Röportaj / Kardelen BUĞDAY

Yazar Habib Bektaş, son yazdığı romanı Tetikçi Dede'yi imzalamak ve okurlarıyla buluşmak için İzmir'deydi. Son kitabı hakkında konuşan Bektaş, bu zamana kadar yazdığı kitaplar, edebiyat anlayışı ve topluma bakışını da anlattı. Bektaş, düşüncelerini şu cümlelerle özetledi: "Benim derdim insanın ötekileştirilmesi oldu hep, bunun karşısında durdum. Çok haksızlık oluyor ülkede, dünyada. Güçlü olanlar, haklı olanları dövüyor gibi sanki... Hep dövülüyor insanlar..."

ÇOK GÜZEL BİR DUYGU

Almanya ve Türkiye'de geniş bir okur kitlesine sahip Habib Bektaş, yaşamını iki ülke arasında geçiriyor. Son kitabı Tetikçi Dede'yi imzalamak için İzmirli okurlarıyla buluşan Habib Bektaş ile yayıncı Ercan Günaydın'ın evinde bir araya geldik. Sohbetimiz bir gün önce Balıklıova'da yaptıkları öğrenci buluşması hakkında konuşmak ile başladı. Ercan Günaydın ve Habib Bektaş, Balıklıova İlkokulu'ndaki buluşmayı anlattı. Bir gün önce bulundukları samimi ortamın hâlâ etkisindeydiler. İkisi de şu cümlede ortak fikirdeydi: "Çocuklar gelip size dokunuyor, elinizi tutuyor, gülümsüyor... Çok güzel bir duygu." Ercan Günaydın, başta Habib Bektaş olmak üzere pek çok yazarla geçmiş yıllarda yaptıkları okul, okuyucu buluşmalarını anlattı. Bazı öğrencilerin bu etkinliklerle hayatlarında ilk defa bir yazarla karşılaştığını söyledi. Habib Bektaş da Türkiye'nin birçok şehrine gitmiş, her şehirde farklı hikayeler biriktirmiş. Anlatılan hikayeler ile birçok yazar, şair hakkında sayısız anı dinledim. Dinlediklerim çağdaş Türk edebiyatının sevilen kalemleri hakkında çekilmiş bir belgeseli izliyormuşum hissi bıraktı.

KİM BU TETİKÇİ DEDE?

Konuşmamız Habib Bektaş ile devam etti. Son romanı Tetikçi Dede hakkında merak ettiklerimi sordum. Kitap, klasik bir roman. Berlin'den yola çıkan hikayede, karakterlerin yolu birçok mekanda ve şehirde kesişiyor. Romanın kahramanı Sedat; İstanbul, İzmir, Gaziantep ve Ege coğrafyasında iç içe geçen geçmişin düğümünü çözmeye çalışıyor. Kitap okuyucudan da çaba bekliyor. Bektaş'a "Kim bu Tetikçi Dede?" diye sorduğumda, Yeşilçam'daki "kötü adam", "iyi adam" tipinden örnek vererek konuşmaya başladı.

"Yeşilçam'da şöyle bir gelenek vardır. Kötü adam tipi vardır. Çirkindir, kötüdür. Gülmez… Kıyafetleri farklıdır. Yani, iyi insan da ona göredir. Böyle pembe yanaklı falan…"

İnsanların belirli kalıplara sokulduğunu söyleyerek bir zamanların Nazi Almanyası'nda milyonlarca insanı katleden Hitler ve askerleri hakkında bilgiler aktarmaya devam etti.

"Mesela Naziler vardır. Hitler'in çevresindeki bir sürü general Batı müziği dinlerdi. Bach, Beethowen, Mozart dinlerlerdi. Resim yaparlardı. Çocuklarına şefkatli davranırlardı... Milyonlarca insan öldü. Yani bir katilin mutlaka böyle kaba saba, bize gösterdikleri gibi bir adam olması şart değil. Ben şunu kanıtlamaya çalıştım. Yani bir katil kötü giysiler giyiyor olmayabilir. Kirli olmayabilir. Çirkin olmayabilir. Mozart'ı, Bach'ı seviyor olabilir. Resim yapıyor olabilir. Caz seviyor olabilir yani rafine zevkleri keyifleri olabilir ama bu onun katil olmasına engel değildir."

