ÖZEL/ Didar DEMİRCİ

Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçı Birliği Başkanı ve Ege İhracatçı Birlikleri Sürdürülebilirlik ve Organik Ürünler Koordinatörü Mehmet Ali Işık, 9 Eylül TV ekranlarında yayınlanan Can Suyu programına konuk oldu. Geçtiğimiz 2022 yılının kuru meyve ihracatını değerlendiren Işık, güzel bir sezon geçirdiklerini belirtti. Işık, “Şimdi Türkiye aslında bir başarı öyküsüdür. Hem tarımsal hem de gıda olarak baktığımızda ülkemiz sürdürülebilirliğin en güzel örneğidir. Son 35-40 yıla baktığımızda işte 70 bin tonlarda 100 bin tonlarda olan üzüm üretimi şu anda 350 bin tona geldi. Bunun arkasında çok büyük bir emek, ciddi bir çalışma var” dedi. Kuru üzüm, kuru incir ve kuru kayısı çeşitlerinin yanında başka çeşitler eklemek istediklerini belirten Işık, “Biz kuru meyve çeşitlerimizi artırmak istiyoruz. Mesela erik. Erik de çok stratejik bir ürün. Bizim ülkemizde erik yetişiyor ama ihracata uygun doğru cinslerin ekilmesi ve geliştirilmesi gereken bir ürün. Ama ülkenin ana bir ihraç ürünü olabilir. Doğru bir cinsle desteklendiğinde erik bu çeşitlerin arasına girebilir” diye konuştu.

“SARI LOP KURAKLIK TEHDİTİ ALTINDA”

İklim krizinin en büyük etkisi kuraklığa karşı yaşanan sorunlara da değinen Işık, sektörün kuraklık endişesi taşıdığının altını çizdi. Işık, özellikle sarı lop diye adlandırılan Aydın’ın dağlarında yetiştirilen incir türü üzerinden örnek vererek, “Burada en önemli ürünlerden bir tanesi incir. İncir dediğim gibi sadece bu topraklarda yetişen ve yüzlerce yıldır var olan bir ürün. İncirin de en iyisi dağlarda yetişiyor. Aydın’ın dağlarında… Ovada da yetişiyor ama kalite olarak baktığımızda dağ incirinin yapısı farklıdır. Kuraklık olduğunda ilk etkilenecek olan dağdaki incirler oluyor. Onun yaprakların bir anda kuruması, onlar etkilendiği zaman ürüne de etki ediyor. Dağdaki su seviyesi daha çabuk etkileniyor” sözlerini kaydetti. Eskiden dağlardaki incirlerin ya da diğer ürünlerin su kaybı yaşamaması için taşlarla kök çevresinde teraslar kurulduğunu hatırlatan Işık, bugün işçilik maliyetleri nedeniyle o terasların kurulamadığına değinerek, damla sulama yöntemine geçilmesi gerektiğini söyledi. Işık, “Damlama sulamayı yapabilmemiz için de göletlerin olması lazım. Yani burada kısa ve orta vadede bizim incirle ilgili tedbir almamız lazım. Bunlar çok yıllık bir bitkiler. Siz bu ürünleri kaybettiğiniz zaman yerine koymanız en az 10 yıl. Verimli bir bahçenin oluşabilmesi için. Dolayısıyla bizim 10 yılımız gidecek. En azından bu bizim için çok riskli bir şeyler. Bu bakımdan bizler çok yakından takip ediyoruz. Enstitülerimiz bununla ilgili çalışmaya başladılar. Her rakımda nasıl oluyor? Dayanıklı cinsler neler olabilir? Susuzluğa dayanacak cinsler nelerdir? Sorularını yanıtlayan çalışmalar başladı. Biz de birlik olarak bu çalışmalara destek veriyoruz” ifadelerini kullandı.

MUTLU KÖYLERDE ORGANİK ÜRÜNLER

Miras yoluyla bölünen tarım arazileri nedeniyle bugün gençlerin tarımdan uzaklaştığını ve de tarım topraklarında verimin düşürdüğünü söyleyen Işık, organik tarıma yönelmeleriyle birlikte, bölünen tarım arazilerinin yeni bir soruna daha sebep olduğunu fark ettiklerini dile getirdi. Tespit ettikleri bu sorunla başa çıkmak adına Mutlu Köyle projesi başlattıklarını hatırlatan Işık, “Biz Türkiye’nin ilk organik firmasıyız. 30 yıl önce başladık. Bu organik tarıma başladıktan sonra bir gördük ki bu bahsettiğim bölünmüşlükten dolayı çok büyük riskler var. Siz burada üzümle ilgili organik yapıyorsunuz, yanınızdaki bahçede komşunuz kiraz yapıyor veya şeftali yapıyor. Şimdi onun kendi bahçesinde kullandığı ilaçlar farklı bizim kullandıklarımız farklı. Rüzgarla o ilaçlama yaparken bizim bahçeye de geliyor ve yaptığımız tüm emekler boşa gidiyor. Bakıyoruz üründe kalıntı çıkıyor. Çünkü yan bahçeden bulaşmış. Şimdi yoğun ilaçlamanın olduğu yerde başarılı olma şansınız yok. Bir de çeşitlilik varsa başarılı olma şansınız yok. O nedenle doğru köyler ve doğru çiftçiyi seçmeniz gerekiyor ki organik tarımda başarılı olabilesiniz. Biz de bu doğrultuda hareketle bir köyde 5-10 çiftçi ile başlayıp ondan sonra komşu köylerdeki çiftçileri dahil ettik. Ve böylelikle biz bulaşma riskini minimize ettik” diye konuştu. Söz konusu projenin başarıya ulaştığını ve bugün 180 tane mutlu köy oluştuğunu aktaran Işık, hem Türkiye’ye hem de dünyaya örnek olan bir projeye imza attıklarını vurguladı.

