RÖPORTAJ/ Sinan KESKİN

100 yaşına merdiven dayamış Gani Gümüş'ün 1951 yılında Kemeraltı'nda Hamza Rüstem Pasajı'nda kurduğu Hürriyet Matbaası 68 yılı geride bıraktı. Türkiye'de dönem dönem değişen ekonomik konjektüre uygun olarak zamanın lokomotif sektörlerine hizmet veren matbaayı uzun yıllardır Gani Gümüş'ün oğlu Çevre Mühendisi Gürcan Gümüş yönetiyor. Çocukluğu ve gençlik yılları matbaada geçen Gürcan Gümüş, üniversiteden mezun olduktan sonra kısa bir dönem çevre mühendisliği yapsa da 1990'lı yılların başında tekstil ihracatındaki artışla paralel gelişen matbaacılık sektöründeki yoğun iş hacmi nedeniyle baba mesleğine dönüş yaptı.

Uzun yıllardır İzmir Ticaret Odası Meclis Üyesi de olan Gürcan Gümüş ile Hürriyet Matbaası'nın kuruluş öyküsünü, sosyal medyanın matbacılık sektörüne etkilerini, kağıt fiyatlarındaki artışın sektöre yansımalarını konuştuk.

Gürcan bey Hürriyet Matbaası ne zaman, nerede kuruldu?

Hürriyet Matbaası babam Gani Gümüş ve ortağı tarafından 1951 yılında Kemeraltı'nda Hamza Rüstem Pasajı'nda kuruldu. Ortağı öldükten sonra ortağının oğlu hisselerini babama devredince babam yoluna yalnız devam etmiş. O dönemde el pedalı dediğimiz elle besleme yapılan sistemler varmış. Elle kağıt verilip elle alınıyormuş. Gece gündüz çalışıyorlarmış. Hatta bıçakları yokmuş başka bir matbaaya gidip kağıtları kesip getiriyorlarmış. O tarihten bu yana hiç ara vermeden devam ediyoruz. Kendisi hala hayatta ama işe gelmiyor artık. Matbaacılık o yıllarda gelişmekte olan bir sektör. Ülkenin de gelişmekte olduğunu düşünürseniz ciddi anlamda büyüyen piyasalarda onlara da çok iş düşüyormuş. Dönemin bütün matbaaları gibi onlar da hızla büyüyorlarmış. İlk makineleri bir Alman markasıymış. 10-15 yıl sonra yine Almanya'dan yarı otomatik bir makine daha alıyorlar. Ondan sonra tam otomatik, derken bugüne kadar teknolojiye ayak uydurarak büyüyoruz. Eskiden en çok iş yapılan sektör devlet kurumlarıydı. Biz de genellikle devlet kurumlarında çalışıyorduk. En eski müşterilerimiz Türkiye Petrolleri, Tüpraş, Kooperatifler Birlikleri gibi kurumlar. Zaten bütün matbaalar ilk başta devlete çalışıyorlardı. Özel sektör çok gelişmiş değildi. Özel sektör devreye girdikten sonra büyümede hızlandı.

Kemeraltı günleri ne kadar sürdü?

Ekipman çoğaldıkça ekip de artıyordu. Hamza Rüstem Pasajı'ndaki 40 m2'lik dükkan yetmeyince 1960'ların başında Kemeraltı Camii'sinin karşı köşesinde, Şadırvanın olduğu meydanda bir iş hanının ikinci katında 89 m2'lik bir yere geçiyorlar. Uzun süre orada kalıyorlar, 20 yıl kadar. Orada da yan ve aşağı dükkanları da kiralayarak büyüyorlar. 1990'larda ise önce 1. Sanayi Sitesi'ne ardında da iş hacminin artmasıyla Çamdibi'nde şimdiki tesisimize taşındık.

Sizin matbaa ile tanışmanız ne zaman oldu?

Benim matbaa ile tanışmam Kemeraltı Camii'sinin oradaki matbaada oldu. İlk 1974 yılında gitmeye başladım matbaaya. Hem okudum hem de yazları çalıştım. Karataş Lisesi'nde okuyordum. Okuldan çıktıktan sonra da matbaaya geliyordum, akşama kadar çalışıyordum. Hem makinistlik hem mücellitlik yaptım. 1989 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) Çevre Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra yaklaşık bir yıl mesleğimle ilgili bir alanda profesyonel olarak çalıştım. Kanalizasyon ve atık su projeleri çizdim. O sırada babama da destek veriyordum. O dönemde işlerin hızlanmaya başladığı bir dönemdi. Sanayimiz markalaşmak için çalışmalara başlamıştı. Türkiye'ye ciddi sayıda yabancı yatırımcı da geliyordu artık. Adını ilk kez duyduğumuz fabrikalar açılıyordu. Artan bu iş hacmi beni yeniden matbaaya döndürdü. Emek yoğun bir iş olduğu için zamanımı buraya ayırırsam başarılı olacağımızı gördüm.

