Kansere yönelik bilincin artırılması ve farkındalık yaratılması günümüzün önemli etkinliklerinden birisi olarak karşımızda duruyor. Sadece geçen yıl, kansere bağlı ölümlerin ilk sırada yer alması bunun gerekliliklerinden bir tanesi.
Kanser, bilindiği gibi, hücrelerin kontrol edilemeyen bir şekilde büyümesi sonucu oluşan kötü huylu tümörler için adlandırılan genel bir terminolojidir. Ülkemizde birçok batı ülkesinde olduğu gibi erkeklerde en sık prostat, kadınlarda da meme kanseri görülmekte, bunları akciğer ve kalın bağırsak kanserleri takip etmektedir.
Her yıl dünyada 12.7 milyon bireye yeni kanser tanısı konulmakta ve yine her yıl 7.6 milyon kişi de kansere bağlı ölümle yüz yüze gelmektedir. Türkiye’de yıllık kansere yakalanan vaka sayısı 159 bin civarındadır. Bunların 97 bini erkek, 62 bini kadındır.
Kanserlerin büyük çoğunluğu çevresel faktörlerden kaynaklanır: Bu kapsamda, kronik enfeksiyonlar, tütün kullanımı, alkol tüketimi, obezite, çevre kirliliği, güneş kaynaklı ultroviyole ve X ışınları ve kimyasal toksik ajanlar bir kalemde akla gelen etkenlerdir. Bugün, kanser vakalarının üçte birinin tütün kullanımı sonucu olduğunu biliyoruz. Kanserin nedenleri konusunda fizik aktivite eksikliğinden genetiğe kadar birçok faktör üzerinde durulurken, sigara gibi önlenebilir risk etkenleri üzerinde daha fazla durulmasının nedenini budur.
Kanser zengin, batılı ve sanayileşmiş ülke insanlarına özgü bir hastalık değildir. Sanırım, kanserle ilgili bilimsel çalışmalarla yeni tedavi yöntemlerinin çoğunun batı kaynaklı olması, böylesi bir yanılsama yaratmaktadır. Günümüzde, Uluslararası Kanser Araştırmaları gibi güvenilir kuruluşların yapmış olduğu istatistiki çalışmalar, artık dünya kanser yükünün büyük kısmını az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin taşımakta olduğunu göstermektedir. Her yıl 9 milyon yeni tanı ve bir o kadar da bu hastalık nedenli ölüm düşünülüp, önümüzdeki 20 yılda da bu sayıların katlanacağı hesaba katıldığında, zaten kaynakları yetersiz olan bu grup ülkeler açısından sosyal ve tıbbi maliyet tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır.
Vaka istatistiklerinin daha güvenilir olduğu batı ülkelerinin önümüzdeki yıllara yapmış olduğu projeksiyonlarda, her üç kadından birinin ve her iki erkekten birinin yaşam süreçleri içinde kanser ile karşılaşmaları beklenmektedir. % 30 ve % 50 oranları artık epidemi diye adlandırılan bir tür salgın durumunu akla getirmekte ve durumun vahametini ortaya koymaktadır.
Kanser vakalarının artmasının en baskın nedenleri, demografik yapının yaşlı nüfus lehine yükselmesidir. Yani dünya nüfusu artışı ve yaşlı nüfus oranındaki artış. Kanser ileri yaşla riski artan bir hastalıktır. Yaşam süresinin artmasına paralel olarak, yaşlanmanın hücresel ve moleküler düzeyde yapmış olduğu hasarlar ve bağışıklık sistemi yetersizlikleri kanser için potansiyel bir durum oluşturur. Kanser oluşturan bir çok dış etkene, uzun yaşam nedeni ile daha fazla maruziyet de aynı kapsamda riski artırmaktadır.
Günümüzde ,tanı ve tedavi süreçlerindeki teknolojik gelişmeler ve erken tanı imkanları, kanseri engellenebilir ve/veya kontrol edilebilir hale getirmiştir. Amaç, kanserin kontrol edilebilir ve kronik bir hastalık haline getirilerek yaşam süresi ve konforunu etkilememesidir. Ama görünür gelecekte, kanserin oluşum mekanizmalarının tamamen anlaşılması ve kansere bağlı ölümlerin bütünüyle ortadan kalkması söz konusu değildir. Ülkelerin giderek artan kanser olgularının bütçe yükleri için işbirliği yapması, kanserden korunma için küresel anlamda sigara, alkol ve obezite ile savaş etkin savaş politikaların uygulanması ve bireysel farkındalığın arttırılarak risk grupları için taramaların yapılması öncelikli stratejiler olarak görülmektedir.
Nihayetinde, kanser hastalığının tedavisinde, her kişinin genetik yapısı, yaşı, hastalık geçmişi ve tümör yapılanması farklılık arz ettiğinden, tek tip standart tedavi yerine kişiye özel tedavilerin ve aşı gibi yeni uygulamalarının söz konusu olduğu günümüzde, önümüzdeki yirmi yıl içinde kanser hastalıklarının büyük çoğunluğunda mutlak tedavisi gündeme gelecektir.