Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan son veriler, ülkemizin nüfus dinamikleri açısından kritik bir eşikte olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Uzun yıllardır düşüş eğiliminde olan ve son sekiz yıldır nüfusun kendini yenileme seviyesi olan 2,10'un altında seyreden toplam doğurganlık hızı, 2024 yılında 1,48 gibi endişe verici bir seviyeye geriledi. Bu rakam, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ediyor ve bir ülkenin nüfus yapısının geleceği hakkında önemli ipuçları sunuyor. 2014 yılında 2,19 olan bu oranın, aradan geçen on yılda bu denli keskin bir düşüş yaşaması, uzmanlar tarafından "alarm verici" olarak nitelendiriliyor.
Aile yılı ve nüfus 10 yılı: Hükümet endişeli, yeni politikalar yolda mı?
Doğurganlık hızındaki bu dramatik düşüş, hükümetin de gündeminde önemli bir yer tutuyor. 2025 yılının Türkiye'de "Aile Yılı" olarak ilan edilmesi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2026-2035 döneminin "Aile ve Nüfus 10 Yılı" ilan edildiğini açıklaması, bu konudaki endişelerin ve yeni politikaların habercisi olarak yorumlanıyor. Nüfus artış hızı, bir ülkenin sosyal ve ekonomik geleceği açısından hayati bir öneme sahip. Özellikle "ekonomi" temelli tartışmaların odağında yer alan nüfus konusu, iş gücü potansiyeli, sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirliği ve genel refah seviyesi gibi birçok faktörü doğrudan etkiliyor. Doğurganlık hızındaki düşüşün devam etmesi durumunda, Türkiye'nin yaşlanan bir nüfus yapısına sahip olması ve bunun getireceği ekonomik ve sosyal sorunlarla yüzleşmesi kaçınılmaz görünüyor.
Doğurganlık tüm dünyada düşüyor: Türkiye'nin durumu ne?
Doğurganlık hızındaki azalma, sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Birleşmiş Milletler Sekreterliği Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı Nüfus Bölümü tarafından hazırlanan resmi Birleşmiş Milletler nüfus tahminleri ve projeksiyonları, 1950 yılından bu yana tüm dünyada doğurganlığın belirgin bir şekilde azaldığını gösteriyor. Bu küresel eğilimin arkasında, kentleşme, eğitim seviyesinin yükselmesi, kadınların iş hayatına daha fazla katılımı, aile planlaması yöntemlerinin yaygınlaşması ve yaşam tarzlarındaki değişim gibi birçok faktör yatıyor.
Verilere göre, 1950 yılında:
-
Yüksek gelirli ülkelerde doğurganlık oranı ortalama 3,04 çocuktu.
-
Üst-orta gelirli ülkelerde bu oran 5,32 çocuktu.
-
Alt-orta gelirli ülkelerde 5,8 çocuktu.
-
Düşük gelirli ülkelerde ise 6,48 çocuktu.
-
Dünya genelinde ortalama doğurganlık oranı 4,85 çocuk iken, Türkiye'de bu oran 6,47 gibi oldukça yüksek bir seviyedeydi.
2023 yılına gelindiğinde ise tablo çarpıcı bir şekilde değişiyor:
-
Yüksek gelirli ülkelerde doğurganlık oranı 1,47'ye geriledi.
-
Üst-orta gelirli ülkelerde 1,48'e düştü.
-
Alt-orta gelirli ülkelerde 2,55'e indi.
-
Düşük gelirli ülkelerde ise 4,53'e geriledi.
-
Türkiye'de ise bu oran 1,51'e düşerken, dünya genelinde ortalama doğurganlık oranı da 2,25'e geriledi.
Bu rakamlar, doğurganlık hızındaki düşüşün küresel bir olgu olduğunu ancak düşüş hızının ve mevcut seviyelerin ülkelerin gelir düzeylerine göre farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor.
En yüksek düşüş Türkiye'de: Rakamlar ne anlatıyor?
Birleşmiş Milletler verileri incelendiğinde, 1950'den 2023'e kadar olan 73 yıllık süreçte doğurganlık oranlarındaki azalışın en yüksek olduğu ülkelerden birinin Türkiye olduğu görülüyor.
