Yazan/ Bahar AKGÜN

Bob Ross izleyerek büyüdüyseniz, ben de yapabilirim duygusunu hatırlarsınız. Özellikle son dört aylık sürecin sonunda, çoğumuzun içinde küçük birer sanatçı olduğunu keşfettik. Ağırlıklı olarak mutfak konusunda, sosyal medyada çokça şeyin üretildiğine tanık olduk. Bazılarımız içine dönme konusunda yol alırken bazılarımız göbek ve kalçadan dışarı doğru genişlemeyi tercih etti.

Kimi kendiyle kalmanın paniğini yaşarken, kimi de en yakınlarını tanıma fırsatı buldu. Yüzleşmeler yaşadık, kabukları kaldırıp kanattık. Belirsiz bir geleceğin kaygısından olsa gerek, geçmişle cebelleştik. Temize çektik belki de…

Yani şimdiye kadar olmayan şeyler oldu. 1 gram bile olmayan bir virüs geldi tüm dünyada terör estirdi, ülkeler birbirine girdi. Gerçeklikten koptuk, sıkıştık. “Ben” diyenler “Biz”e dönmek zorunda kaldı. Biz'in gücünü fark etti. Öncelik sıralaması değişti. İlk sıralarda ne para, ne makam, ne de bunlardan kaynaklanan statü vardı. Ne güzellik on para etti, ne de dip boyanın önemi kaldı. Önce çocuklar sonra hayvanlar nefes aldı. Dünyanın diğer ucunda renginden dolayı nefesini verdi biri senin için, sen nefes aldın. Ötelenen her bir canlıyla, insanlığımızı geriye ittik, nihayetinde gözden kayboldu.

İtiraf etmeliyim ki, normale döndük. Yaşamak için yirmi dört saat yetmezken, bir saatin aslında ne kadar uzun olduğuna şahitlik ettik. Sıkıntımız zamansızlık değilmiş, fark ettiniz mi? Yetişmek zorunda olduğumuz bir yer yok, erken uyanmak zorunda değiliz, kıyafetini tamamlayacak takıyı düşünmeye de gerek yok, altına giyeceğin ayakkabıyı da. Bilmem kaçıncı elbiseni de alamıyorsun. Gitmek yok, gelmek yok, gelen de giden de yok. Yapılan araştırmalara göre, insan beyninin en çok çalıştığı zamanların, boş duvara baktığı anlar olduğu söyleniyor. Bunun için çokça zamanımız oldu, gereğini yapabildik mi?

Bu kaosun bir yerde, bir şekilde, birçok sebepten ötürü düzenlenmeye ihtiyacı vardı. Kimsenin göz göre göre elini taşın altına sokmaya gönlü yoktu. Hayat eve zaten sığardı, içimize sığmayan şeyler vardı lakin, taştı. Maskeler düştü, insanlar çıplak kaldı, gerçekler sert zeminlere dönüştü. Egolarının pompalamasıyla yükseğe çıkanların, nasıl yere çakıldıklarını izledik, izliyoruz, izleyeceğiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılar, korkuyla titredi. Paraya tapanların avuçları terledi. Yalancının mumu kül oldu. İçimizde ne barındırıyorsak büyüdü, dağ gibi oldu. Saygı da, sevgi de, nefret de, öfke de…

Doğumun ilk sancıları bunlar. Karanlığın son demleri. Entelektüel kapitalizm çağı geliyor, yani bilgi çağı. Gönül gözleri yolun sonundaki ışığı görüyor, göremeyenler hissediyor, hissedemeyenler ümit ediyor. Varlığın temeli dört element, büyük temizlik için iş başında.

O gün geldiğinde, ışığa ulaşabilen istisnasız herkes, birbirimize dönüp “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyeceğiz. Ve oturup ince şeylerle uğraşmak için çokça vaktimiz olacak.

Kolaylıkla olmasını diliyorum.

***

Bahar Akgün, İzmir'de doğdu. İlkokul sıralarında yazmaya ve resim yapmaya başladı. 2012 yılında ilk kişisel sergisini açtı, birçok karma sergide yer aldı. Öyküleri çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Çocuklar ve yetişkinler için resim dersleri vermeye devam ediyor.