Röportaj/ Kardelen BUĞDAY

Aslen Mardinli, 12 çocuklu bir ailenin İzmir doğumlu ressam kızı Maide Aktaş. Aktaş’ın İkiçeşmelik’te başlayan hikayesi ablasının yeteneğini keşfetmesi ve kendilerine destek verenlerin sayesinde Kardıçalı Hanı’nda bir resim atölyesinde devam etti. Atölye çalışmalarıyla kendini daha da geliştiren Maide Aktaş, ardından Işılay Saygın Güzel Sanatlar Lisesi’ne girmeye hak kazandı. Eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Tasarımı bölümünde devam eden Aktaş, ikinci sınıfta başvurduğu Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne de kabul edilmesiyle birlikte renklerini ve çizgilerini Avrupa’ya taşıdı. Üç yıldır Viyana’da yaşayan Aktaş, orada kişisel bir sergiye de imza attı. 3 yılın ardından İzmir’i ziyaret eden Maide Aktaş ile hikayesini, hayata ve sanata bakışını, Viyana’daki çalışmalarını konuştuk.

Kısa bir ziyaret için İzmir’e gelen Maide Aktaş ile Viyana’ya dönmeden iki gün önce Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde bulunan Yakın Kitabevi’nde bir araya geldik. Alsancak’ta olduğunu öğrendiğim Aktaş ile buluşma yerini ve saatini de kararlaştırınca kitabevine hızlı adımlarla gittim. Öncesinde hakkında biraz daha bilgi toplamak için katıldığı çalışmaları, yaptığı resimleri araştırmıştım. Sosyal medya aracılığı ile geçen sene Viyana’da açtığı kişisel sergisinde verdiği röportaj kaydına ve tablolarına da ulaştım. Tablolarında resmettiği kadınlar oldukça cesur, vurucu çizgi ve renklerle çizilmiş. Sadece tablolarına bakmak bile öncesinde duyduğum ama çok az bilgiye sahip olduğum hikayesini bir nevi teyit etti. Buluşma yerine geldiğimde, dikkat çeken özgün bir tarzda giyinmiş, kendinden emin genç bir kadın karşımdaydı. Hâkî yeşil triko bir elbise, aynı renkte deri bir kaban, kahverengi süet bir ceket, mor atkı ve turkuaz renkte bir kolye ve etnik desenli küpeler zaten kimsenin dikkatinden kaçmazdı. Başkasında görsem belki sakil bulacağım bu durum, Aktaş’ta birleşince deyim yerindeyse bir tablo etkisi yaratmıştı. Oldukça bir sıcakkanlı, samimi bir tavırla karşılandım. Yüz yüze tanışma ve kısa bir hatır sormadan sonra asıl mevzu için konuşmaya başladık. Hikayesini sorduğumda, “Nerden başlasam daha iyi olur diye düşünüyorum şu an” cümlesiyle giriş yaptı. Aslen Mardinli olduğunu, babasının İzmir’e ilk kez askerliğini yapmak için geldiğini, annesiyle Mardin’de evlenip daha sonra Kadifekale’ye yerleştiklerini, kendisinin İkiçeşmelik’te doğup büyüdüğünü anlattı. 12 kardeş olduklarını, bir kardeşini iki yıl önce kaybettiğini ekledi. Resme olan yeteneğini nasıl keşfettiğini sorduğumda kendisi gibi güzel sanatlar fakültesinde okumuş olan ablası sayesinde olduğunu söyledi.

EN BÜYÜK DESTEKÇİM ABLAM

“İlkokulumu İsmet Paşa İlköğretim Okulu’nda okudum. Sonrasında Işılay Saygın’a başladım. Tabii yeteneğimi ablam yoluyla keşfettim. Ablam da güzel sanatlar fakültesinde okudu. Bendeki yeteneği o keşfetti ve bir şekilde destek çıkmak istedi. Sonrasında da Kardıçalı Hanı’nda bir resim kursuna başladım. Oradaki hocalar beni para almadan burslu olarak okutmak istediler.”

Kardıçalı’ndaki kursta resim yaparken ilk zamanlar kendini ifade etmekte zorluklar yaşadığını ama kısa süre içinde güzel sanatlar lisesine asil listede girecek kadar geliştirdiğini anlattı.

