Sencer Piyancı yaşadıklarından yola çıkarak, kendisini kilolu hisseden herkesi mutlu olmaya çağırıyor. “Daha güzelini, daha şık olanını giymek için incecik olmak gibi mesajlar kodlanıyor sürekli beynimize”

Kendisini bildi bileli kiloyla ilgili soruların ve sorunların muhatabı olduğunu söyleyen Sencer Piyancı, bu sıkıntıyı tüm kilolular adına “Kilostrofobi” isimli kitabıyla çözmeyi hedeflemiş. Kilostrofobiyle ilgili bir farkındalık yaratmaya çalışan yazar, “olduğun gibi güzelsin” diyor.

Kendi yaşadıklarınızdan yola çıkarak yazmışsınız kitabınızı... Neler yaşadınız?

Çocukluğumdan ergenliğime, ergenliğimden yetişkinliğime önce aile sonra da toplumun “fazla kilolu olmamalısın” baskısını yaşadım. Bu bazen sözlerin satır aralarında, bazen direkt hakaret olarak, bazen de reddedilme veya dışlanma şeklinde kendisini gösterdi. Eminim, özellikle gençlik yıllarını kilolu olarak yaşayan her insan benim yaşadıklarımı yaşadı. Bunun sebebi, insanların gençken olayları olduğundan da büyük şiddette yaşıyor olması. Yani kısmen çevre kısmen de kendim kendime bunları yaşattım diyebilirim.

Kişi kilostrofobik olduğunu nasıl bilecek?

Eğer fazla kiloyu hem kendisinde hem de başka bir insanda itici buluyorsa, kilolu insanlarla arkadaşlık kurarken onları bedenlerine göre değerlendirip yargılarının düşüncelerine hükmetmesine engel olamıyorsa ve bilinçli ya da bilinçsiz onları dışlama eğilimi varsa “kilostrofobisi” olduğu kesindir. Bunu fark ettiğiniz zaman zaten bundan kurtulmaya çalışıyorsunuz. O yüzden fark etmek önemli. Elbette bunun en kötüsü kişinin kendisine uyguladığı kilostrofobi.

Yediklerimize, giydiklerimize neden dikkat etmek zorunda bırakılıyoruz?

Çünkü mutsuz ve kendimize güvensiz olmamız isteniyor. Ancak böyle hissedersek bu ruh hali tüketime yol açıyor. Hep kendimizi daha mutlu hissetmek için alışverişe veya başka şekilde bir tüketime yönlendiriliyoruz. Daha iyisini yemek, daha hafifini yemek, daha güzelini giymek, daha şık olanını giymek için incecik olmak gibi mesajlar kodlanıyor sürekli beynimize. Bu manipülasyon elbette uzun vadede genel bir mutsuzluk getiriyor ve neyi tüketirsek tüketelim mutlu olamıyoruz. Elbette sağlıklı ve dengeli beslenmemiz lazım ama birileri bizi beğensin diye veya incecik olmak için değil kendimiz için, kendi mutluluğumuz için. Kendimizle mutlu olmayı öğrenmediğimiz için yediğimiz içtiğimiz ve giydiklerimizle mutlu olmaya çalışıyoruz, sanki imkanı varmış gibi.

Kitap tanıtımında ‘Sen de hemen şimdi değişime başla!’ diyorsunuz. Nasıl olacak bu?

Kitabın sayfalarını çevirmeye başlamak bile bir değişim aslında. Bunca zamandır bizlere zayıflarsak mutlu olabileceğimiz söylendi. Bu da bir süreçtir. Hatta çoğu insan için uzun ve sıkıntılı bir süreçtir. Peki o yola giren ya da henüz girmemiş insanlar ne yapacak? Kendileri ile mutlu olmayacak mı? İnsanın kendisiyle mutlu olması için kilo vermesine gerek yok, ha bu arada elbette kilo vererek mutlu olacağını düşünüyorsa bunun için çaba harcamalı. Ancak her ne istiyorsa istesin, kişinin hemen şu an kendinden razı olması yani kendisiyle mutlu olması lazım, o yüzden değişim hemen şimdi başlamalı, yarın değil, 1 saat sonra değil.

