Türkiye, iklim değişikliğinin en sert etkilerini hissetmeye hazırlanan ülkeler arasında yer alıyor. Bilim insanlarının projeksiyonları, yakın gelecekte ülkenin su zengini coğrafyasının radikal bir dönüşüme uğrayacağını gösteriyor. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nden (DEÜ) Hidrojeoloji Uzmanı Prof. Dr. Celalettin Şimşek'in paylaştığı veriler, bu karamsar tablonun altını çiziyor. Yapılan analizlere göre, 2040 yılına gelindiğinde Türkiye'de ortalama sıcaklık artışının 2 dereceyi bulması, 2070'e kadar ise bu artışın 4 dereceye ulaşması bekleniyor. Bu rakamlar, basit birer meteorolojik veri olmanın ötesinde, ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını temelden sarsacak bir dönüşümün habercisi niteliğinde.
Prof. Dr. Şimşek, bu artışın en yıkıcı etkilerinin Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde hissedileceğini vurguluyor. Milyonlarca insanın yaşadığı ve ülke ekonomisinin can damarı olan bu bölgeler, artan sıcaklıklarla birlikte aşırı buharlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Özellikle açık su yüzeyine sahip barajlardaki su, benzeri görülmemiş bir hızla buharlaşarak yok olacak. Nüfus yoğunluğunun ve sanayileşmenin getirdiği yüksek su talebiyle birleşen bu durum, mevcut su kaynakları üzerinde devasa bir baskı yaratıyor. Son üç yılda Avrupa'da ve Türkiye'de yaşanan rekor sıcaklıklar, bilim insanlarının 2050'ler için öngördüğü senaryoların çok daha erken bir tarihte gerçeğe dönüştüğünü gösteriyor. Bu durum, su krizinin artık kapıda bekleyen bir tehlike değil, bizzat içinde yaşanılan bir gerçeklik olduğunu kanıtlıyor.
Göller can çekişiyor, ekosistem çöküşün eşiğinde
Türkiye'nin doğal güzelliklerinin ve biyolojik çeşitliliğinin sembolü olan göller, kuraklık nedeniyle adeta can çekişiyor. Prof. Dr. Şimşek'in açıkladığı rakamlar, durumun vahametini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor: Ülke genelindeki 240'tan fazla gölden 186'sı tamamen kuruyarak coğrafyadan silindi. Bir zamanlar flamingo ve turna gibi göçmen kuşlara ev sahipliği yapan, balıkçılıkla geçinen köylere hayat veren, bulundukları bölgenin iklimini düzenleyen bu su havzaları, şimdi çatlamış toprak parçalarına dönüşmüş durumda. Bu sadece bir su kaybı değil, aynı zamanda geri döndürülemez bir ekosistem çöküşü anlamına geliyor.
Göllerin kuruması, biyolojik çeşitliliğin yok olmasıyla birlikte o bölgelerdeki sosyo-ekonomik yapıyı da altüst ediyor. Göllerimiz üzerindeki bu ağır baskı, ülkenin doğal mirasının ve su varlığının nasıl bir tehdit altında olduğunu gösteriyor. Göllerin birer birer yok olması, zincirleme bir reaksiyonu tetikliyor. Yeraltı sularının beslenmesi engelleniyor, bölgesel iklim daha da karasal ve sert bir yapıya bürünüyor ve tarımsal üretim için hayati olan su kaynakları ortadan kalkıyor. Prof. Dr. Şimşek, "Ülkemizin göl ekosistemi tehdit altında. Bir an önce önlem alınmalı" sözleriyle acil eylem planlarının hayata geçirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Tarım, su kaynaklarının yüzde 75’ini tüketiyor
Su krizinin merkezinde, Türkiye'nin su tüketim alışkanlıkları yatıyor. Ülkedeki toplam su kaynağının yaklaşık yüzde 75'i, tarımsal sulama için kullanılıyor. Bu devasa oran, su krizinin çözümünün büyük ölçüde tarım sektöründe yapılacak reformlara bağlı olduğunu gösteriyor. Prof. Dr. Şimşek, Türkiye'nin 2040'larda "su kıtlığı" yaşayan ülkeler arasına gireceği uyarısını yaparak, mevcut su varlığını korumanın hayati önem taşıdığını belirtiyor. Bu noktada en acil ve etkili çözüm olarak "gri su" olarak da bilinen arıtılmış atık su potansiyelini işaret ediyor.
Özellikle İzmir gibi büyük metropollerde her yıl milyonlarca metreküp atık suyun arıtıldıktan sonra denize deşarj edilmesi, devasa bir kaynağın israf edilmesi anlamına geliyor. Prof. Dr. Şimşek, sadece İzmir'de yıllık 400-450 milyon metreküp atık suyun denize boşaltıldığını, bu suyun ileri arıtma teknolojileriyle tarımsal sulamada kullanılmasının Gediz Havzası gibi kritik tarım bölgelerindeki yer altı suyu üzerindeki baskıyı önemli ölçüde azaltacağını savunuyor. Bu strateji, içme ve kullanma suyu olarak ayrılan temiz su kaynaklarının daha uzun süre korunmasını sağlayacak stratejik bir hamle olarak öne çıkıyor. Tarımda vahşi sulama yöntemlerinden vazgeçilip, arıtılmış atık suyun ve modern sulama tekniklerinin devreye sokulması, su geleceğimiz için bir seçenek değil, bir zorunluluk haline gelmiştir.