İş hacmindeki artışın sebebi neydi?

Büyümenin rahat ve kısa sürede olacağı bir dönemdi. Tekstil ihracatının hızlandığı, fabrikaların açılmaya başladığı, Türk firmalarının markalaşmak için çaba gösterdiği bir dönemdi. O dönemin bize etkisi çok oldu. Kendini tanıtabilmek istiyorsan baskı ve baskılı evrak bir numaralı ihtiyaç kalemiydi. Kurumsal evraklar, kataloglar, sosyal medya olmadığı için en değerli tanıtım materyalleriydi. ODTÜ'de eğitim görmüş olmanın artılarını bu sektörde de yaşadım. Yurtdışına ihracata başladık. Portekiz, Hollanda ve Almanya gibi ülkelere basılı evrak, kitap, çanta, broşür, katalog gibi işler göndermeye başladık. Özellikle Hollanda en çok ihracat yaptığımız ülkelerden biriydi. Uzun süre ihracat yaptık. Oradaki firmanın ana ürünü konfeksiyondu ve ürünlerini Türkiye'de ürettiriyordu. Ancak Çin, Fas ve Tunus gibi ülkelerin tekstilde öne çıkmalarından sonra Türkiye'deki üretimlerini durdurdular. Üretim tesislerini Türkiye'den aldılar. Dolayısıyla bize yaptırdıkları ürünleri de Çinlilere yaptırmaya başladılar.

Hürriyet Matbaası için olumlu ve olumsuz kırılma noktaları neler oldu?

Birincisi 1994 kriziydi. 1994'de finansal bir kriz yaşandı. Alacaklarımızın bir anda üçte bir oranında azaldığını gördük. Tamamiyle cari çalıştığımız bir dönemdi. Herkes gibi biz de zorlandık. Bunu gördükten sonra tedbirli olmaya başladık. Herkesin batabileceğini, sıkıntıya düşebileceğini gördük. 1994 krizinden sonra aldığımız tedbirlerle 2001'deki dalgalanma bizi çok etkilemedi. Tabiki zararımız oldu ama piyasaların etkilendiği kadar etkilenmedik. 2008'deki kısa dönemli kriz ise hemen hemen hiç etkilemedi bizi. Çünkü tedbirlerimizi çok önceden almıştık. Bunlar olumsuz dönemlerdi. Olumlu anlamda ise, Özal hükümetleri zamanında matbaalara mühürlü evrak basma yetkisi verilmişti. Biz de o dönem yetki alan ilk firmalardan biriydik. O dönem değerli evrakın zapturapt altına alınması, devlet kontrolünde, bizim gibi yetkilendirilmiş matbaalara verilmesi çok işimize yaradı. Bir anda iş potansiyelimiz arttı. Bu durum sektöre bir ivme kazandırdı. Bu hala devam ediyor. Ama şekil değiştirdi. Artık e-faturaya giden süreçte bu sistem elimizden çıkacak gibi görünüyor.

Tekstil sektörü bir dönem matbaa sektörünü de ciddi anlamda destekledi sanırım.

Biz üretilmiş mamüllere ambalaj, kılıf, çanta, katalog, etiket gibi şeyler üretiyoruz. O nedenle onların gelişmesi bizi etkiliyor. Biz global anlamda öyle bir sektörüz ki herkesle çalışabiliriz. Biri zeytinyağı ihracatı yapacakki ona etiket ya da karton çanta yapalım. Dolayısıyla diğer sektörlerin hareketi bizim için önemli. O dönemin lokomotifi tekstildi. Biz de yüzde 70 tekstile çalışıyorduk. Gece gündüz hiç durmadan etiket, ambalaj, karton çanta yapıyorduk. Ama tekstilin Türkiye'de bitmesi bizim de kabuk değiştirmemize neden oldu.

Matbaa sektörünün tekstilden sonraki ana müşterisi hangi sektörler oldu?

Son 10 yılda inşaat ve inşaat malzemeleri satıcılarının bizimle çok işi oldu. Ondan önce özellikle zeytinyağı, yaş sebze meyve ihracatçılararı sektörü hareketlendirdi. Kasaların etrafı baskılı, mandalinaların etiketli gitmeye başladığı dönemler bize çok iş düştü. Onun dışında otomotiv sektörü her zaman var, değişmiyor. Azalıyor, çoğalıyor ama hep var. Beyaz eşya sektörü bir dönem çok hareketliydi şuan durgun. Son dönemde 7 yıl önce başlayan fast food zincirleri matbaalara inanılmaz bir etki yarattı. Hem ürünlerini baskılı kağıt ambalajlarla veriyorlar hem de evlere servis verdikleri için evlerde broşürlerinin, magnetlerinin, herhangi birşeylerinin bulunmasını istedikleri için çok ciddi para harcıyorlar. Fast food eskiden olmayan kalemlerimizden biri oldu. Bundan 20 yıl önce çok çok az adisyon fatura basardık. AVM'lerin ve fastfoodların gelişmesi korkunç bir ivme getirdi sektöre. Şuan bu devam ediyor. Ancak ekonomik sıkıntılardan ve matbaa ürünlerinin pahalanmasından dolayı herkes gibi onlarda harcamalarını kıstılar.

