Kadınların karşılaştığı ayrımcılık ve ötekileştirilme sorunları her geçen gün daha fazla gündeme geliyor. Kadınlar, şiddet, taciz, esnek çalışma koşulları, düşük ücretler, mobbing gibi birçok sorunla mücadele ediyor. Bu sorunlar, ırk, dil veya din fark etmeksizin tüm kadınları etkiliyor. Kadınların iş yerlerinde de benzer sıkıntılarla karşı karşıya kaldıkları bir gerçek.
Bu konuya dair Doç. Dr. Lale Oral Ataç'ın kaleme aldığı yazı şu şekilde:
"KUSURUM 'KADIN OLMAM
Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir resmi törende, yanımda bulunan erkek meslektaşıma tokalaşarak selam veren protokol üyelerinin bazıları, bana sadece uzaktan bir baş selamı vermekle yetindiler. Bazıları ise doğrudan beni görmezden geldi; selam dahi vermediler. Bu, ilk kez yaşadığım bir durum değildi. Aksine, daha önce çok kez maruz kaldığım bir şey. Kurum ziyaretlerinde, törenlerde, toplantılarda defalarca karşılaştığım için beni tanıdığından emin olduğum, kamunun bazı üst düzey temsilcilerinin bu tavrının nedeni nedir sizce? 2009 yılından beri Manisa’da görev yapıyorum. Bunun son birkaç yılında ise vazifem gereği kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri ile daha yakından temas ediyorum. Büyük bir içtenlikle söylemek isterim ki bu süreçte toplumumuzun aydınlık yüzünü temsil eden, müstesna insanlarla tanışma olanağım oldu. Gel gelelim bu yazıyı yazmama vesile olanlar, kurumsal nezaketen cinsiyete göre nasıl ayrımcı olabileceğinin örneklerini verenlerdir. Bu kimselerin meşrebinde, hemen yanımda duran erkek meslektaşımdan farklı muamele görmeme vesile “kusurum” belli ki kadın olmam.
Kamu, bilindiği üzere, bürokratik bir örgütlenmedir. Bürokrasinin temel özelliklerinden biri, hiyerarşinin, her kademede yapılacak işlerin ve uyulacak kuralların detaylı olarak tanımlanmış olduğu rol basamaklarından oluşmasıdır. Diğeri ise vazifenin gayri şahsiliğidir. Yani göreve atanan kişi kendisine düşen rolü bir süreliğine oynamakla yükümlüdür. Görevi bittiğinde ise aynı rolü oynamak üzere yerine bir başkası geçer. Bürokrasinin kuralları kişilere göre değişmez, kişiler tanımlı rollerini ifa ederler. Resmi törenlerde kurumu temsil etmek de işte bu rolün gereklerinden biri olarak detaylı kurallara tabidir. Bir temsilcisinin rolünü oynarken cinsiyete dayalı ayrımcılık yapmak sureti ile onu lekelemesi, kamu açısından göz ardı edilemeyecek bir gaftır. Zira ayrımcılık ne temel insan haklarına ne de yasalara uygun düşer. Hal böyle iken insan şunu düşünmeden edemiyor: Nasıl oluyor da içinde yaşadığımız çağın ruhuna uzak, etiğine aykırı tavırlar resmi etkinliklerde bu denli rahatlıkla sergilenebiliyor? Aklımda beliren ilk iki açıklamayı lafı fazla dolandırmadan yapayım.