“İlk başta oradaki hocalar bende bir şey göremedi ama sonrasında zamanla kendimi daha rahat hissedince hızlı bir şekilde ilerledim. Orada üç ay kurs gördüm ve 12’nci olarak asiller listesinde yer aldım. Işılay Saygın’da resim bölümüne girdim.”

Ablasının da güzel sanatlar fakültesinde okumuş olmasına rağmen sanat alanında ilerlemesinde babasının karşı çıktığını belirten Maide Aktaş, destek aldığı kişileri sorduğumda şöyle devam etti:

“Ablam en büyük destekçim. Babam okumamı istemediğinde ablam her ne olursa olsun onun karşısında durdu. Ablamın desteği ile başladı diyebilirim. Onun haricinde burs veren hocalarımın destekleri, ondan sonra ilerledikçe beni gören, bana destek çıkan insanlar... Yani aslında ablamdan başlayıp, böyle uzun bir yol diyebilirim. Çok destekçim var aslında benim bu yol içerisinde. Viyana’ya gidişime kadar birçok insanla tanıştım, yardım etmek isteyen çok insan oldu. Çok iyi yürekli insanlar var.”

HER DUYGUNUN BİR ŞEKLİ VAR

Yaptığı tablolarda, kullandığı renkleri, anlatmak istediklerini sorduğumda duygu ve hisler üzerinde çalıştığını söyledi. Resimleri yaparken bilinç ve bilinçaltı konusunda da araştırmalar yaptığını ekledi.

“Ben daha çok duygularımın üzerinde durup bir şeyler yapıyorum. Kendimi öyle ifade ediyorum. Duyguları bir form olarak görüyorum aslında. Benim için aslında her duygunun bir rengi, şekli var. O formu bulmaya çalışıyorum aslında. Onun araştırmalarını yapıyorum resimlerimde ve bilinç, bilinçaltı ile çalışıyorum. Bunların bana verdiği güçlü görseller var. O görsellere odaklanıyorum.”

İlk yaptığı resimlerle şimdiki resimler arasındaki farkları sordum Maide Aktaş’a. Tablolarını ilk gördüğümde dikkatimi çektiği gibi; çizgilerini daha özgürce kullandığını, tabuların üzerine gittiğini söyledi.

“Yani daha özgürce çizgilerimi attığımı söyleyebilirim. Çizgilerimin daha kendimden emin oluştuğunu söyleyebilirim. Hani o şekil, her nasıl bir şekilse, tabuları içinde barındırsa da o tabuları güçlü güçlü yıkabiliyorum… Bunu yaptığımı gördükçe daha da güçleniyorum.”

Maide Aktaş anlattıkça aklıma Gustav Klimt, Sigmund Freud gibi Viyana’da yaşamış, dünya tarihinde önemli izler bırakmış isimler geldi. İlham aldığı ya da idol olarak gördüğü kişiler olup olmadığını sordum.

“Viyana Güzel Sanatlar’da profesörümüz var, bizim kendi atölyemizin profesörü Daniel Richter, onun resimlerini çok iyi buluyorum. Onun kararlılığını, resmindeki başarısını önemli buluyorum. O bana çok ilham veriyor. Çünkü onun da çok kolay bir hayatı olmadığını biliyorum ve resimlerindeki o bakış açısı, kendini ifade edişi, sanat duruşu beni etkiliyor.”

İzmir’den Viyana’ya ulaşan yolculuğunda şehirlerin resimlerine etkisi üzerinden devam etti konuşmamız. Farklı kültürlerin ve değerlerin kendisine ve resimlerine güç verdiğini belirtti. İzmir’in etkisini anlatmaya başladı önce;

“İzmir’in benim için çok büyük bir yeri var. Çünkü burası benim doğduğum büyüdüğüm yer. Aslen Mardinliyim ama burası benim doğduğum yer. Sonuçta nasıl bir süreçten geçtiysem, benim ben olmam için katkı sağladı.”

ZORLUKLAR DAHA GÜÇLÜ KILDI

“Peki Viyana?” dedim. Viyana’ya ilk gittiği zamanlarda yaşadığı iletişim sorunlarından da bahsetti.