-
Yüksek gelirli ülkelerde doğurganlık oranındaki azalış yaklaşık yüzde 52 seviyesinde.
-
Üst-orta gelirli ülkelerde bu azalış yüzde 72 gibi dikkat çekici bir oranda.
-
Alt-orta gelirli ülkelerde yüzde 56.
-
Düşük gelirli ülkelerde ise yüzde 30 seviyesinde bir azalış yaşanmış.
-
Dünya genelinde doğurganlık oranındaki azalış 73 yılda yüzde 54 olurken, Türkiye'de bu oran yaklaşık yüzde 77 gibi çok daha yüksek bir seviyede gerçekleşmiş.
Bu veriler, Türkiye'nin doğurganlık hızında dünya ortalamasının ve benzer gelir seviyesindeki birçok ülkenin üzerinde bir düşüş yaşadığını gösteriyor. Özellikle üst-orta gelirli ülkeler kategorisinde yer alan Türkiye'nin, bu kategorideki düşüş hızının da üzerinde bir performans sergilemesi dikkat çekici.
2000'ler sonrası durum ne? Türkiye'deki düşüş hız kesmiyor
2000'li yıllardan sonraki döneme bakıldığında da Türkiye'deki doğurganlık hızındaki düşüşün devam ettiği ve hatta hızlandığı görülüyor.
-
Yüksek gelirli ülkelerin zaten düşük olan doğurganlık oranları, 2000'li yıllarda "görece" yatay bir seyir izlemiş ve bu dönemde yaklaşık yüzde 13 azalmış.
-
Üst-orta gelirli ülkelerde 2000'den 2023'e kadar olan dönemde doğurganlık oranındaki azalış yüzde 24.
-
Alt-orta gelirli ülkelerde bu azalış yüzde 29.
-
Düşük gelirli ülkelerde ise yüzde 25 seviyesinde bir azalış olmuş.
-
Dünya genelinde doğurganlık oranındaki azalış bu 23 yıllık dönemde yüzde 18 olurken, Türkiye'de bu oran yüzde 39 gibi çok daha yüksek bir seviyede gerçekleşmiş.
Bu rakamlar, 2000'li yıllardan sonra da Türkiye'deki doğurganlık hızındaki düşüşün dünya ortalamasının ve benzer ülkelerin oldukça üzerinde seyrettiğini gösteriyor. Orta gelirli ülkelerde doğurganlık oranlarındaki azalışın 73 yıllık genel periyotta yüksek olduğu görülürken, 2000'li yıllarda ise özellikle alt-orta ve düşük gelirli ülkelerde azalışın daha fazla olduğu dikkat çekiyor. Ancak Türkiye, her iki dönemde de doğurganlık hızındaki düşüşün öncü ülkelerinden biri olarak öne çıkıyor.
Düşüşün nedenleri ve olası sonuçları: Uzmanlar ne diyor?
Türkiye'de doğurganlık hızındaki bu keskin düşüşün ardında yatan birçok karmaşık sosyoekonomik ve kültürel neden bulunuyor. Uzmanlar, kentleşme oranındaki artış, eğitim seviyesinin yükselmesi, kadınların iş gücüne katılımının artması, evlilik yaşının yükselmesi, çocuk yetiştirme maliyetlerindeki artış, ekonomik belirsizlikler ve gelecek kaygıları gibi faktörlerin bu düşüşte önemli rol oynadığını belirtiyor.
Doğurganlık hızının nüfusun yenilenme seviyesinin altına düşmesi, uzun vadede ciddi demografik sorunlara yol açabilir. Yaşlanan nüfus, iş gücü açığı, sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki baskının artması, sağlık harcamalarının yükselmesi ve ekonomik büyüme potansiyelinin azalması gibi sorunlar bu durumun olası sonuçları arasında sayılıyor. Bu nedenle, doğurganlığı teşvik edici politikaların geliştirilmesi, aile kurumunun desteklenmesi, kadınların iş ve aile yaşamını dengelemesine yardımcı olacak mekanizmaların oluşturulması ve gençlerin gelecek kaygılarını azaltacak sosyoekonomik koşulların sağlanması büyük önem taşıyor. Hükümetin ilan ettiği "Aile ve Nüfus 10 Yılı"nın bu sorunlara ne ölçüde çözüm üreteceği merakla bekleniyor.