Metamorfoz, daha çok biyolojik anlamı ile öne çıkar ve özellikle böcekler için kullanılan bir terimdir. Canlının tırtıl düzeyinden yetişkin düzeye geçişini tanımlar yani bir tür başkalaşımı ifade eder. Günümüze kadar 180 milyon yıl boyunca da evriminin çeşitliliğinin temel etkenidir ya da genel olarak söylersek, yaşayan türler içinde metamorfik olanların fazla çeşitlilik göstermesinin ve dolayısı ile de son derece kompleks yaşam sirkülasyonunun kadim terminolojisidir.
Felsefe ve kültür tarihinde ve tabii ki dinler için de metamorfoz önemlidir. Örneğin, Wittgenstein’a göre zaten insan da dilinin/düşüncelerinin sınırlarını fark edemediği için adeta camdan bir şişenin içerisinde hapsolmuştur. Tıpkı bir sineğin, sinek şişesinin içerisinde camdan çeperi fark edememesinden dolayı hapsolduğu gibi. Bu durumda var olan çıkış yolunu göstermek ve böylece bu problemi çözmek elbette yine filozofa düşmektedir. Yani “Sineğe, içine düştüğü şişeden çıkış yolunu göstermek” felsefenin görevidir. Tıpkı yolunu kaybetmiş ruhlara dinin yol göstermesinin beklendiği gibi.
6 Ağustos’ta da Hristiyan alemi, tüm kiliselerinde Metamorfoz ayini yaptı yani kendi inanışlarına göre Mesih’in görünümünün değişmesi nedeniyle kutsanan bu günü bir bayram olarak kutladı. Anlatılanlara göre, Hz. İsa, öğrencileri Petrus, Yakup ve Yuhanna ile Tabor Dağı’na çıktı. Orada, öğrencilerinin gözleri önünde görünümü değişerek mucizevi bir parlaklığa büründü. İlyas ve Musa Peygamberler, o anda ortaya çıktı ve Hz. İsa ile konuşmaya başladılar. Öğrencileri, büyük korku içinde olanları izledi. Yani Hz. İsa göğe yükselerek Tanrı katına çıkmış oldu. Sonraları, öğrencileri, Hz. İsa çarmıha gerildiğinde, bu olayı da düşünerek, O’nun, Tanrı’nın parlak yüceliği içinde acı çekerek ölmeyi kendi isteği ile kabul ettiğini, bunun da sıradan insanların ilham alması gereken Tanrı ile bütünleşme (theosis) olasılığının bir tezahürü olarak yorumladılar. Bunun farklı bir argümanını da Calabrialı Barlaam ve Gregory Palamas ifade etmiş, Barlaam, Peygamberlerin parlayan ışıktan yaratıldığını açıklarken Gregory de Tanrı’yı özünde tanıyamasak da O’nu kendisini açıkladığı ölçüde enerjileri aracılığıyla görüp anlayabileceğimiz tezini ortaya koymuştur..
Şarabın, Hristiyanların Efkaristiya’sında, Hz.İsa’nın çarmıha gerilmeden bir önceki gece havarileri ile yediği Son Akşam yemeğinde onlara şarap sunarken "Bu benim kanım" demesi de kilise teolojisi ve litürjisi kapsamında yaratılan bir başka metamorfizmdir.
Esasında, bu tür anlatımların kökeninde gelenekler ya da kadim pagan inanışları vardır: Örneğin Dionysos kültü ya da ön Asya ve Balkanlar’ın kimi bölgelerinde, hasat mevsiminin geleneksel olarak bu Bayram günleriyle örtüşen takvimde başlaması gibi. Üzüm ağustosun ilk haftası itibariyle yendiğinden bazı Kiliseler, metamorfoz bayramına rastgelen günde hasatın ilk üzümünü takdis ederler tıpkı Hristiyanlıktan yüzlerce yıl öncesi pek çok kültürde de bunun orijini sayılan şenliklerin olması gibi. Burada, Dionysos kültünün, Hristiyanlık dinini doğrudan etkilediğini görürüz. Bu, bir anlamda insan doğasının vizöründen kadim kosmosun değişimlerine yönelik bir açıklama gayreti ve kutsamadır.
Anadolu’da 10.000 yıllık pres artığı üzüm çekirdekleri ve şarap kalıntıları bulunmuştur. Dolayısı ile bağcılık ve şarap üretimi, tarih ve uygarlıklar ile iç içedir. Üzüm hasadı da bağ bozumu şenlikleri şeklinde, çiftçinin azmi ve emeğini, ürünün olgunlaşması ile sevinç ve coşkusu değişik ritüellerle dile getirdikleri estanteneler şeklindedir.
Ekinler ihtimamla bakılır, olgunlaşır, ürün haline gelir, fizik dönüşüm insanların sosyal ritüellerinde metamorfozu gerektirecek bir bilinci yaratır. Olgunlaşan meyve hayatın devamı için sadece bir besin değildir artık, kutsanır, her insanın içinde olan yaşam verici imgenin evrensel yaratıcı eylemi olur. Ruhun derinliklerinde Tanrıya ulaşmanın yollarından birisidir artık.
Üzümün ilk yaratılış efsanesi de ilginçtir: Bir gün, Aitolia kralı Oretheus’un köpeği doğum yapmış ve anlatılanlara göre doğan bir bebek değil bir odun parçası imiş. Oretheus bunun bir mucize olduğunu düşünmüş ve odun parçasını toprağa gömmüş. Gömdüğü yerden de bir süre sonra olağanüstü tatlı suyu olan üzümleri veren bir asma çıkmış. Oretheus da, bunun üzerine doğan oğlunun ismini bitki anlamında Phytios diye adlandırmış. Phytios’un oğlu Oineus da şarabı keşfetmiş.
Bu öyküye benzer başka bir anlatımda da, Bekilli yöresinde yaşamış ve Nysa (Sultanhisar) Dağlarını yurt edinmiş Tanrılar Tanrısı Zeus ile Demeter'in oğlu Dianysos’tan bahsedilir. Baba Zeus olmakla birlikte annenin Semele veya Persephone olduğu versiyonlar da söz konusudur… Dionysos bağ bozumu tanrısıdır ve adına düzenlenen bağ bozumu şenliklerinde bir başka sanat dalı olan tiyatronun da temelleri atılmıştır. Bu ritüellerde bir koro olay örgüsünü anlatırdı, zamanla koronun önüne oyuncular konumlandırılmış böylelikle de ilkel tiyatronun performansı ortaya çıkmıştır.
Nihayetinde asma kökünden üzüm ve sonrasında şarabın dönüşümü gibi insanlık da hem ruhen hem de çevresindeki fizik dönüşümün yani metamorfozun anlamına ulaşma gayretini binlece yıldır sürdürüyor. Hinduizmin Kutsal Metinleri Vedalar, ‘Hakikat birdir’ der ve devam eder: ‘Bilgeler, onu bir çok adla çağırır’...