Kilo verenler kendilerini daha mutlu hissettiklerini söylüyorlar... Katılır mısınız?

Dediğim gibi eğer kişi kilo vererek kendini mutlu hissedeceğini düşünüyorsa zaten illaki hedeflerine ulaştığı zaman mutlu olacaktır. Dolayısıyla elbette buna katılırım. Kitapta “kilolu kalın” veya “kilo alın” demiyorum. Obeziteyi de övmüyorum aslında. Obezite ve yeme bozuklukları, çok ciddi sağlık sorunlarına yol açan tehlikeli bir hastalık. Ancak kilolu insanların kilosu yüzünden mutsuz edilmesi de çok büyük psikolojik sorunlara yol açıyor. Bu yüzden kilolu ya da zayıf, herkes kendisini sevmeli.

Kendisini kilolu hisseden, kendine güvenini yitirmişlere neler öneriyorsunuz?

Kitapta kilolu ve başarılı insanlardan da bahsediyoruz. Çoğunlukla sanat alanında başarılı olmuş insanları örnek gösteriyoruz. Yani göz önünde olarak, yaptıkları işte başarı kazanmış hatta bazen kilolarını avantaja çevirmiş insanların biyografilerini paylaşıyoruz. Ve diyoruz ki, önünde hiçbir engel yok. En büyük engel kendinsin. Önyargılarından, kendine olan güvensizliğinden bir an önce kurtul ve adım at. Bu insanlara, görünüşlerine çok kafayı takmamalarını öneriyorum öncelikle. Çünkü başarı, genelde görünüşle alakalı değildir ama özellikle tavırla, azimle, hırsla alakalıdır. Yani en iyi yaptıkları şeyi bulup sabırla onu yapmaya devam etsinler. Çevreye de hiç kulak asmasınlar, hepimiz hayat yolunda yalnız yürüyoruz.

Neden sürekli daha zayıf, daha fit görünmemiz için baskı var?

Önceden de bahsettiğim gibi; daha zayıf daha fit olmak için çabalıyor olmamız aslında tüketimin kendisi. Bu da çok önemli. Yani insan sürekli kendine güvensiz olmalı, ikilemde kalmalı, belki aynı kıyafetin birkaç bedenini almalı, daha çok daha da çok tüketmeli ki bu oyun böyle sürüp gitsin.

Siz sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldınız mı hiç?

Özellikle ilkokul ve ortaokul dönemimde sözlü şiddete maruz kaldım. Fiziksel olarak çok hatırlamıyorum ama biliyorsunuz çocuklar acımasızdır ve direk olarak söyleyeceklerini söylerler, bu sözler de insanın ruhunda neredeyse yetişkinliğine kadar kapanmayan yaralar açıyor.

Fazla kilolar yüzünden sağlık sorunlarınız oldu mu?

Ciddi bir sağlık sorunu yaşamadım ama dönemsel olarak hızlı kilo aldığım zamanlarda bel bölgemde biraz sıkıntı yaşadım. Diabet hastası değilim ancak insülin direncim var. Hiçbir zaman obur bir insan olmadım ama özellikle bu yaşlarda dengeli beslenmeye çalışıyorum.

Kilo vermeyi istediğiniz zamanlar olmadı mı?

Elbette oldu. Özellikle daha gençken. Madem kilolu olmak bu kadar kötü bir şey, ben de bundan kurtulmalıyım diye düşünüyorsunuz. Sanki ölümcül bir hastalıktan kurtulmaya çalışır gibi. Ben de dönem dönem kilo alıp verdim. Çoğu zaman şok diyetler ve sağlıksız rejimlerle. Eminim o diyetler bana fazla kilodan daha çok zarar verdi.

