travmalarımla yüzleştim.

Ölüm başlı başına kabusumdu

Birçok kişi bunundan kaçar. Farkında olan insanlar da hayatını zehir eder, hergün hayatın anlamını yitirerek yaşarlar. Kimisi de hergün ölecekmiş gibi hayata tutkuyla bağlanırlar. Ben artık son noktadaydım. Hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı. Başarıların, hazzın, aidiyetin, aidiyetsizliğin. Son belli ve zifiri karanlıktı. Derken Çürüme kitabı yol gösterdi ve hiçbir şey karanlık olmasın dedim. Sonra bu işleri üretmeye başladım.