Keşke imkan olabilse de “yine gelebilse” gittiği yerden.

Gelse de yüzümüze tükürse. Gelse de çok kızsa…

Yeniden “Samsun’a çıkmak” ister mi bilmem ama, ben kendi adıma tek kelimeyle u-t-a-n-ı-y-o-r-u-m! Evet utanıyorum.

Ömrünün neredeyse tamamını vermiş ülkesine, milletine. Yokluklardan, başı dik bir devlet ve ülke çıkarmış. “Kula kulluk” ettirilen insanlardan “millet” oluşturmuş. Yurttaş haklarını vermiş. Kadını erkekle eşit eylemiş. Okuma yazmanın, kültürlü, bilinçli olmanın önemini vurgulamış.

Mukadder olan ölüm geldiğinde de, neyi varsa milletine bırakıp gitmiş.

Bugün “anılacak” değil mi?

Peki yarın, gelecek hafta, bir ay sonra?

Ya da dün, geçen hafta, bir ay önce anmıyor muyduk?

Yazık ki anmıyorduk.

Anmak demek 9.05’de o sesi duyduğumuzda ayakta durmak mıdır?

Keşke gerçekten izinde olaydık da, o bir dakikayı “gerçek hislerle” durarak geçirseydik.

Biricik önderim, liderim hayatta olaydı da, geleydi bizim mahalleye mesela.

Öyle çok polisle, korumayla, yağcı takımıyla bariyerlerin arasından bakmazdı bize. Hele “şarkılı türkülü de” gelmezdi Atam, gelirdi, çömelirdi ateşin yanına “çocuk” derdi, “kimsen yoksa ben varım”!

İşte sonsuza göçen, çok erken göçen iyi insan Atatürk’ü, bu 10 Kasım böyle hatırlıyorum ve unutmayacağım. Sözde de değil, özde. Aksini düşünenin de aklına şaşarım.

Deprem istismarına tam gaz devam!

Peşinen söyleyeyim. İlk kez böyle yıkıcı deprem yaşadık, yaşadım. Eşim hala kendini toplayamadı. Ama benim gibi “yok sayılan” o kadar çok deprem mağduru var ki. Aslında en büyük deprem mağduru İzmir’de, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Başkanı Tunç Soyer. Kalbiyle başkanlık yapıyor inatla. Ben yerinde olsaydım büyük kavgalar çıkarırdım inanın. Çünkü önemsiz bir deprem mağduru olarak bu kadar öfkeliysem, o makamda kim bilir neler yapardım.

Depremden bu yana asla güvenmedim ve güvenmeyeceğim İzmir Şehircilik Müdürlüğü'nde, “afet koordinasyon” toplantısı mı nedir bir araya geliniyor. Geçen hafta yapılan toplantının mesajı gözüme çarptı. Bakan Murat Kurum fotoğraflar paylaşmış Twitter adresinde. Yanına Tarım Orman Bakanı Bekir Bey’i almış. İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i de, sol tarafına sanki zoraki “iliştirmiş”.

O masanın düzenini kim yaptı bilemem ancak depremde, deprem yaşamış bizlere hakaret gibiydi. O masada Bakanın sağ yanına Vali, sol yanına da belediye başkanı oturtulur. Çünkü İzmir, oylarıyla seçtiği başkanından ve atanan valisinden sorulur, orman bakanından değil.

Depremde ilk saatinden bu yana uykusuz çalışan İzmir İtfaiyesi bizim gözümüzün bebeğidir. Manisa, İstanbul gibi. Ama artık gözle görülür bir yok sayma varsa, adını koymalı irade sahipleri. Çünkü depremin en başarısızı İzmir Şehircilik Müdürlüğü’dür.

İzmir, belediyesinin ve başkanının farkındadır. Karşılıksız iyilik yapan herkesin farkındadır. Depremi şova döndürmeye çalışan, boş kelam eyleyenlerin de farkındadır.

Ben henüz bir şey yazmıyorum. Ama sinirlerim tepemde.

Türkiye’de “yurttaşlık bilincinin” en yoğun yaşandığı kent İzmir’dir. İzmir’de ne inanç ne de etnik istismar yapılır. Lakin deprem sürecinde, bazı kurum, dernek, vakıfların edepsizlik boyutunda saçmaladığını da yaşadık. Örneğin; bir densiz, 7-8 yaşında bir çocuğa lokma verdikten sonra “şükretmeyi unutma” diyebiliyor. Söyler misiniz depremin bu kadar yıkıcı olmasının nedeni, deprem mağdurları mıdır?

Konu ve sorun çok, hatta artıyor. Özellikle CHP ve İYİ Parti milletvekillerinden rica ediyorum, artık “gerçeklere” yoğunlaşın, zira bilmediğiniz çok saçmalık var. İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır hem dostumdur hem de bilim insanıdır. Deprem araştırma komisyonuna seçilmiş. Kendisine özellikle Çevre Şehircilik Bakanlığı’ndan verilecek bilgilere şüpheyle bakmasını rica ediyorum.

Dedim ya sorun çok.

