Röportaj/ Sinan KESKİN

1990'lı yıllar, henüz teknolojinin hayatımızı bu denli işgal etmediği, internetin emekli aşamasında olduğu, cep telefonlarının ise sadece iletişim için kullanıldığı yıllardı. Sokaklarda ellerinde karton bardakla gezen gençler görmeniz mümkün değildi. Üstelik karton bardakta kahveyi sadece okul-hastane vs. gibi yerlerin kantininde veriyorlardı. İnsanlar sosyalleşmek için bütün gün kafalarını küçücük bir ekrana gömmüyorlardı. Sosyalleşmek, sanal olmayan gerçek arkadaşlarla yapılan dost sohbetleri, çay-kahve muhabbetleri, tiyatro, sinema, konser, söyleşi gibi gerçek aktivitelerle sağlanıyordu.

Günümüzün gençleri için pek bir şey ifade etmeyen, neredeyse ilkellik olarak algılanan 1990'lı yıllarda İzmir'de bir kaç mekan gençlerin ilgi odağı olmuştu. Okuldan arta kalan zamanlarımızı, tamam itiraf edeyim okulu kırdığımız zamanların da, çoğunu bu mekanlarda geçiriyorduk. Kimseye konum atmadan doğal bir şekilde aynı mekanlarda buluyorduk birbirimizi. Pasaport'ta (şu an yerinde açık otopark var) Şiir Kafe, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde Viran Gönüller Kahvesi (şimdi içinde lahmacun yenilen bir mekana dönüştü), önce Alsancak'ta açılan sonra Bornova'ya taşınan Dıgıl Sanat Kafe, Konak'ta Kabile Kitabevi (dönemin ilk kitap-kafesiydi sanırım), İleri Kitabevi, Ercan Kitabevi en çok ziyaret ettiğimiz yerlerdi.

Yazarları, çizerleri, sanatçıları henüz 'like'lamaya başlamadığımız o dönemlerde İzmir'in kültür sanat yaşamının kalbinin attı mekanlardan en önemlisi ise Dıgıl Sanat Kafe'ydi. 1980'li yıllarda Bodrum'da Çayhane ismiyle yola çıkan Tayfun Pezek ile Çayhane'nin Dıgıl'a nasıl dönüştüğünü, Dıgıl'ın İzmir'e geliş öyküsünü ve daha pek çok şeyi konuştuk.

Öncelikle kısaca Tayfun Pezek'i tanıyabilir miyiz?

Benim kökenim Karşıyakalıdır. 15-16 yaşlarımda babamı kaybettim. Üniversiteyi zar zor bitirdim. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. Karşıyaka'dan Buca'ya iki arkadaşımla birlikte yürüyerek, en iyi ihtimalle otostopla gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Buca'ya zaten direk gidemezdiniz. Önce Konak'a gidip oradan Buca'ya gidiyordunuz. Ama ben parasızlıktan çoğu kez yürüyek giderdim. Üniversiteyi bitirince, askere gittim geldim. Öğretmen olmayı, öğretmen gibi yaşamyı hiç bir zaman düşünmemiştim. Okula öğretmen olma isteğiyle de girmedim. Sadece Türk edebiyatını sevdiğim için okudum. Bir arkadaşımın vesilesiyle garsonluk yaparım diye Bodrum'a gittim. İlk şezlog şemsiye kiralayarak işe başladım. Ortakent'te şezlong-şemsiye kiralıyordum. Sonra Tarkan isimli bir arkadaşımın vesilesiyle tiyatro ve sinema oyuncusu Güzin Özipek ile tanıştım. Güzin Özipek'in Bodrum'da bir barı vardı. O barda çalışmaya başladım. Zamanla şef oldum. Oraya gelenler Dıgılvari insanlardı. Fikret Kızılok, Ferdi Özbeğen gibi dönemin meşgur sanatçıları, yazarlar, çizerler geliyordu bara.

Dıgıl Tayfun'un hikayesi nedir? Bu macera ne zaman, nerede başladı?

