Röportaj / Didar DEMİRCİ

Muğla’nın Kavaklıdere ilçesinde Köy Enstitülü öğretmen bir ailenin çocuğu olarak, 1956 yılında dünyaya gelen Prof. Dr. Kemal Kocabaş, okul hayatına Aydın Ortaklar İlköğretmen Okulu'nda başlamış ve şimdilerde fizik alanında uzman bir eğitimci olarak yaşamını sürdürüyor. Öte yandan Kocabaş, 2001 yılında İzmir’de kurulan Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği'nin (YKKED) 20 yıldır genel başkanlığını yapıyor. Eğitim hayatına başladığı dönemde Köy Enstitüleri'nin rüzgarlarıyla geliştiğini dile getiren Kocabaş, aldığı eğitime ilişkin, “O rüzgarlar bizi eğitti. Hayatımın en güzel dönemleriydi. Parasız, karma eğitim vardı. Laik, demokratik, bilimsel eğitim vardı” dedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında halkın, ekonomik ve kültürel gelişimine katkı sunan Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 81’inci yılı çeşitli etkinliklerle kutlanırken, YKKED Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş ile derneği  ve Köy Enstitüleri gerçeğini konuştuk.

Dernek nasıl kuruldu ve bu zamana kadar neler yaptı?

Köy Enstitüsü'nün kültürel mirasını taşıyan büyüklerimizi ileri yaşlarından kaynaklı kaybetmemiz nedeniyle ve bu kültürel mirası geleceğe taşımak amacıyla Köy Enstitülülerin çocukları, torunları ve düşünsel akrabaları bir 17 Nisan yemeğinde örgütlenme ruhuyla dernek fikrini geliştirdi. O fikir sonucunda 2001 yılında Yeni Kuşan Köy Enstitüleri Derneği kuruldu.

Derneğimiz, Köy Enstitüleri kültürel mirasını gelecek kuşaklara aktarmak için kuruldu. Şu an 23 şubemiz, 15 temsilciliğimiz var. Yaklaşık 60 kitap yayımladık. 2003 yılından bu yana 3 ayda bir Yeniden İmece adlı eğitim, kültür, sanat dergisi çıkarıyoruz. Çok büyük sempozyumlar düzenledik. Onların kitaplarını yayımladık. Ülkemizin eğitim ve kültür dünyasına çok değerli katkılar yaptık. İlk 10 yılda daha çok Köy Enstitüleri nedir? Sorusuna cevap verdik. Köy Enstitüleri üzerindeki şalı kaldırdık. Şu an Türkiye’de Köy Enstitüleri konuşuluyorsa, 20 yıldır bu dernekteki çabalarımız sonucudur. Köy Enstitüleri'nin tekrar ülke gündemine girmesini sağladık. Köy Enstitüleri derneğinde çalışmak büyük bir onurdur.

Cumhuriyet tarihi için köy enstitülerinin önemi nedir? Ne anlam ifade ediyor?

Cumhuriyet kurulduğu yıllarda Türkiye’de okuma oranları yüzde 6. Nüfusun yüzde 90’ı köyde yaşıyor! Türkiye Orta Çağı yaşıyor. Kara sabanla tarım yapan bir ülke üzerine cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyeti şimdi daha iyi anlıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ü hepimizin tekrar tekrar okuyup anlaması gerekiyor. Köy Enstitüleri'nin tarihine kısaca değinmek isterim; 1926 - 1929’un Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Milli Eğitim Bakanlığı'nın çatısını kuran kişidir. Eğitime büyük katkıları olmuştur. Mustafa Necati 1929 yılında çok genç yaşta, apandis ameliyatında hayatını kaybetti. 1932’de Reşit Galip bakan oluyor. Reşit Galip, Halk Evlerini kuruyor, üniversite yasasını çıkartıyor ve onun döneminde 33 üniversite reformu yapılıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesinde çok önemli çalışmalara imza atıyor. 1936 yılında, eski bir asker olan Saffet Arıkan bakan olarak görevlendiriliyor. Arıkan döneminde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal önderliğinde Çankaya Köşkü'nde bir toplantı düzenleniyor. Düzenlenen toplantıda Mustafa Kemal diyor ki, ‘Biz 40 bin köyün 35 binine öğretmen götüremedik. Okul açamadık, bu sorunu çözmemiz gerekiyor.’ Bunun üzerine toplantıda askerliğini başarıyla tamamlamış çavuş ve onbaşıları 6 aylık bir eğitimden geçirdikten sonra köylere eğitim vermeye gönderme fikri çıkıyor.