Yılmaz Erberk Apartmanı, yıkım yaşadıktan sonra jet hızıyla yıkıldı ve enkaz derhal kaldırıldı. Ama şu anda Bayraklı genelinde, bırakın hasarlı bina yıkımını, yeni yıkım kararları veriliyor ve yıkım, enkaz işi kaplumbağa hızıyla sürüyor. Yılmaz Erberk Apartmanı neden o kadar hızlı yıkıldı, alan temizlendi ama sokağa giriş hala yasak? Bir şey mi gizleniyor ya da o “üç harfli marketle” ilgili iddiaların delilleri mi temizlendi?

Gelelim daire sahiplerine. Deprem sonrası korkup, hasarlı binasından çoluk çocuk çıkan yurttaşlarımızın kaçı bugün “çadırlarda” bilen var mı?

Gerçekten soruyorum, çadırlarda kalan yurttaşlarımızın depremle olan bağlantıları sorgulandı mı? Çadırlara İzmir’in her yerinden insanlar mı geldi yoksa?

Evi ağır hasar gören bir arkadaşımız var mesela. Deprem günü eşi ve iki çocuğunu bir de kedilerini alıp Foça’ya gittiler. Şimdi dönmek istiyorlar ama çadır yok! Ve bu arkadaşımızın bir haftadır resmi iradeyle iletişimsizliğini cumaya ben yazacağım. İzin verirse adını da yazacağım, çünkü o arkadaşımız yıllarca ayrım yapmadan İzmir medyasına reklam sağladı, para kazandırdı. Bu ana kadar onu arayan sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi. Üç tercih sunmuşlar, nakit para, Hilton’da konaklama ya da kira destekli ev.

Şehircilik Müdürlüğü ne yapmış peki?

Hiç! Ha pardon, yeni ev ve 18 yıl ödeme planı. Peki Bakan Bey’in ödedik dediği paralar kime ödendi! Mutlaka ödenmiştir tabii.

Ya depremzedelerin en büyük istismarcısı nakliyeciler ve emlakçılar ne olacak?

Asansör rayici belirlemek yetti mi? Ne yapacak yani insanlar, asansör tutup sokağa mı indirecek eşyalarını.

Peki az, orta, ağır hasarlı evlerde oturan kiracılar ne olacak?

Şu anda gitmek isteseler nakliyeci kazık, emlakçı kazık, ev sahibi vicdansız! Sorunca da “bir şey yapamayız ev onun evi”.

Ne güzel memleket ama.

Deprem geçti ama şimdi sırada anlaşılan yeni başka depremler var. Bir haftadır merak ediyorum, Bayraklı’nın “inşaat efendileri” nerede diye? Kulağıma gelenler doğruysa, bu efendiler “fotoğrafçılığa” merak sarmış. Durmadan fotoğraflar çektirip “şehircilikteki dostlarla” fikir teatisi yapıyorlarmış.

NOTLAR… NOTLAR… NOTLAR

- Yazacak çok detay var. Benimse isteğim, siyasi ayrımcılık yapılmadan vatandaşa kulak verilmesi. Çünkü hasar tespit raporları güvenilir değil. Bir gün “sağlam” denilen bina için, ertesi gün komşu binalarla yıkım kararı çıkıyor. Sonra da “Bayraklı’da beş kat üzeri inşaat yapılmayacak” deniyor. Ortalama yedi katlı binaların olduğu bir bölgeden bahsediyoruz. Millet huzur isterken birileri huzursuzluğu körüklüyor.

- Bayraklı tepesindeki yeni hastane arkasına, obada evi olan insanları göndermeye çalışma hastalığı başladı. Hastane arkasındaki binalar kimlerin bilemem, ama kimsenin o tarafa gitme niyeti yok. Aklıma yine bir “müteahhit cinliği” geliyor ama, nasıl olsa öğrenirim.

- Hasarlı evinden eşyalarını almaya çalışanların karşısına geçip “eşyalarınızı alırsanız 30 bin lira vermeyiz” diyen aklın bu dünyadan olduğuna inanmıyorum. Eşya yardımı için 30 bin lira belirleyen efendilerin evlerini merak ediyorum. Bugün iki oda bir salonlu evi gerçekten donatsanız 30 bin liranın çok üzerindedir. Bazıları ya hesap bilmiyor ya da… Neyse… Boşuna demiyorum halkla ilişkiler yine döndü çelişkiye.

- TBMM Deprem Araştırma Komisyonu, İzmir Depremini, Ankara’da mı araştıracak, yoksa İzmir’e teşrif edip mi araştıracak. Şahsen bir teklifim var, komisyon asla Şehircilik Müdürlüğü binasına girmemeli. Çalışma ortamı olarak Bayraklı’da ya bir çadır ya da bir konteyner bulmalı. Partililerini yanlarına yaklaştırmamalı. Asla müteahhitlerle özel görüşmemeli ve her gün bir açıklama yapmalı.

- İzmir İnşaat Mühendisleri Odası’nın neden red olunduğunu galiba biliyorum. Sevgili odamız, Şehircilik Müdürlüğü binasına her gün kimler girip çıkıyor bir araştırsın bence.

- Bazı mihraklara da bir notum var. Ben 30 yıl gazetecilik yaptım, sizin o “yağan yağmurlarda beraber yürüdüğünüz” şimdinin teröristlerine ben o zamanlar “f tipi” dediğimde siz bana “Ergenekon Piçi” diyordunuz. Oturun da akıllı olun. Benim inancım yüreğimdendir, banka hesap numarasından değil!