Bu macera 1980'li yılların ortasında Bodrum'da başladı. İlk zamanlar ismi Çayhane idi. Dönemin ünlü yazarları, çizerleri, sanatçıları gelirdi mekana. Çayhane'nin müdavimi olan karikatürcü dostlarım beni Oğuz babayla (Aral) tanıştırdılar. Oğuz baba da benim gibi aksi bir adamdı. Beni de kendine yakın buldu. Karınca gibi çalışıyordum. Biz abilerimizden, ablalarımızdan, ustalarımızdan öyle öğrendik. Ortaokul ve lise çağlarında örgütlenmemiz çok iyiydi. İşe sahip çıkmayı, ahde vefayı oralarda gördüm. Şiir yazan, edebiyata meraklı gençler çok fazla seslerini duyuramıyor, şiirlerini paylaşamıyorlardı. Ben ve benim gibi insanlar onları yüreklendiriyor, onlara kendilerini ifade edebilecekleri bir mekan sunuyorduk. Genç şair ve yazarlar ceviz kabuğunu kırıp gün yüzüne çıkarıyorlardı kendilerini. Biz sadece biraz destek oluyorduk.

Dıgıl ismi nereden geliyor? Kim size bu ismi taktı?

Oğuz Aral bana 'Dıgıl' ismini taktı. Dıgıl aşağı Dıgıl yukarı derken benim Çayhane'nin ismi zamanla yok oldu.

Dıgıl'da kültür sanat etkinliklerinin başlama hikayesi nedir?

Dıgıl'a (o dönem hala Çayhane idi ismi) ünlü ünsüz herkes gelmeye başlamıştı. Çayhane'ye gelenler edebiyat, spor, güncel konular üzerine kendi aralarında konuşuyorlardı. Bunları söyleşilere çevirelim dedim. Siz burada konuşurken diğer masadakiler de duysun, onlar da sohbete katılsın istedim. 5 kişi 10 oldu, 10 kişi 20 oldu. Sonra bu söyleşiler düzenli, bir plan dahilinde olmaya başladı. Söyleşilerle birlikte genç şairlerin kendi şiirlerini okudukları geceler düzenledik. Ve yine aynı dönemde ünlü ünsüz bir çok sanatçı müzik yaptı

İzmir'in kültür sanat yaşamına renk getiren Dıgıl'ı biz 1990'lı yıllarda tanıdık. Bodrum'da başlayan bu macera neden ve ne zaman İzmir'e taşındı?

Evlenince İzmir'e taşınmaya karar verdim. İzmir'deki ilk Dıgıl'ı 1991'de Alsancak'ta açtım. Karşıyakalıyım ama İzmir'i ticari anlamda bilmiyordum. O zamanlar kafe yeni yeni başlamıştı. Ben tek başıma bir şeyler yapıyordum ama birilerini daha işin içine katayım dedim. O zaman liseden arkadaşım olan İlhan Tülman Pasaport'ta Şiir Kafe'yi, yine liseden arkadaşım Göksel de Viran Gönüller Kahvesi'ni açmıştı. Kemeraltı'nda Ercan Günaydın'ın sahibi olduğu Ercan Kitabevi vardı. Biz bu ekiple ortaklaşa etkinlikler yapmaya başladık. Liseli, üniversiteli arkadaşları toplayıp o dönem ünlü ünsüz kim varsa İzmir'e getiriyorduk. Düş Sokağı Sakinleri, Yalçın Menteş, Ata Demirer, Ezginin Günlüğü, Cezmi Ersöz... O dönem aklınıza gelen nitelikli isimlerin çoğu bizim etkinliklerimize katıldı. Tülay Aktaş Sevgi Yolu'nun yeni yeni yapılmaya başlandığı dönemde Dıgıl'ı Bornova'ya taşıdım. Tülay Aktaş Sevgi Yolu'ndaki tek mekan Dıgıl'dı. Orada da otistik çocuklar, ana okulları, dernekler, sendikalar, vakıflar yararına birçok etkinlik yaptık. LÖSEV için bir çok yardım etkinliği düzenledim. Dernekler, sendikalar, vakıflar hep beni arıyordu. Bize yazar, şair lazım, bize usta kalem lazım diyorlardı. İstedikleri her ismi getirdim.

Özellikle 1990'lı yıllarda düzenlediğiniz birçok etkinlik o dönemin liseli ve üniversiteli gençlerinin akıllarında yer etmiştir. Peki en çok ilgi çeken etkinliğiniz hangisi oldu?

Bir Kitap Bir Müzik diye bir konseptimiz vardı. Çok ilgi gördü. Cihan Demirci ile Edip Akbayram'ı aynı sahneye çıkarıyorduk. Daha pek çok yazar – sanatçı eşleşmesi yaptık. Her etkinlikte salon tıka basa doluyordu.

