Röportaj / Kardelen BUĞDAY

Yeşilçam’ın unutulmaz isimlerinden Arzu Okay… 70’li yıllarda başladığı sinema hayatında birçok filmde oynadı. 23 yaşında oyunculuğu bırakıp ticarete atıldı. Toplumu ilgilendiren konularda aktivist olarak yer almaktan da çekinmedi. Arzu Okay, filmlere konu olacak hayatını gazeteci Türey Köse’ye anlattı. İki isim yıllar önce ilk kez Foça’da bir söyleşi için bir araya geldi. İstanbul, Paris ve İzmir’de devam eden görüşmeler ‘Keşkesiz Bir Kadın: Arzu Okay’ ismiyle kitaba dönüştü. Kitap Kasım ayında İletişim Yayınları’ndan çıktı. İki isim İzmir’de imza günü de düzenledi. Türey Köse, “Topluma dayatılan Arzu imajının dışında benim tanıdığım Arzu’yu okura aktarabilmek istedim” diyor. Köse, İzmir’de başladığı meslek hayatına Ankara’da politika muhabirliği yaparak devam etmiş deneyimli bir gazeteci. Türey Köse ile ülkedeki siyasi geçmişi yazdığı kitaplardan sonra bir yıldızı ve sinema dünyasını anlattığı, “Benim için de bir ilkti” dediği kitabını ve Arzu Okay’ı konuştuk.

Arzu Okay ile nasıl tanıştınız ve bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Foça’da tanıştık. Önce Birgün Gazetesi için onunla bir söyleşi yaptım. Hayatı çok ilginçti. Arkasından baktım derya gibi kadın. Hayat hikayesinin çok çeşitli bölümleri var. Herkes onu sadece 70’lerdeki oyunculuğu ile tanıyor.

Oyunculuğunun da bir bölümüyle hatta…

Evet, seks filmlerinde öne çıkmış bir oyuncu olarak tanınıyor. Halbuki o hayatının sadece 8 yıllık bölümü sinema, onun dışında arkasından başarılı bir iş kadını olmuş. Aktivist, politik olarak duyarlılıkları olan biri. Sonra kendince yazı, şiir yazıyor. ‘Bayan Yanı’ dergisinde yazıları çıkıyor. Çok yönlü bir kadın… İyi bir anne, iyi bir aşçı, çok becerikli bir ev kadını. İstedim ki benim tanıdığım Arzu’yu okurlar da biraz daha iyi tanısınlar, topluma dayatılan Arzu imajının dışında benim tanıdığım Arzu’yu okura aktarabileyim istedim. Uzun uzun konuşmaya başladık. Bir vesileyle Paris’e gitmiştik, bir sergi için, Arzu’da kaldık. Bu müthiş bir fırsat oldu. Arzu’nun oradaki hayatını gözledim.

Kitabı yazmak ne kadar sürdü?

1.5-2 yıl sürdü. Arzu çok disiplinli biri değil, bizim gazetecilerde disiplin vardır. Onda o düzen pek yok. Belki de haklı. Çünkü gazeteciler ona hep aynı şeyi soruyorlar. Aynı şeyleri anlatmak zorunda kalıyor. O, o şeyleri yaşamış geride bırakmış. Hep aynı şeyleri anlatmak biraz zor geliyor ona. Bir kere de bana anlattı. Ben de biraz daha derinleştirerek açmaya çalıştım. Onun için çok zaman aldı. Ama bunun aslında kitaba kazandırdığını düşünüyorum. Bir de değişik mekanlarda insanların farklı yönlerini tanıyorsunuz. Mesela kiracılarıyla birlikte anaç kadını tanıdım. Benim tanıdığım Arzu’yu ve hikayemizi de anlatmaya çalıştım. Sonra İstanbul’da, İzmir’de, Foça’da konuşmaya devam ettik.

Arzu Okay tüm yaşamını, sinemaya ve hayata dair tüm düşüncelerini sizinle en doğal haliyle paylaşmış. Kitapta yer alan ya da aktarmadığınız kısımlarda, dinlerken en çok nelerden etkilendiniz?