 Biz kadınlarda kilo takıntısı erkeklere göre çok daha fazla... Sizce bunun nedeni ne?

Çünkü kadınlara daha fazla baskı yapılıyor bu konuda. Neredeyse tüm rejim, diyet kitapları, yapılan tüm yayınlar ve paylaşımlar kadınlara sesleniyor. Erkekler için sanki “çok olağan” olan göbekli olma, kilolu olma durumu kadınlarda fazla kilo ve selülit, çatlak, sarkma gibi durumlar baş gösterdiğinde sanki bir eksiklik veya kötü bir durum gibi sunuluyor. İşte bu çifte standart hep kendini sevmemekten oluyor.

Yediklerinize içtiklerinize sınır koyar mısınız?

Sınırdan ziyade dikkat etmeye çalışıyorum diyelim. Özellikle 35 yaşından sonra neyin size zararlı olduğunu biliyor ve ona göre besleniyor olmanız lazım. Genç yaşlarda kötü beslenmeye vücut bir yere kadar tolerans gösteriyor fakat özellikle 40 yaşına gelindiğinde tüm kötü beslenme ve stresin bedelini kötü ödüyorsunuz. Bu yüzden birkaç yıldır daha dikkatliyim diyebilirim. Özellikle şeker konusunda.

Sporla aranız nasıl?

Hareketsiz bir insan asla değilim. Her gün 7-8 km yürüyorum. Eskiden haftada en az 3 kez spor salonuna giderdim ama son birkaç aydır biraz boşladım. Yine de özellikle yemek sonrasında hareket etmeye çalışıyorum. En kötüsü hareketsiz kalmak.

Yazarlık fikri nasıl doğdu? Kariyerinizi nasıl devam ettirmeyi planlıyorsunuz?

Aslında bu konu ile ilgili bir blog ve sosyal medya hesabı yürütmek için yola çıkmıştım ancak bu konunun amiral gemisi olacak bir kitapta anlatılmasını daha doğru buldum. Çocukluğumdan beri hep yazıyorum. Önceden başka isimle yayınlanmış iki kitabım, yürüttüğüm dijital dergi ve bloglarım da var. Yazı konusuna yeni değilim. Bundan sonrası için de okuyanlara ilham veren, mutluluk aşılayan, biraz da olsa insanların hayatlarını değiştiren kitaplar yazmak, sunumlar yapmak istiyorum. Yani kişisel gelişim kitaplarına devam edeceğim. Bu benim için de terapi oluyor aslında, ben de kendimle barışıyorum. Her satır benim kendime uyguladığım bir tedavi.

DJ’lik sizin için ne ifade ediyor?

Müzik sayesinde insanlarla iletişim içinde olmak çok güzel. Yaklaşık 8 senedir DJ’lik yapıyorum. Düğünlerden tutun da her türlü bar ve gece kulübünde, her kesime müzik çaldım. Hiçbir işi küçümsemem. İnsanları eğlendirmek ve mutlu etmek benim için önemli, müziğimi dinlemeye gelmeleri de beni mutlu ediyor. Bu yüzden DJ’lik de en az yazarlık kadar benim için önem taşıyor.

Sencer Piyancı hakkında


1977 yılında İzmir’de doğdu. Anadolu Üniversitesi Sinema- TV bölümünü bitirdi. Yeditepe Üniversitesi’nde E-Business MBA yaptı. 20 yıldır bilişim- telekomünikasyon ve pazarlama alanında çalışıyor, SaintJer adıyla DJ’lik yapıyor. Murat Renay ismiyle iki kitap yayınladı. Dijital dergi GZone’u kuran isimlerden olan Piyancı, halen bu derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. 1.90 cm’e 129 kilo. Yazar, aynı zamanda XL Plus hareketinin ortak kurucularından.