TÜRKİYE'NİN GERÇEĞİ

Kitapta, Tetikçi Dede ile yolu kesişenlerin kendi geçmişleri yer yer ön plana çıkıyor. Bu durumun nedenini Bektaş'a sorduğumda şöyle cevap verdi: "Yani dede, var… Dede o kadar önemli değil herkes biliyor bunu. Türkiye’de medyayı takip eden, politik bilinci olan insanlar biliyor böyle dedelerin olduğunu. Taa ne zamandan beri… 1990’dan beri biliyor… Daha da geriye gidebiliriz. Türkiye’nin bir gerçeği o. Ama Türkiye'nin gerçeğini onu anlatanlarla anlatmak istedim. Yani Türkiye'nin gerçeği aslında onu anlatanlardır. Onun emrinde çalışanlardır. Onun nedeniyle hayatını kaybeden insanlardır."

'BİLMİYORLARDI'

Kitap, okuyucuyu Berlin'den selamlıyor. Habib Bektaş da genç yaşlarında Almanya'ya gitmiş. Almanya-Türkiye arasında mekik dokuyor. Durum böyle olunca, Bektaş ile geçmiş yıllarda Almanya'ya yapılan işçi göçlerini ve orada yaşayan Türkleri sordum.

"Almanya'ya göçün tarihte eşi yok. Biricik… Neden, olay ne biliyor musunuz? Göçmen olduğunu bilmeden gittiler onlar. 20-30 sene boyunca hep işte konuk işçi olacağız, döneceğiz memlekete diye düşündüler."

SEÇME HAKLARI YOK

Habib Bektaş, Almanya ve Türkiye'de hem yetişkinler için hem de çocuklar için birçok kitap yazdı. Almanya'da da geniş bir okuyucu kitlesi bulunuyor. Görüşmemizden bir gün önce de öğrencilerle bir araya gelmişti. Daha önceki buluşmalarda çekilen fotoğraflara baktım. Çevresindeki insanlarla  iyi bir iletişim kuruyor Bektaş. Çocuk dünyasına, iki ülkedeki çocuk ve yetişkin okuyuculara bakışını sordum. Kendi gözlemlerini anlatarak cevap verdi.

"Çocuk dünyasına bakışımı hemen şöyle kısa kısa söyleyeyim. Bir kere yani kendi gözlemlerinden yola çıkacağım. Türkiye’de yetişkinler çok az okuyor. Erkekler hiç okumuyor. Kadınlar biraz okuyor. Çocuklar okuyor. Çocuklardan da en çok kızlar okuyor. Oğlan çocukları kızlar kadar çok okumuyor. Benim gözlemim bu… İkincisi; nedense anne ve babalar, belki öğretmenler de öyledir ama onları o kadar analiz edemedim, kitaba yararlanacak bir şeymiş gibi, vitamin hapı gibi bakıyorlar yani böyle 'ne kadar yararlı, bana ne kadar yararlı' diyerek…"

 "Pragmatik yaklaşım mı?" diye sordum. Şöyle devam etti:

"Yani evet… Yani  matematik kitabı değil bu ya, yurttaşlık bilgisi değil, sosyal bilgiler değil, roman bu… Bırak keyif alsın çocuk. Üçüncüsü; çocuğun seçme hakkı olmuyor. Ya öğretmen seçiyor ya ana baba seçiyor. Fuarlarda karşılaşıyorum… ‘Hocam bu yararlıdır değil mi, yani ne öğretiyor bu? Ana fikri ne hocam?’ Bırak keyif alsınlar. Okuma zevki denilen, roman zevki denilen, öykü, şiir zevki denilen… Bu zevki bir tatsın… Hayal kursun, bir ütopyası olsun. Yanılgı payı vermiyoruz çocuklara, öğretmen seçiyor. Ondan sonra anne baba seçiyor. En baş belası da sistem, sistem insanları yönlendiriyor. Bizi de yönlendiriyor. Kırmızı tişört moda diyor, kırmızı tişört reklamları yapıyor. Alıyorsun, giyiyorsun…"

Bunun üzerine birçok örnek verdi. Alman eleştirmenler çocuk edebiyatı üzerine üretim yapan yazarlar hakkında, Bektaş için "çocukcayı en iyi bilen yazardır" yazmış.