İş kadını Arzu Okay’ı anlattığım bölüm beni çok etkiledi. İnanılmaz cevval bir kadın. Bir sinema kariyeri olmuş, onu bırakmış 20’lerinde. 23 yaşında ve arabaya biniyor, sınıra gidiyorlar. Sınır kapısından giren yabancıları yakalayıp, onları deri sattıkları mağazaya getirmeye çalışıyorlar müşteri olarak ya da sınırdan gelen insanlardan içki alıyorlar, gidiyor o ithal içkiyi mahalledeki bakkala satıyor. Bu mücadele gücü bana çok etkileyici geldi. Bana çok dokunan yerleri de oldu tabii. Hep yüzü duvara dönük oturmak mesela. Bir de hep Arzu’nun ‘ben sandığınız kadın değilim’ demeye çalışan bir yanı var. O insanı etkiliyor bence. Ben siyaset muhabiriyim. Yıllarca parlamento muhabirliği yaptım. Benim için sinema dünyası çok uzak, yabancı bir dünya. O yüzden benim için o anlamda da çok zor oldu. Mesafe çok önemlidir politikacıyla gazeteci arasında ya da haber kaynağınız her kimse. Hep ‘siz’dir onlar. Senli, benli konuşmaktan hiç hoşlanmam. Hoşlanmamanın ötesinde etik bir kuraldır. Haber kaynağınızla senli-benli, abili-ablalı konuşamazsınız. Kitaba başlarken, yakın çevremdeki dostlarıma sordum; “Ben şimdi siz mi diyeceğim?” diye. Çok zorlandım nasıl hitap edeceğim konusunda, sizli hitap da çok samimiyetsiz olacaktı. O yüzden siz dememeyi tercih ettim. Benim için bu çok zor bir şey.

SANSÜR DÖNEMİ

Uzun yıllar politika muhabirliği yaptınız. Bu kitap dışında da kitaplarınız var. O kitaplar daha çok ülkenin siyasi geçmişiyle ilgili. Arzu Okay’ın rol aldığı filmler ülkenin siyasi açıdan en karışık olduğu dönemlere denk düşüyor. Kitap bir yandan Arzu Okay’ı anlatırken bir yandan da dönemin Türkiye’sini anlatıyor diyebilir miyiz?

Bu sadece bir kadın hikayesi değil, bir dönem hikayesi. 70’lerden 80’lere kadar ülkenin yakın tarihinden de anekdotlar var. Kitapta göreceksiniz, gazete kupürleri koyduk. O kupürler, benim için çok ilginçtir. Mersin’de ‘Kara Gün’ filmini çekiyorlar, o filmin çekimi sırasında bütün oyuncular gözaltına alınıyor. Çünkü filmde rol gereği parka giyiyorlar. Parka o dönemler politik bir semboldü. O döneme bir yolculuk yapmış oluyorsunuz. Bir de çifte standart var. O dönemki seks-komedi filmler bir şekilde sansürden geçiyor. Öte yandan mutlu son mecburiyeti var filmlerde, Arzu onu anlatıyor. Filmde bir adam birini öldürdü, ondan sonra sevgilisiyle kaçtı. Filmin sansüre gönderilen kısmında polis geldi ve yakaladı. Sinema salonlarında ise ilk haliyle seyrediliyor.

CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ

O dönem erotik filmlerde rol alan pek çok erkek isim bugün usta sanatçı olarak anılıyor. Ama Arzu Hanım internette 'Yeşilçam’ın lanetli 10 kadın listesi'nde yer almış. Bu sinemadan ve diğer konulardan öte ülkedeki cinsiyet eşitsizliği sorununu gösteriyor bence. Siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Çifte standart hayatın her alanında var. Ben de o sitelere baktım, 'Yeşilçam’ın Lanetli Kadınları' ama bunun yanında lanetli erkekler diye bir liste görmedik. Kitabın arka kısmına Arzu Okay’ın filmografisini ekledim. Orada filmlerin yönetmenlerini ve erkek rol arkadaşlarının isimlerini de yazdım. Bu kadın kendi başına çevirmedi bu filmleri. O dönemin birçok aktörü, bugün saygın isimler olarak piyasadalar. Elbette saygınlar ona bir şey demiyorum. Ama o dönemle ilgili bütün fatura Arzu ve o dönem oynayan diğer kadınlara çıkarıldı. Büyük haksızlık.