PETER İLKESİ
Peter İlkesi Bürokrasilerin yozlaşmasına neden olduğu öne sürülen etkenlerden biri, kişilerin zaman içerisinde aldıkları terfilerle, niteliklerini aşan pozisyonlara kadar ilerlemelerine izin veren bir yapıya sahip olmasıdır. Peter İlkesi olarak adlandırılan bu durum, hiyerarşinin üst kademelerine ulaşmış kimselerin aslında bu rolü liyakatle yerine getirecek niteliklerden yoksun olabileceklerine işaret eder. Örneğin bir kademede çok başarılı olan bir çalışanın, aslında bir üst kademenin gerektirdiği yöneticilik vasfı bulunmayabilir. Bu kimse, terfi alması durumunda, yeni konumunda, önceki başarısını gösteremeyecektir. Bu yazıya vesile olan vakayı açıklamayı denersek; kişi mesleğinin teknik inceliklerine haiz olmakla birlikte, içinde yaşadığı çağın düşünce dünyasına hakim olmasına yetecek entelektüel kaynağa sahip olmayabilir. Bu durumda da bir kuruma yönetici olup ona yön tayin edecek veya toplumsal alanda referans olacak nitelikte biri olarak kabul edilemeyecektir.
GÖRÜNMEZ EMEK
Toplumun cinsiyetlere atadığı hiyerarşik düzende, kadın emeğinin değersizleştirildiğine, hatta görünmez kılındığına şahit oluruz zaman zaman. Örneğin kadınların çalıştıkları kurum veya içinde yaşadıkları toplum için verdikleri emek, bunlara yaptıkları katkı ne kadar önemli olursa olsun, gerektiği biçimde takdir edilmesine direnen zihniyetin temsilcileri bugün hala aramızdalar. Bu zihniyet, böyle bir resmi toplantıya katılan beni, kendisine asıl muhatap kabul etmekten imtina edecektir. Dolayısıyla, üyesi olduğum kurumu temsil etme yetkisi yanımdaki erkek meslektaşıma arz edilirken benim belki bir çeşit “eşlikçi” olarak kabul edilmem ve daha aşağı bir muameleye layık görülmem olasıdır. Buradaki tek sorun benim uğradığım saygısızlık değil. İnsanı esas düşündüren ve kaygılandıran, kamu idarecilerinden bazılarının çevrelerinde olan biteni algılamada yaşadıkları yetersizlik diye düşünüyorum. Önünü görmekte zorlanan bu kimselerden toplumumuzu daha müreffeh zamanlara çıkarmalarını beklerken acaba kendilerine çok mu fazla yükleniyoruz? Bu yazının muhatapları onu okurlar mı bilmiyorum. Zira okuyan insanların 21. yüzyıla has müspet değerleri içselleştirmeyi başarmış olacağını ve böyle davranışlar göstermeyeceğini varsaymak olasıdır. O zaman bu yazı, siz okuma ve öğrenme güdüsüne haiz okurlara içimi dökme vazifesi taşımaktan öteye geçmeyecektir. Yine de beni anlayan kimseler ile dertleşme olanağı bulmak az şey değil.
SON NOT
Paylaştığım sorunun bu bölgeye has olmadığının elbette farkındayım. Durumu protokol vakası üzerinden açıklarken amacımın konuyu bu kent ile özdeşleştirmek olmadığını anladığınızı sanıyorum. Örneğin, benim çalıştığım ve Manisa’nın tüm alt bölgelerinde birden faaliyet gösteren kurum, bir süredir cinsiyet eşitliği konusunda önemli adımlar atıyor. Ancak, tepe yönetim kademesinden yayılan bu etki henüz alt kademelerde tam anlamıyla sindirilmiş değil. Bazen kulağa, kadın yöneticilerin liyakatten ziyade “kadın olduğu için” bir çeşit kayırılma dolayısıyla vazifede olduğu; aslında “idari işlerden falan pek de anlamadıkları” yönündeki söylemler geliyor. Nedense eğitimleri, tecrübeleri, yetkinlikleri veya gayretlerinin büyüklüğü ne olursa olsun, bu kadınların belirli kademelerdeki varlıkları bir grubun gözünde bir türlü meşruiyet kazanamıyor. Bu insanlar azınlık bir gruba karşılık geliyor olsalar bile eğitim seviyesi oldukça yüksek kimseler olmaları dolayısıyla hem kurumda hem de toplumda vahim bir görünüm arz ediyorlar."