RÖPORTAJ/ Sinan KESKİN

“Okula hiç mutsuz gelmedim. Ben sevdiği işi yapıp üstüne para alan şanslı insanlardanım” diyor Prof. Dr. Ali Fatih Dalkılıç. Dalkılıç, İzmir'in en genç profesörlerinden biri. Hatta ögretim üyesi olduğu Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi'nin en genç profesörü. Henüz 37 yaşında bu ünvana sahip oldu.
Çocukluğu Borusan Holding iştiraklerinden Birlik Galvaniz'de yönetici olan babasının isine düskünlügü nedeniyle fabrika ortamlarında geçti. Bu durumdan sıkılmak yerine babasına olan hayranlığı ve fabrikada geçirdiği keyifli saatler geleceğini şekillendirdi. Daha ortaokul sıralarında işletme okumaya hatta akademisyen olmaya karar verdi. Erken yaşta aldığı bu karar ve istikrarlı çalışma sonucunda kısa sürede profesörlüğe kadar yükseldi. Sadece akademik kariyer yapmayan Dalkılıç, aynı zamanda reel sektörle de sürekli iç içe çalışmalar yürüttü. Geçtiğimiz yıl İzmir Ticaret Odası'na transfer olan EGİAD Kurucu Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa Tanyeri'den bayrağı devralan Ali Fatih Dalkılıç ile mesleğine olan aşkını, öğrencilerini ve üniversite sanayi işbirliğini konuştuk.

Fatih Bey kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

1980 yılında İstanbul'da doğdum. Üniversiteye kadar eğitim hayatımın tamamı İstanbul'da geçti. 2002 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde görev yapıyorum. Akademik çalışma konularım arasında muhasebe, denetim, kurumsal yönetim, finansal raporlama standartları ve etkin yönetim kurulu oluşturmak yer alıyor. 2013-2015 yılları arasında 2 yıl ABD’de University of Wisconsin’de bulundum. Yarı zamanlı olarak Bahçeşehir Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Yaşar Üniversitesi’nde dersler verdim. Uluslararası sertifikasyon konusunda uzmanlaştım. 2010 yılında CIA; 2012’de CRMA; 2013’te SMMM; 2015’'te CMA ruhsatı aldım. 2010-2018 yılları arasında İzmir Mali Müşavirler Odası Yönetim Kurulu Danışmanı olarak görev yaptım.

Meslek seçiminde babanınız rolü büyükmüş. Bunu biraz açabilir miyiz?

Babam 35 yıl Borusan Holding'in çeşitli teşekküllerinde çalıştı. En uzun çalıştığı şirket Birlik Galvaniz oldu. Babamın işyerine sadık kalan düzenli bir iş yaşantısı oldu. Benim meslek seçimimde bunun etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü babam isine cok düskündü. Haftasonları bile mutlaka fabrikaya giderdi. Ama bizi de ihmal etmemek adına yaninda fabrikaya götürürdü. O çalışırken biz yarım günü fabrikada geçirirdik. Böyle bir iş ortamında büyüdüm. Benim işletmecilik aşkım o zamanlardan başladı.

Siz de babanız gibi disiplinli misiniz?

Bilirsiniz okulun son günlerinde devamsızlık hakkınız varsa okula gitmezsiniz. Babam bu konuda çok hassastı. Ben rapor aldığım çok ender günler dışında mutlaka okula gittim. Arkadaşlarım okula gelmeyip dershaneye çalışmaya giderken ben okulda çalışırdım. Bu alışkanlığın da faydasını görüyorum şimdi. Hiçbir yere geç kalmam mesela. Üniversitede hiçbir dersime geç kalmadım.

Akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz?

Ortaokul 1'deyken çok sevdiğim bir matematik öğretmenim vardı. Orta 3'lere bir konu anlatıyormuş. Sınıftakilerle inatlaşıp, 'birinci sınıflardan birini çağırsan bu soruyu çözer' demiş. Nöbetçi öğrenci gelip beni hocanin çağırdığını söyledi. Sınıfa girdiğimde tahtada bir denklem sorusu vardı. Hoca bana şunu çöz bakalım dedi. Çözdüm soruyu. Sınıfa dönüp, 'bakın size söyledim' dedi. Ben olayı anlamaya çalışırken de deklemlerin nasıl çözülebileceğine dair bir örnek verdi. Verdiği örneği mantıklı bulmadığım için doğru bir örnek vermediğini ifade ettim. Örneğini beğenmediğimi söyledim. Bu hocanın çok hoşuna gitti, 'evet ben bunu düşünmemiştim' dedi. Sonra bana, 'ileride sen çok iyi bir hoca olabilirsin' dedi. O kafamın bir tarafında hep kaldı. Üniversitede arkadaşlarıma ders anlatırdım. Anlatmayı seviyorum.

Sınıfta nasıl bir hocasınız?

Kendim dinliyormuş gibi ve kendim anlayabileceğim şekilde anlatıyorum. Öğrencilerle bu konuda empati yapabildiğimi düşünüyorum. Her şey basitlikte saklı. En karmaşık sorular bile çok basit örneklerle anlatılabilir. Bu da iyi bir ön çalışmaya dayanıyor. İyi dinlemeye dayanıyor. Hocalık kıdemli öğrenciliktir.