Sonra dönemin İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, köyleri dolaşıyor. Sorunları tespit ediyor ve 1937 yılında ilk eğitmen kursu Eskişehir Çifteler'de açılıyor. Bu sıralarda Tonguç da Canlandırılacak Köy adlı bir kitap yazıyor. 10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal vefat ediyor ve yeni kurulan hükümette Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel oluyor. Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, birlikte çalışmaya karar veriyorlar. Eğitmen kurslarındaki başarı, köyden gelen çocukların tekrar köye gönderilmesi, köyü kendi çocukları içinden canlandırma projesi bir figür olarak beyinlerde yer ediyor. 17 Nisan 1940’ta da mecliste 400 milletvekilinden 250'sinin katılımıyla Köy Enstitüleri yasası yani 3800 sayılı yasa kabul ediliyor. Yasanın birinci maddesi şöyle diyor; Köye yarayan meslek erbabını yetiştirmek üzere tarım işlerine elverişli arazilerin bulunduğu yerlerde köy enstitüleri açılır.

Şimdi, hemen bir saptama yapalım. Köy Enstitüleri ülke gerçeklerinden doğan bir kurumdu. O nedenle eğitim işlevseldi. Ülke Orta Çağı yaşıyor. Ülkenin modern tarım ve hayvancılığa ihtiyacı var. O halde saf bir okuma yazma öğreten öğretmen değil, tarım hayvancılık öğreten öğretmene de ihtiyaç var. Köy Enstitüleri bu amaçla, bu işlevle, cumhuriyetin tüm Anadolu topraklarında eşit bir şekilde yayılmasını sağlıyordu.

Köy enstitüleri öğrencileri nereden alacak? Köyden alacak! Köy enstitüleri nerede kuruldu kırsal bölgelerde kuruldu. Binaları var mıydı, hayır. Kim yapacak? Öğrenciler yapacak. Mimari proje yarışmaları açılıyor ve bütün köy enstitüleri demiryolları kenarlarına kuruluyor. Daha kolay ulaşım ve Mustafa Kemal’in 10. Yıl Nutku’nda dediği demir ağlarla ördük Anadolu’yu cümlesinin bir uygulaması biçiminde gerçekleşiyor. Bir de ören yerlerine yakın yerlere kuruluyor, mesela Ortaklar’ın yanında Magnesium Antik Kenti var, Savaştepe Köy Enstitüsü Bergama’ya yakın, Kızılçullu Köy Enstitüsü Efes’e yakın, Antalya Aksu Köy Enstitüsü Perge’ye yakın gibi… Ören yerleri birer eğitim alanına dönüşüyor. Köy Enstitüleri bir aydınlanma, bir değişim dönüşüm merkezi oluyorlar.

Neden kapatıldı? Sorun neydi?

Köy enstitüleri isimleri tümüyle yerel isimlerden alıyor, mesela Kızılçullu, Ortaklar, Savaştepe gibi… Bu bize özgünlüğünü ifade etmek için yapılıyordu. Köy enstitülerini Cumhuriyet Halk Partisi kurdu, o zaman tek partiydi ve içinde tüm renkler vardı. Ama mesela kapatılış sürecinden sonra köy enstitülerine Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi isimler verildi. Mesela Kızılçullu adındaki o kırmızı rengin adından korktukları için Şirinyer’e dönüştürüldü. Bunun gibi isme takılı şeyler de oldu. Peki sonra ne oldu? 1946 - 1947 CHP içindeki dengeler değişti, tek parti içindeki ilericiler, hümanistler tasfiye edildi. O dönemde II. Dünya Savaşı bitmişti. İsmet Paşa’nın, Tonguç’a, ‘Bu savaş bittiğinde izin vermezler, daha çok Köy Enstitüsü açalım’ dediğini biliyoruz. II. Dünya Savaşı bitiyor, parti sağa kayıyor. Parti içinde sağ kanat öne çıkıyor. Yücel ve Tonguç görevden alınıyor. Köy enstitülerinin kapatılmasının iki dinamiği var. İç dinamikler ve dış dinamikler. İç dinamikler feodalite, köyün ağaları… Köyün ağası tek hakimken köye işte öğretmen geliyor farklı şeyler söylüyor, işte tarla böyle ekilmeli, ağa yanlış yapıyor, imam yanlış yapıyor demeye başlıyor. Yani Cumhuriyetin figürü olarak köye gidiyor ve köydeki egemen yapı bundan çok etkileniyor. O yüzden Demokrat Parti bunu çok iyi kullanıyor. CHP’yi yıkabilmek için… Dış dinamiklerde ise Türkiye’nin NATO yolculuğu başlıyor. Bir Sovyet tehdidi algısı üretiliyor. Dolayısıyla insandan, hayattan olan her şey komünizm algısı üzerinden değerlendiriliyor. İlerici olan her şey komünistlikle suçlanıyor. İşte dış dinamikler, NATO’dur şudur budur, bu iç ve dış dinamiklerin toplamı ile köy enstitülerinin kapatılması için önemli süreç başlıyor. Mesela 1936 yılında Amerikan kolejleri kapatılmıştı, 37 yılında Hasan Yücel’in katkılarıyla devletleştirildi ve orda köy enstitüleri açıldı. 1952 yılında ise o binadaki kız öğrenciler Dudullu ve Beşikdüzü’ne gönderildi ve NATO’ya bırakıldı. Yani o binanın tarihi bile bizim Cumhuriyet tarihi ile özdeş hale geldi.