Bugüne kadar kaç etkinlik düzenlemişsinizdir?

Sayısını bilmem. Günde 3 etkinlik yaptığımız zamanlar da oldu. Dıgıl adıyla çok etkinlik yaptım ama Dıgıl adı altında olmayan bir sürü etkinlikte de başrol üstlendim.

Dıgıl macerası ne kadar sürdür?

Dıgıl olarak 3 yıl öncesine kadar sürdü. Ticarette batıyorsunuz, çıkıyorsunuz, kazıklanıyorsunuz. Bazen küsüp, ben kenara çekileyim diyorsunuz. O nedenle üç yıl önce mekanı kapattım.

Dıgıl, şu an francising sisgtemiyle tüm Türkiye'ye yayılmış pek çok markadan önce de çok bilinen, tanınan, itibar gören bir markaydı. Siz bu markayı büyütmeyi, francising yönetimi ile ticarileştirmeyi düşünmediniz mi?

O isim bana emanet edildi. Hayatım boyunca sırtımda taşıyacağım en tatlı yük. Bana emanet edilmiş bir bayrak gibi düşünün. Her gittiğim yerde kullanmıyorum. Benim yaptığım işte ticaret hep ikinci plandadır. Çay kahve satıyorsun ama ben insanlara bir şeyler katayım istiyorum. Manevi güç maddi güçten daha önemli. Aradan yıllar geçti, öğrenciyken Dıgıl'a takılanlar evlenip çocuk sahibi oldu. Sokakta beni gördüklerinde gelip sarılıyorlar. Bu parayla ölçülemeyecek bir şey.

Dıgıl ismini gayet rahat franchise verebilirim. Bugün sıra sıra marka mekanları düşün, hepsi birbirinin aynıdır. Ne çeşit yemek çıkarırlarsa çıkarsınlar. İster İspanyol ister İtalyan ister Girit mutfağı yapsınlar, sonuçta mekanlar hep aynı. Dıgıl ve Dıgıl gibi mekanlar biraz anarşist ruha sahiptir.

Uzun yıllar İzmir'de kültür sanat yaşamının kalbinin attı mekanlardan en önemlisini işlettiniz. Kültür sanat yaşamının tam merkezindeydiniz. O dönem ile şimdiyi kıyaslarsanız neler söylersiniz?

Teknolojinin gelişmesiyle, internetin yaygınlaşmasıyla her şey değişti. Bu sadece İzmir'e özgü de değil. İstanbul'da da böyle. O zamanlar herkes her şeyi bilmiyordu. O nedenle bir olaya odaklanabiliyorduk. Şimdi herkes her şeyin en iyisini biliyor. Bunun için de ötekini önemsemiyor. En iyisini biliyor ya. O nedenle okuma alışkanlığı da bitti zaten. Çünkü her şey bu telefonun içinde hazır. İzmirli yazarlar yeni çıkan eserler hakkında bir eleştiri yaparken bile kendi bildiği üzerinden yapıyor. Kitabı okumamış bile. Biz birbirimizi okumuyoruz.

Bodrum'da başlayıp İzmir'e uzanan, kültür sanatla iç içe renkli bir yaşamınız oldu. Siz yaşadığınız hayattan memnun musunuz?

Bir daha hayata gelsem aynı zamanı aynı kişilerle yaşamak isterim.

Dıgıl Sanat'a konuk olan bazı isimler;
Yalçın Menteş, Okan Yüksel, Cezmi Ersöz, Ata Demirer, Aydoğan Yavaşlı, Küçük İskender, Erkan Uğur, Yılmaz Sunucu, Semih Çelenk, İ. Hakki Değirmencioğlu, Ferhan Şensoy, Ali Asker, Dinçer Sezgin, Metin Kemal, Atilla Sertel, Cihan Demirci, Can Yücel, Oğuz Tümbaş, Ataol Behramoğlu, Fakir Baykurt, Ahmet Telli, Ünal Ersözlü, Şükrü Erbaş, Ramazan Urgancoğlu, Suavi, Suat Çağlayan, Tolga Çandar, Sunay Akın, Bülent Ortaçgil, Şadan Gökovalı, Sancar Maruflu, Duman, Kemal Baysak, Mustafa Tamer, Grup Kızılırmak, Genco Erkal, Ali Poyrazoğlu, Tarık Dursun K, Hüseyin Yurttaş, Feridun Düzağaç, Düş Sokağı Sakinleri.