Bir dönem ABD'de de ders verdiniz. Bu süreç nasıl gelişti?

Bizim fakülte yurtdışıyla çok bağlantılı. Artık herkesce malum Erasmus anlaşmasıyla yurtdışına gidiliyor. Ama Erasmus olmadan, o zamanki dekanımızın yurtdışında değişik üniversitelerle birebir iletişim kurarak yaptığı anlaşmalar vardı. Ben böyle bir anlaşma neticesinde 2000 yılında 3. sınıf lisans eğitimimi Hollanda'da sürdürdüm. Orası benim uluslararasılaşma anlamında gözümü açtı. Oradaki eğitim sistemi çok hoşuma gitmişti. O zamanlar kendime hedef olarak tekrar yurtdışına gitmeyi koymuştum. 2008 yılında bu defa Amerika'dan bir üniversite ile bir anlaşma yapıldı. Doktora tezimi hazırladığım dönemde 6 aylığına bu okula gittim. 2012 yılında doçent olduktan sonra yine ayni fakultede bulundum.

Çok genç yaşta profesörler ünvanı aldınız. Bu kadar iş yoğunluğu arasında bunu nasıl başardınız?

Bir iş varsa onu meşgul insana verin diye bir söz var. Gerçekten ne kadar yoğunsam, ne kadar koşturuyorsam, ne kadar az uyuyarak çalışmam gerekiyorsa o zaman yaratıcılığımın bir şekilde uyarıldığını fark ettim. Mesela ben rahat donemlerimde akademik yayın yapamadım. Ama ne zaman sıkışıksam, üstümde baskı varsa o beni bir şekilde tetikliyor. Mesela askerde 2 akademik yayın yaptım. Uluslararası iç denetim belgesini yine askerde aldım. SMM sınavını inanılmaz çok ders yükümün olduğu bir dönemde kazandım.

Çocuğunuza vakit ayırabiliyor musunuz?

Bu çalışan anne babaların zaman zaman kendilerine sordukları sorulardan biri. Birlikte olduğumuz vakti verimli geçirmeye çalışıyorum. En büyük avantajım eşimin de akademisyen olması. Oglumla her şeyi açıkça paylaşıyoruz. Ona geç kalacağım değil de, şu şu sebeplerden dolayi geç kalacağım diye açıklama yapıyorum.

Zaman zaman üniversiteler ile reel sektörün kopuk olduğu yönünde eleştiriler gündeme geliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

İşletmeciliğin bir laboratuvarı yok. Bazen eleştiri konusu oluyor yeni bir üniversite açılacağı zaman hemen işletme, iktisat fakültesi olsun, iki sıra bir sınıf, al sana işletme bölümü derler. Ama aslına bakarsanız okulda bir laboratuvar yok. Tüm iş dünyası işletme bölümünün laboratuvarıdır. Bizim fakültemiz iş dünyasıyla iç içe. Bunda bize bu vizyonu kazandıran hocalarımızın çok etkin rolü var.

Biraz da EGİAD'tan söz edelim.

EGİAD'ın bizim fakülteyle çok ciddi işbirlikleri var. Bunda Prof. Dr. Mustafa Tanyeri'nin payı çok büyük. Fakülte dergimiz Beyond EGİAD ortaklığıyla çıkıyor. Ogrenciyken tüm EGİAD başkanlarını okulumuzda ağırladık. Mezuniyet törenlerinde gelip konuşma yaptılar, derslere katıldılar. Dolayısıyla EGİAD aklımın bir köşesinde hep vardı. Mustafa Hoca'nın İzmir Ticaret Odası'na geçişi sonrasında ismim EGİAD Genel Sekreterliği için geçmiş. Mustafa Aslan ile de uzun yillardir tanisikligimiz vardir. Teklif geldiğinde severek ve isteyerek kabul ettim. Bu görev bana çok heyecan veriyor.

Çok tecrübeli bir ismin ardında bu göreve gelmek sizi ürküttü mü?

Mustafa Hoca'dan sonra gelmek beni hem heyecanlandırıyor hem de sorumluluk yüklüyor. Çünkü çıta çok yüksekte. Mustafa Hoca bu görevi 26 yıl yürütmüş, gerçekten çok özel bir insan. Ama şunu düşünüyorum; Mustafa Hoca bu görevi kabul ettiğinde onun danışacağı bir Mustafa Hocası yoktu.

Borusan ailemiz için çok önemli

Babam yıl sonuna doğru üretim planlaması yaparken, bütçe hazırlarken eve daha geç gelirdi. Her an bütçeyle ilgili konuşmalar yapardı. Bunlar bende işletmecilikle ilgili hep bir fikir oluşturdu. Bir de fabrikaya gittikçe herkes sorardı 'büyüyünce ne olacaksın, ne okuyacaksın?' diye. İleride sen de gelip Borusan'da çalışırsın diye takılanlar olurdu. Borusan bizim aile için çok önemli, bunu da ifade etmek isterim.