Görünmeyen tehlike: Yeraltı suları tükeniyor
Yüzey sularındaki azalma, Türkiye'yi daha sinsi ve tehlikeli bir sorunla baş başa bırakıyor: yeraltı sularının kontrolsüzce tüketilmesi. Bakırçay, Büyük Menderes ve Küçük Menderes gibi ülkenin en verimli tarım arazilerine ev sahipliği yapan havzalarda, barajlardaki su seviyelerinin düşmesiyle birlikte çiftçiler ve sanayiciler tamamen yeraltı sularına yönelmiş durumda. Bu durum, on binlerce yılda oluşmuş stratejik su rezervlerinin hızla tükenmesine yol açıyor. Prof. Dr. Şimşek, bu havzalarda artık 400-500 metre derinliklere inen sondajların yapıldığını, ancak bu derinliklerden bile yeterli verimin alınamadığını belirtiyor.
Bu kontrolsüz tüketimi durdurmak için atık suların tarıma yönlendirilmesi kritik bir adım olarak görülüyor. Ayrıca, yüzey depolaması olan barajlar yerine, buharlaşma kaybını en aza indiren yeraltı barajları gibi yenilikçi çözümlere odaklanılması gerekiyor. Yeraltı barajları, suyu yerin altında depolayarak hem buharlaşmayı önlüyor hem de yeraltı su seviyelerinin doğal olarak dengelenmesine yardımcı oluyor. Bununla birlikte, içme suyu sağlayan akiferlerin (su taşıyan yeraltı katmanları) etrafındaki kaçak kuyu faaliyetlerinin sıkı denetimlerle engellenmesi ve yasal önlemlerin caydırıcı bir şekilde uygulanması, gelecek nesillerin su hakkını korumak adına büyük önem taşıyor.
Çözüm için radikal adımlar şart
Krizin derinliği, alışılagelmiş çözümlerin artık yetersiz kaldığını gösteriyor. Prof. Dr. Şimşek, teknoloji ve bilimi birleştiren radikal adımların atılması gerektiğini savunuyor. Bu adımların başında, "akıllı sulama sistemleri" geliyor. Bu sistemler, toprağın nemini sensörler aracılığıyla sürekli olarak ölçüyor ve bitkinin gerçekten suya ihtiyaç duyduğu anda sulama barajlarının kapaklarını otomatik olarak açıyor. Bu sayede, "bitki su istediği zaman" su veriliyor ve buharlaşma ya da gereksiz kullanım nedeniyle yaşanan devasa su kayıplarının önüne geçiliyor. Bu teknoloji, mevcut su kaynaklarını çok daha verimli kullanarak daha uzun süre idare etme imkanı sunuyor.
Bir diğer önemli çözüm önerisi ise "yapay besleme" yöntemleri. Bu yöntemlerle, özellikle yağışlı mevsimlerde biriken fazla yüzey suları, belirlenen bölgelerden yeraltına enjekte edilerek akiferlerin yeniden doldurulması sağlanıyor. Bu, hem yeraltı su seviyelerini yükseltiyor hem de kurak dönemler için stratejik bir rezerv oluşturuyor. Toprak ve nem yönetimini sulama sistemleriyle entegre etmek, suyun her damlasını planlı bir şekilde kullanmayı sağlayarak kuraklık ile mücadelede en etkili silahlardan biri olarak kabul ediliyor.
Tek elden yönetim için ‘su güvenliği bakanlığı’ önerisi
Türkiye'de su yönetimi, birden çok kurum ve bakanlık arasında dağılmış durumda. Bu dağınık yapı, bütüncül ve uzun vadeli bir su stratejisi geliştirilmesini zorlaştırıyor ve kurumlar arası koordinasyon eksikliklerine yol açıyor. Prof. Dr. Celalettin Şimşek, bu karmaşık yapının getirdiği zorlukları aşmak için tek ve güçlü bir iradenin gerekliliğine dikkat çekerek, acilen bir Su Güvenliği Bakanlığı kurulması gerektiğini belirtiyor. Bu öneri, suyun artık sadece bir çevre veya tarım meselesi olarak değil, bir milli güvenlik meselesi olarak ele alınması gerektiği fikrine dayanıyor.
Kurulması önerilen Su Güvenliği Bakanlığı, su ile ilgili tüm yetkileri tek bir çatıda toplayarak stratejik planlamadan uygulamaya, denetimden yasal düzenlemelere kadar her alanda yetkili olacak. Bu bakanlık, havza bazında su bütçeleri oluşturacak, suyun sektörler arası (içme, tarım, sanayi, ekoloji) adil dağılımını sağlayacak ve kuraklık ve sel gibi aşırı iklim olaylarına karşı ulusal eylem planları geliştirecek. Suyun tek elden ve bilimsel veriler ışığında yönetilmesi, popülist politikalardan ve kısa vadeli ekonomik çıkarlardan arındırılmış, sürdürülebilir bir su politikası izlenmesinin tek yolu olarak görülüyor. Bu adım, Türkiye'nin su geleceğini güvence altına almak için atılacak en stratejik adımlardan biri olacaktır.