1946-1947’deki gerici CHP iktidarı döneminde Köy Enstitüleri'nin içi boşaltıldı. Demokratik eğitim ortadan kaldırıldı. Öğrencilerin yönetime katılması kaldırıldı. 1950 yılında da karma eğitim kaldırıldı. Karma eğitim kaldırılınca tüm kız öğrenciler Kızılçullu’da toplandı. Kızılçullu’nun adı Kız Köy Entitüsüne dönüştü. Tabi ki Demokrat Parti iktidara gelmişti. Tabi bu sorunu kucağında buldu ve 1954 yılında da Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulu'na dönüştürüldü. Böyle bir hikayesi var.

Mevcut eğitim sistemini nasıl değerlendirirsiniz?

Eğitim sistemi uygulamadan çok sınıftaki eğitime dönüştü. Köy Enstitüleri'nin prensibi; hayatın içinde, hayatın gerçek problemleri üzerine öğrenmeydi. Çünkü köy enstitülerindeki eğitimin en büyük özelliği, yaparak, yaşayarak öğrenmeydi. Yani çocuk, öğrendiği bilgiyi işe ve emeğe dönüştürüyordu, üretime dönüştürüyordu. Bu çok önemli bir kazanım. Bilginin içselleşmesi, bir de ‘ben yapabiliyorum’ özgüveni. Kişilik eğitimi anlamıyla bir öğrencinin çalışıp, bir şeyi ürettiğini görmesi o çocukta yarattığı çok büyük bir değerdi. Mühendislik fakültesi öğretim üyesiyim, çocuk liseden geliyor, çırılçıplak… Beceri vermiyor, okumuyorlar, şiir yok, müzik yok, sanat yok, kültür yok. Ama Köy Enstitüleri böyle bir şey… 2021 yılı Türk eğitim sistemi, nitelikli öğretmen yetiştiremiyor. Türk eğitim sistemi tümüyle özelliğini kaybetti. Türk eğitim sistemi …mış gibi yapan bir eğitim sistemi sürecini yaşıyor. Türk eğitim sisteminin, özellikle pandemi döneminde yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlik ortada. Pandemi döneminde dağların tepesine çıkıp internet çeker yer arayan öğrenci fotoğrafları gördük. Türk eğitim sistemi tümüyle bir adaletsizlik ve eşitsizlik üretiyor. Yoksul kesim çocuklarının eğitim hakkından yeterince yararlanamadığı, kız çocuklarının yeterli yararlanamadığını düşünüyoruz. Eğitim sistemini piyasalaşmış, bugün Türkiye’deki okulların yüzde 15’i özel okul… Eğitim sistemi laik özelliğinden çok hızlı uzaklaşıyor ve bu da eğitimin evrensel doğası ile çelişen sonuçlar yaratıyor. Bu sürdürülebilir bir durum değildir. Türkiye eğer dünyada ilk 10 büyük ekonomisi arasına girmek istiyorsa, mutlaka eğitimde reform yapmak zorundadır. Eğitimde özgür insanı yaratmak zorundadır. Bu pandemi dönemi bize şunu öğretti, birincisi eğitimin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. İyi ki Cumhuriyetin üniversiteleri varmış iyi ki Cumhuriyetin tıp fakülteleri varmış iyi ki Cumhuriyetin çok iyi yetiştirdiği doktorlar varmış. Buna şükrediyoruz. Şu anda Türkiye’de imam hatiplerde okuyan 1.5 milyon çocuğumuz var. Bu çocuklarımızla biz salgınla mücadele veremeyiz. Türkiye’nin 1.5 milyon din adamına ihtiyacı yok. Bunlar tekrar düşünülmeli, tekrar sorgulanmalıdır. Türkiye’nin bir an önce laik, demokratik ve bilimsel eğitim üzerinden bir eğitim reformu yapma zorunluluğu vardır.

Pozitif ayrımcı eğitim kurumu

Modern toplumun oluşmasını sağlayan Köy Enstitüleri'nin, pozitif ayrımcılığına dikkat çeken Kocabaş, “Pozitif ayrımcı eğitim kurumlarıdır, ilk defa yoksul köy çocukları ve kız çocukları için pozitif ayrımcı eğitim kurumlarıdır. Bir örnek verelim; enstitü müdürleri kendi aralarında şu kararı veriyorlar; yanında bir kız öğrenci getiren bir erkek öğrenci sınavsız kabul ediliyor. Daha çok kız öğrenci alabilmek için… Bu sayede 1700 kız öğrenci Köy Enstitüleri'nde eğitim görebildi” dedi.

Eğitim reformu zorunlu

Türkiye bir eğitim reformu yapmak zorunda. Türk eğitim sistemi niteliğini kaybetti. Nitelikli öğretmen yetiştiremiyor, eşitsizlikler üretiyor ve bunun aşılması gerekiyor. Bu da Köy Enstitüleri'nin kazanımları üzerinden ama yeni yüz yıla, yeni insana yönelik bir eğitim reformunu zorunlu kılıyor.