İYİLEŞMEZSEK KAYBEDECEĞİZ

Organik üretimdeki tecrübelerini konvansiyonel üretimde de havza bazlı projelerle değerlendirdiklerini belirten Işık, özellikle pestisit kullanımını azaltmaya çabaladıklarını dile getirdi. Avrupa Birliği (AB) Yeşil Mutabakatını hatırlatan Işık, “Diyorlar ki; 2030 yılına kadar pestisit kullanımını yarıya düşüreceğiz. Sizden ithal ettikleri ürünlerde bu taramaları yapıyorlar. Siz de ona uymak zorundasınız. Biz bir sürü ülkeye kuru meyve ihtiyacı yapıyoruz. Bu ülkelerin standartları ihtiyaçları farklı. Siz bunları karşılamazsanız o ihracat durur zaten. AB bu konuda çok kararlı. Düşük karbon salınımı gündemde, su ayak izi önemli, karbon ayak izi önemli. E bunlar -miş gibi yaparak olmuyor. 2030’dan sonra siz bunları yerine getirmezseniz sizden vergi alacak ve dolaylı yolda sizin ihracatınız durmuş olacak o nedenle bizim sektörlerimizi hazırlamamız gerekiyor” diye uyardı.

İÇ PAZARDA DA BÜYÜMELİYİZ

Ege İhracatçı Birlikleri'nin sürdürülebilirlik ve organik ile ilgili yürüttüğü çalışmalar hakkında da bilgi veren Işık, organikteki en büyük sıkıntılarının üretimin ihracata dayalı olması olduğunu belirtti. Almanya örneği üzerinden sözlerine devam eden Işık, “Bugün Almanya en büyük ithalatçı ama aynı zamanda da organik tarımda da en büyük ihracatçı. İç pazarınız olmadan sizin büyümeniz kolay değil. O kendi yetiştirdiği ürünler ve ithal ettiği ürünlerle mamul ürün yapıp bizim giremediğimiz pazarlara giriyor. İnanın ben üzülerek gözlemliyorum. Her yerde varlar. İşte bizden kuru üzüm alıyorlar; kek yapıyorlar, müsli yapıyorlar; Çin’e Japonya’ya satıyorlar. Orada Alman markalarını görüyorsunuz. Bu başarıları iç pazarın büyüklüğüne dayanıyor. Bir ürünü üretiyorsun, onun pazarını çeşitlendirmek kolay ama sen sadece ihracata yönelik olursa kısıtlı bir pazara hitap ediyorsun. Bir müşterinin ya da bir pazarın istediğini yapıyorsun. Dolayısıyla o sürümü sağladığı için bize göre daha rekabetçi oluyorlar ve daha çok ürettiği için de daha ucuza satabiliyorlar. O bakımdan bu işin iç pazarda büyümesi lazım” sözlerini kaydetti.

ÇİFTÇİLERİMİZİ DESTEKLEMELİYİZ

Her şeye rağmen organik üretimde ihracatçıların öncü kuvvet olduklarını ve bu misyonla ilerlediklerini aktaran Işık, organik tarım sayesinde toprakların korunduğuna da dikkat çekti. Işık, “Organik tarımla, toprakları erozyondan koruyorsunuz, sürdürülebilir bir şekilde yıpranmayı önlüyorsunuz. Aşırı sulama, aşırı gübreleme, aşırı pestisit atma şansınız yok. AB veya o standartlarının oluşturduğu bitki özlü ilaçlarla ve kompost gübre kullanıyorsun. Dolayısıyla toprağınızı siz 50 yıl 100 yıl kullanabilirsiniz. Dolayısıyla hem toprağınızı korumak geliştirmek için hem de burada yetişen ürünlerle sağlıklı nesiller yetiştirmek için dünyada en rağbet gören üretimdir. Ve bu pandemi sonrasında da AB Yeşil Mutabakatla birlikte, bu konudaki politikasını açıklamıştır. Tarımın yüzde 30’unu organik tarıma geçmeye karar vermiştir. Bu doğrultuda çiftçiler destekleniyor. Bizim de aynı şekilde organik tarımı ele alarak çiftçilerimizi pozitif yönde desteklememiz gerekiyor” açıklamasını yaptı.