Deneyimli bir parlamento muhabirisiniz. Meclis’te de cinsiyetçi dilin hakim olduğuna pek çok kez haberlerden şahit olduk. Siz neler yaşadınız?

Uzun yıllar parlamento muhabirliği yapmış biri olarak hem siyasetçinin kadın gazeteciye bakışı hem de medyanın kadın siyasetçiye bakışı üzerinde durmak isterim. Siyasetteki eril dil ve bakış elbette kadın gazetecileri de hedef aldı. Kılık kıyafetten kullanılan dile kadar. Meclis'te kadın gazetecilerin etek boyu gibi konular gündeme gelebildi. Meclis tutanaklarına bakarsanız kavgalarda hep eril, kadını hedef alan küfürler kullanılıyor. Ne yazık ki, genel olarak medyanın kadın siyasetçiye bakışı da belli klişeler içinde. Kadınlar hep bir tür magazin malzemesi olarak görülüyor. Kadın politikacılara öncelikle bir 'resim, fotoğraf' olarak bakılıyor. Kadın siyasetçiler mutfakta yemek yaparken fotoğrafı çekilir, kadın milletvekillerinin saçı, başı, giysisiyle ilgili pek çok haber çıkar.

Hem okuyucu, izleyici hem de tecrübeli bir gazeteci olarak medyadaki ‘kadın’ olgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Medyada kadına yönelik şiddet ve taciz haberleri, 'medya tacizi'ne dönüşmemeli. Şiddeti teşhir etmek, şiddetin pornografisini yapmaya dönüşmemeli. Bir zamanlar kadın eylemciler, teröristler illa 'dişi' ilan edilirdi. Şimdilerde taciz, tecavüz haberlerinde 'defalarca tecavüz edildi!' vurgusu yapılabiliyor. Bu 'defalarca' vurgusu hangi kışkırtıcı amaçların, hangi bilinçaltının sonucudur? Kadına karşı şiddetin medyada yer alış biçimi yeni bir şiddet türü doğuruyor: Kadına şiddet pornografisi. Yıllar önce Habertürk gazetesi sürmanşetinde bir kadının sırtından bıçaklanmış, yarı çıplak halini gösteren fotoğrafı kullandı. Fotoğrafta ‘buzlama’ yapılmamıştı. Haberin başlığı ‘Kadına şiddette son nokta’ydı. Bu, bana göre ‘medya tacizinde son nokta’ydı.

ÖN YARGILARA TESLİM OLMAYIN

Çalışmalara tekrar dönecek olursak şu an üzerinde çalıştığınız bir kitap, başka bir çalışma ya da Arzu Okay gibi farklı yönleriyle okuyuculara tanıtmak istediğiniz bir isim var mı?

Yok açıkçası. Çünkü onu tanıdığım için oldu bu çalışma. Ama edebiyatla ilgiliyim, öyküler yazıyorum, belki o yönde bir çalışma olabilir. Cesaretim olursa, öykülerimi yayınlarım.

Okuyuculara bir mesajınız var mı?

Her konuda size sunulanı değil, onun arkasını bir araştırmak lazım. Yani maalesef ana akım medya, kitle iletişim araçları kolayı seçiyorlar. Bir imge şekillendiriyorlar, onu giydiriveriyorlar insanlara. Okur ve izleyici de bunu çok kolay benimsiyor. Onu sorgulamak, arka planını görmek gerçekten anlamak, emek gerektiriyor. Çok kolay prim vermesinler dayatılan imgelere ve imajlara.

Genç meslektaşlarınıza bir tavsiyeniz var mı?

Hem kendini dönüştürmek hem de toplumun dönüşmesine bir nebze katkıda bulunmak için çaba göstermek gerekiyor. Öncelikle işimizi iyi yapacağız. En temel ihtiyaçlardan biri işi iyi, doğru yapan gazeteci. Maalesef böyle gazeteciler çok az. Mesleki etik ve kuralları ciddiye almak lazım. Konuşulacak çok şey var aslında…