Bugün yazımızın konusu denizlerimizdeki son problem olan “deniz salyası” olacak. Ama ondan önce ileride çok yararlı olacağını düşündüğüm bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. “Bir kaktüsü öldürmeden nasıl yetiştirirsiniz?” Öncelikle; ister içeride ister dışarıda bir kaktüs olsun, kaktüsler güneş ışığını çok severler. Eğer bir şekilde bulmuşsanız humuslu bir toprak kaktüsler için de iyidir. Ama öyle verimli toprağı bulamazsanız ne bulduysanız artık ona ekim yapın. Kaktüsler herkesin bildiği gibi az su ister. Temiz suyunuz varsa (!) da fazla sulamayın. Saksının yarısına kadar su olmasa dahi yaşayabilen cinsleri vardır. Bunun dışında kaktüsünüzü budamayın. 

Evet ilk gereken bilgileri paylaştığımıza göre Türkiye’deki çevre hakkında konuşabiliriz. Bildiğiniz gibi en son çevre felaketimiz, Marmara Denizi’ndeki deniz salyası (müsilaj) sorunu geçen hafta itibari ile Ege Denizi’nde de görülmeye başlandı. Bu yayılma hızına göre Edremit veya Ayvalık’ta denize girmek istiyorsanız acele etseniz iyi olur. Hoş, yetkililerimiz deniz salyasının insan sağlığına zarar vermediğini söyledi. Yani vücudunuza yapışan salyalar ile görüntüsel bir problem hissetmeyecekseniz bu yaz tatil planlarınızda bir değişiklik yapmanıza gerek yok. Aslına bakarsanız halk olarak da deniz salyasından öyle büyük büyük rahatsız değiliz. Öyle olsa idik çevreye, doğaya şimdiye kadar dikkat ederdik, değil mi? Ama şimdi çevre falan da önemli değil de denizde doya doya bir sağa bir sola yüzemeyeceğiz diye üzülüyoruz. Ya nereden çıktı bu salya vıcık vıcık, peki nasıl kurtulacağız?

Temel olarak fitoplankton olarak isimlendirilen deniz canlısı ile karşı karşıyayız. Bu salyalı deniz canlısının bu kadar hızlı çoğalmasında denizlerdeki dört bileşenin çok fazla artması etkili olmuş. Bunlar azot, fosfor, bakteri ve sıcaklık. Elbette diğer başka etkenlerde var ama temel olarak bunu bilseniz yeterli. Peki bu kadar azot, fosfor, bakteri nereden geldi? Azot ve fosfor topraklardan derelere, oradan denize ulaşmış gözüküyor. Çünkü berbat pardon, “verimli” tarım uygulamalarımızda endüstriyel üretim kimyasal gübreler olan nitratlı, azotlu, fosforlu gübreleri o kadar yoğun kullanıyoruz ki bunların büyük bir kısmı sulama suları ile derelere, akarsulara oradan denizlere ulaşıyor. Elbette diğer fabrika atıkları da büyük oranda azot ve fosfor içeriyorlar. Toplum olarak onları da akarsulara dökmekten hiç endişe duymadığımız için de onlarda denize ulaşmış. Suyun içindeki azot, oksijenin yerini aldıkça da canlı olarak sadece azot tüketebilen bakteriler artmış. Azot tüketen bakterilerin sayısını dengeleyecek oksijen tüketen diğer canlılar da oksijen yetersizliğinden ölmeye başlayınca da işte buyrun, salya salya denizlerimiz oldu.    

Yani bu deniz salyasından kurtulmak istiyorsanız, birincisi denize dökülen tüm atıkların çok sıkı kontrolü gerekiyor. Ama ondan önce bu atıkları akarsulara dökmeyecek toplumsal çevre koruma bilincine ve tarım diye insanlara bol kimyasal gübreli, azotlu, nitratlı kimyasal bombaları yedirmeye çalışmayacak, “organik” ve “iyi tarım” uygulamalarına ihtiyacımız var. Bu deniz salyası felaketinde fabrikalardan önce yanlış tarım uygulamaları çok daha etkin gibi gözüküyor. Bir deniz felaketi olduğunda herkesin aklına oluk oluk kara suları akarsulara döken fabrikalar gelse de onlardan çok daha kötüsünü maalesef yanlış tarım uygulamalarına alıştırılmış çiftçilerimiz yapıyor. Ekonomik zorluklar, yetersiz hatta hiç yapılmayan kontroller de çiftçilerin çok daha fazla kimyasal gübre ve çok daha fazla kimyasal ilaç kullanmalarına neden oluyor. Bunun sonucu olarak ilk denizler pes etti. Bunun ardından toprağa karışan bu maddeler yüzünden içme suyu kaynaklarımız da bitecek. Bol nitratlı sular sebebi ile içme sularımız kirlendi daha hızlı kirlenecek.

Aslında böyle anlattığıma bakmayın artık rahatız, Cumhurbaşkanımız hemen deniz salyası yok olsun diye talimat verdi. Görün bakın o melun salya birkaç güne hemen ortadan kaybolacak ama yine de bu sefer gerçekten ve gerçekten konunun ciddiyetini toplum olarak fark etmek gerekiyor. Acilen sürdürülebilir çevre ve tarım politikalarına geçmezseniz, sadece temiz bir denize girmeyi değil, yakın zamanda sebze ve meyveleri hatta içebilecek bir bardak temiz suyu arar olacağız. Ama bana göre toplum olarak o kadar korkunç ve geri döndürülemez çevre katliamı alışkanlıklarımız var ki, şu saatten sonra birilerinin çıkıp, “aklınızı başınıza alın, bakın doğa da biz de ölüyoruz, kimyasal gübre, pestisit kullanmayın. Kurum ve birey olsa da kimyasaldır, yanmış yağdır, tüm zararlı atıklarınızı göllere, derelere boşaltmaktan vazgeçin” demesinin hiçbir yararı yok.

O yüzden yazının başındaki bilgi çok daha yararlı olacak. Birkaç on sene sonra etrafta hala yeşil bir bitki görmek istiyorsanız, o koşullarda yetiştirilebilecek tek bitki kaktüs olacak. O yüzden şimdiden kendinizi o bitkiyi sevmeye alıştırsanız iyi olur. Ayrıca kaktüsten birkaç damla da temiz suda sağlayabilirsiniz. Daha ne olsun? Yeni geleceğiniz hayırlı olsun.