Ersin DOĞAN / Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Üyesi

Günümüzde birçok insana göre öğretmenler yalnızca ikiye ayrılıyor: atananlar ve atan(a)mayanlar. Ve yine birçok insana göre bu maalesef ki atan(a)mayan öğretmenlerin yeteri kadar çalışmamasıyla, yeterli olmayışıyla ilgili fakat özellikle atan(a)mayan öğretmenlerin problemleri tam da bu ayrımdan sonra iyice somutlaşıp yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor. 2014’te kaldırılan bir madde ile özel sektörde çalışan bir öğretmenin kamuda çalışmaya yeni başlayan bir öğretmenden daha düşük maaş alamaması güvencesi yok oldu. Bu durum “serbest piyasaya” bağlanan öğretmenliğin eğitim patronlarının iki dudağının arasında ve vicdanlarının dehlizlerinde bir yere konumlanmasına sebep oldu. Mesleğin içinden biri olarak söyleyebilirim ki bu, yıllarca dirsek çürütüp emek harcayan öğretmenlerin sosyo-ekonomik düşüşlerinin ilk basamağı oldu. Tabii artan üniversite sayısını ve kontenjanlarını da hesaba katarsak arz-talep dengesi bozuldu ve “serbest piyasada” çokça bulunan öğretmen, değersizleştirildi.

Öğretmenlerin maaşlarını peyderpey kısmakla başlayıp onları asgari ücretin altında çalıştırmaya kadar varan cüretlere sahip patronlar görmeye başladık mesela. Zaten belirli süreli iş sözleşmesine tabi tutulan öğretmenin her ama her sene sonuna doğru bir sonraki seneye ne yapacağını bilmeme kaygısını hissetmesi içinde bulundurulduğu koşullara “katlanmasını” getirdi. Bu eşik psikolojik anlamda da kişiyi bir çaresizlik hissine, hak etmediği bir yükün altına soktu. Anlayacağınız belirli süreli iş sözleşmesi öğretmene belirsiz süreli bir gelecek kaygısı getirdi. Tabi süreç bu kadarla kalmadı. Kimi patronlar sözleşmelerini 10 aylık sigorta ve maaş üzerinden yapmaya başladı, ne de olsa bir öğretmen bu şartları kabul etmese bir başka öğretmen illaki kabul edecekti. Hızlandırma programları adı altında yapılan ek programlar olmazsa iki buçuk ay kadar “tatil” yapan öğretmen bırakın emeklilik yıllarını, yazın ne yiyip ne içeceğini de hesap etmek zorunda kaldı. Emeklilik demişken belirtmek gerek ki bu süreçte çalıştırdığı öğretmenin maaşı asgari ücretin üstünde olsa dahi sigorta primini asgari ücret üzerinden yatırıp maaşının asgari ücretin üzerine çıktığı kadarını öğretmene elden vermeyen kurum bulmak neredeyse imkânsızlaştı. Özel öğretim kursları gibi özel okullarda da bu süreçler benzer şekilde yaşanabiliyor hatta özel okulların angaryaları, kâğıt işleri, belli branşlara yıkılan törenler ve anma günleri gibi ekstra yükümlülükleri de -tabi ki ücreti mukabilinden olmaması koşuluyla- öğretmenlerin boynunda. Tüm bunlar olurken devlet ne yaptı, diye düşünebilirsiniz. Bizler de çok düşünüyoruz bunu, emin olun.

Geçtiğimiz haftalarda Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ilgili çalışmalar yapıldı. İşin ilginci eğitimin o son derece gerekli yükünün önemli bir payesine sahip olan özel öğretim öğretmenliği bu kanuna dahil edilmedi. Çünkü devlet ücretli öğretmenlik adı altında, bazı meslektaşlarımızı özlük haklarından mahrum bırakmak ve komik denebilecek ücretlerle çalıştırmak suretiyle okullarında derse sokuyor ve “ihtiyacını” bu resmî sömürü yoluyla da gideriyor; daha fazlası, daha fazlamız için bir şeyler yapmayı düşünmüyor. Bu şartlar altında bizler Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası olarak elimizden geldiğince bu olaya müdahil olmaya çalıştık ve bir temsilcimiz bu görüşmelerde söz hakkını aldı sağ olsun. Aslında biz çok şey istemiyoruz, hakkımızı istiyoruz. Yazımın başlarında bahsettiğim maddenin içinde özel sektör öğretmenlerinin de bulunduğu bir meslek kanunu ile düzenlenmesini, devletin Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olan özel eğitim ve öğretim kurumlarının standartlarını makul bir seviyeye çekecek adımları atmasını, eğitim-öğretimin önemini yadsımayarak mesleğimizi ve bizi korumasını, dolayısıyla iyi eğitilmiş nesiller aracılığıyla ülkemizin geleceği için çalışmasını istiyoruz.

Tüm bahsettiklerimin ışığında kâğıt üzerinde kalmayan ve aktif çalışan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının gerekliliğine kanaat getirmemek mümkün olmasa gerek. Bizler, sendikamızda gönüllülük esasıyla çalışan ve mesleğin içinden olup hâlâ öğretmenlik yapan bireyler olarak Türkiye’nin birçok ilinde, ilçesinde örgütleniyoruz ve kısa süre içinde hatrı sayılır bir sayıya ulaştık. Nicelik bir yana hatrı sayılır kazanımlar da elde ettik. Sahip olduğumuz ihbar birimine ulaşan ihbarlar sonucu usulsüz işleyen kimi kurumlarla görüşüldü sonuç alındı, kimi kurumlar hakkında dilekçeler verildi ve yaptırımlar uygulatıldı. Bu gibi çalışmalarımız devam da etmekte. Örneğin Türkiye genelinde ara tatilde öğrencilerini ve öğretmenlerini çağıran bazı kurumlar hakkında dilekçeler Millî Eğitim Müdürlüklerine iletildi, daha önceki benzer örneklerinde de olduğu gibi. Tüm bu işlemler esnasında, öğretmenlerimizin sorunlarına çare bulmakta ve onları yönlendirmekte de hakkı yenmeyecek hukuk komisyonumuzun payı büyük. Sendika dahilindeki her bireyin iş yoğunluğu ve özel hayatı ile birlikte bu emeği sarf ettiğini belirtmek gerek. Bizler bu yola çıkarken sesimizin gür, irademizin hür olması konusunda hemfikirdik; hâlâ da öyleyiz. En az patronlar kadar örgütlü ve tek ses olmalıyız ki haklarımız için mücadele edecek dirayete kavuşalım. İş ortamlarımızda yaşadığımız münferit sorunlarımıza bile hukuki olarak da destek olabilen sendikamız, mesleğimiz ve bizler için büyük bir öneme sahip. Bu düzeni ve çarpık işleyişi ancak ve ancak birlikte ve birlik olarak düzeltebiliriz. 1 Mayıs’ta Türkiye’nin birçok şehrinde sendika olarak kortejde yerimizi de alacağız, tüm meslektaşlarımızı öğretmen sendikasına güç vermeye dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Biliyoruz ki birlikte güçlüyüz!