'SÖZ'Ü YURT EDİNDİM'

Bunları anlatırken, günlük yaşamından, okuduğu kitaplardan, kendi çocuklarıyla yaşadığı anılardan da bahsetti. Sonra birkaç saniye pencereden yaz sıcağı vuran parlak gökyüzüne baktı. Yüz ifadesi, kendi içinde geçmişe bir yolculuk yaptığının ipucunu verdi. Bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu, anlatacaklarını heyecanla bekledim. "Bu arada tabii..." dedi. Kısa bir sessizlikten sonra şöyle devam etti: "Almanya'da çok şey öğrendim. Bu uzun yıllar içerisinde, bana birisi sorduğu zaman 'nerelisin' diye 'dünyalıyım' diyorum."

"Sözü yurt edindim" diye de bir lafınız var dedim. Başını sallayarak onayladı. Bektaş hakkında araştırma yaparken 'nerelisin, kimsin' diye sorduklarında bu cevabı da verdiğini öğrendim. Ayrıca 'Söz'ü Yurt Edindim' ismini taşıyan bir şiir kitabı var. İnsanlardan, farklı toplumlardan konuşmaya devam ettik.

"...Yetişme koşulları, sosyoekonomik ortam filan ama sonuçta insan biricik… Yani bir insan bir öteki insana benzemiyor. Onun için insana önem veriyorum" dedi. Konuşmamızı, edebiyat anlayışını ve belki de yaşama bakışını şu cümlelerle özetledi:

"Benim derdim insanın ötekileştirilmesi oldu hep. İnsanlara eziyet ediliyor. Çok haksızlık oluyor ülkede, dünyamızda... Haklı olanlar değil de güçlü olanlar haklı olanları dövüyor gibi sanki, hep dövülüyor insanlar. Bu nasıl çözülecek ben de bilmiyorum ama bunun farkında olmak iyi bir şey."

Her köşede başka hatıra

Günün devamında Habib Bektaş ve Ercan Günaydın ile Günaydın'ın ofisine gittik. Orada da kitaplar ve edebiyat üzerine konuşmaya devam ettik. Hem Türkiye'den hem de yurtdışından birçok yazar hakkında anektodlar dinledim. Habib Bektaş ile bir araya geldiğimiz günde, Yakın Kitabevi'nde Habib Bektaş ve Haluk Işık'ın imza günü vardı. Etkinliğe yaklaşık 2 saat kala Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ne doğru yol aldık. Mayıs'ın ikinci haftası olmasına rağmen, içinde bulunduğumuz gün Temmuz ayının bunaltıcı sıcaklığına benziyordu. Sıcak havayı fırsat bilenler caddeyi doldurmuştu. Habib Bektaş, caddedeki yoğunluğa pek karışmadan, gölge yerlerden yürüdü. Ben de Ercan Günaydın'dan, İzmir'de yetişmiş ya da kalemine İzmir rüzgarı değmiş yazarlar hakkında anılar dinledim. Muzaffer İzgü Sokağı'ndan geçerken, İzgü başta olmak üzere, birçok isim de Günaydın'da bıraktığı anılarıyla yolda bize eşlik etti. Kalabalıkta yürürken, Bektaş ile yeniden yan yana geldik. Bir gün önceki Balıkova'yı, ilk gençlik yıllarının geçtiği Salihli'yi anlatırken taşradaki samimi havayı sevdiğini tahmin etmiştim. Bu tahminimi doğru çıkaran şu cümleyi söyledi: "Ben taşra insanıyım dedim ya, bu kalabalık beni rahatsız ediyor. Kalabalıktaki yalnızlık karşıma çıkıyor." İmza günü etkinliğinde, çok sayıda okur ve dost yazarları yalnız bırakmadı. Minik okurlar hem meraklı hem de heyecanlı bakışlarla etrafı izledi. Etkinlik imza gününden ziyade özlenen bir dost meclisi havasında geçti. Bol bol eski günler yad edilirken sonraki buluşmalarda anılacak bir hatıra orada bulunan genç-yaşlı herkesin heybesine eklendi.