Son yıllarda artan sosyal medya kullanımı basılı ürüne olan ihtiyacı azalttı mı? Sosyal medya sizi etkiliyor mu?

Mutlaka etkiliyor. Ama şuna inanmıyorum; ihtiyaç olmadığı için basmıyorlar değil, ekonomik olduğu için sosyal medyaya yöneliyorlar. Çünkü, düşünün bir katalog yaptınız içinde 5 bin ürününüz var, bir şirkete verdiniz o sürekli el altında duruyor. Ona ulaşım sosyal medyadan daha kolay. Çünkü elinizin altında. Sosyal medyada yoruluyorsunuz. Sosyal medyada bir şey aramaya kalkıştığınızda birçok duvarı geçmek, birçok alakasız ürünü elemek zorundasınız. Adapte olamıyorsunuz. Bir de katalogda bir ürüne baktınızda onu hayal edebiliyorsunuz, detaylarını okuyabiliyorsunuz. Ama soyal medyada okumaya fırsatınız olmuyor. Sürekli başka bir ürüne bakmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Ürüne odaklanamıyorsunuz. Dolayısıyla ben baskılı evrakın bittiğini, biteceğini zannetmiyorum. Tanıtımda hala yerini alacağını düşünüyorum. Fuarlara giderken herkes kataloglarını, promosyon malzemeleri yaptırıyor. Sadece adetleri kısmaya başladılar.

Son dönemde kağıt tedarikinde sorun var mı?

Kağıt stokları azaldı. Türkiye'nin kağıt ihtiyacının yüzde 90'nı ithalattan karşılanıyor. Dövizin ani sıçrayışı fiyatları artırdı. Ana tedarikçiler eskiden vadeli ithalat yapabiliyordu. Şimdi duyduğumuza göre ön ödemeli almak zorunda kalıyorlar. Finansal zorlukları iki katına çıktı. Daha sipariş verirken ödeme yapmak durumunda olmaları ekstra bir finanmasman ihtiyacı getiriyor. Bunun için ithalatta bir daralma var.

Siz süreli yayınlar da basıyorsunuz. Süreli yayınlar bu maliyet artışlarından sonra sıkıntı yaşıyorlar mı?

Son 3 yıldır, özellikle de 1 yıldır süreli yayınlar büyük sıkıntı yaşıyor. Önce baskı adetleri ve sayfa sayıları azaldı. Birçoğu kapanmaya başladı. Bundan 10 yıl öncesine göre yayın adedi onda bire kadar düştü. Periyotlar uzadı. Krize dayanamayarak son 1 yılda ciddi sayıda kapanan yayın oldu. Yayın işi çok zor. Tamamen reklama dayalı olduğu için yaşaması da ekonomiye bağlı. Reklam Türkiye'de çok sıkıntılı bir sektör. Büyük kurumsal firmaları tenzi edersek Türkiye'de reklama inan ve güvenen iş adamı zihniyeti yok. Reklam bizim iş adamlarımıza sokağa para atmak gibi geliyor. Olmasa da olur mantığıyla bakıyorlar. Tabiki yanlış ama iş dünyasının çoğunluğu böyle düşünüyor.

Son olarak şunu merak ediyorum; sokak aralarında küçük küçük bir sürü matbaa var. Matbaacılık kolay bir iş mi?

Kolay değil, hatta çok zor. Bu iş bir zanaat. Kağıdı tutmasını, katlamasını, makineye koymasını bileceksin. Genelde babadan oğlu geçen bir meslek. Çıraklıktan başlarsın bu işe. Bu böyle geliştiği için işi öğrenen herkes bir iki makine alarak kendi matbaasını kuruyor. Ama çoğu büyüyemiyor. İşi yapan ustanın finans bilgisi yok, kar zarar hesabı yapamıyor. Bir kısmız büyüdü ama altyapıları olmadan büyüdü. Şirketleşmek farklı bir vizyon ister. Üretimden anlaman yetmiyor finanstan anlayan profesyonel yöneticilerin olmalı. Sadece üreterek değil finansal olarak da büyümek lazım. Bu vizyona sahip olanlar büyüdü ama olmayanlar sokak aralarında tek makineyle çalışmaya devam ediyor.