“Viyana da bu farklılıkları görmemi sağladı açıkçası. İzmir’deki kültürel farklılıklar, uluslararası anlamdaki farklılıklar ve farklı kültürlerin verdiği o güç, onu tanıma ve o esneklik… O esneklikte daha çok kendimi bulabildim. Artıları vardı, eksileri vardı… Eksilerden yararlandım, artılardan yararlandım… Ya da bana yeni bir yol çizdirtti. Beni daha güçlü bir yola soktu. Onun zorluklarından geçmek bir şekilde üstesinden gelmek beni daha güçlü kıldı diyebilirim… Çünkü bir yandan kültürel bir şok yaşadım. Oranın dilini bilmiyordum mesela ilk gittiğimde… Dilini öğrendim. Almancayı öğrendim. İngilizceyi öğrendim. Öğrendikçe de oradaki insanlarla etkileşimde bulundukça fikirleri de gördüm. Bazı kavramları daha derinlemesine sorgulamama çok katkıda bulundu. Buradaki değerlerimi de hiçbir şekilde hor görmüyorum çünkü bunlar çok farklı şeyler. Kıyaslanamaz şeyler. Farklı farklı artıları eksileri olan şeyler… Ama ben ikisini bir anda deneyimleyip görüyorum ve bir şekilde böyle bir bakış açısında oluyorum. Hem burada yaşayıp hem orada yaşadığım için…”

Değer üzerine konuşmuşken, Türkiye’de sanata verilen değere geldi konu. Avrupa ve Türkiye arasında hem sanata hem de sosyal yaşamda gördüğü farkları anlatmasını istedim Aktaş’tan. Şöyle başladı:

“Viyana’da sanata karşı çok büyük bir saygı, değer var. Sokağa çıktığımda, etrafımda bir sürü galeri var. Bir markete gidip alışveriş yaptığımda o galerileri görmek inancımı daha güçlendiriyor açıkçası. Çünkü gittiğin bir yol, yol dedirtiyor. Bir güvence sağlıyor. Orada hissettiğim böyle bir güç var. İzmir’de bunu hep göremeyebiliyorum ama dediğim gibi artı ve eksiler farklı bir şekilde görülebiliyor. İzmir’de de çok güzel, yetenekli insanlar var. İzmir’de bir markete girdiğimde alışveriş merkezine girdiğimde insanlar bir şeyler öneriyor. Birbirleriyle konuşuyor. Bir anda sanki ailenden biriymiş gibi bir ortam oluşuyor. İnsanların sıcakkanlılığı, içtenliği, yardımseverliği, misafirseverliği… Durumları çok iyi olmayan arkadaşlarım vardı. Onlara misafirliğe gittiğimde öyle masalar kuruyorlar ki yani onu hiçbir şeye değişemiyorum… Viyana’da tanıştığım çok sıcakkanlı insanlar var ama burada daha yaygın.”

Son olarak sanatla ilgilenenlere, benzer zorlukları yaşayanlara söylemek istediği şeyleri sordum Aktaş’a, diğer insanların beklentilerine göre hareket etmemeleri gerektiğini tavsiye ediyor. Resim yaparken ya da hayatta başta hata veya eksik görünen şeylerin sonraları insana kazandırdıklarına dikkat çekiyor.

“İç sesin çok önemli olduğunu düşünüyorum, demek istediğim sevdikleri şeye odaklanıp, o anın tadını çıkararak ‘bunu yapıyorum çünkü çok keyif aldığım için’ deyip bir şekilde bir yola girmelerini söyleyebilirim. Beklentisi olmadan bir yola girdiğinde o yolun zaten o kişiyi çok farklı yerlere, ileriye taşıdığını düşünüyorum. İyi olurmuş, kötü olurmuş… düşünmemek gerekiyor. Bu fırçanın darbesini attığımda iyi mi duruyor kötü mü duruyor değil. Şu an sadece çok keyif alıyorum… Önemli olan bu. Kusurlu olarak görünen fırça darbeleriyle bir stil bile oluşabilir ya da o an belki yaramayacak ama onu görünce fikir oluşturacak. Belki o hata olarak gördüğün çizgiler senin kendi has yolunu oluşturacak. Hata gibi görünen şey sanat anlamında çok farklı ve güzel şeyler katabiliyor.