İzmir ile ilgili Osmanlı nüfus sayımlarında Ahmed Arap, Hüseyin Arap, Mübarek Arap, Bereket Arap gibi özel şahıs isimleri taşıyan erkeklerin, bir kısmının Afrika’dan İzmir’e köle olarak getirildiği ve bir kısmının sonradan azat edildikleri anlaşılıyor

Osmanlılar devrinde İzmir’in kırsal ve kentli nüfusu içinde, Arap veya Kara olarak tanımlanan unsurlara rastlanıyor. Bunlar, sayısal olarak İzmir nüfusunun yüzde 1’inden bile daha az kısmını oluşturur. Kısacası sayısal olarak bir değerleri yoktur ama çeşitlilik ve kültürel açıdan değerlidir. Bunlar, Afrika’dan İzmir’e getirilmiş siyahi (zenci) ve esmer kölelerdi. Dolayısıyla, Araplar, İzmir’in asli nüfusundan sayılmazlar. İzmir kent merkezinde veya kırsal kesimlerinde kendilerine ait ne bir müstakil mahalle ne de bir köye sahip olmuşlardır. Bu siyahilerin bir kısmı bazen Osmanlı idaresi tarafından Mağribi olarak isimlendirilmiştir. Bu durumda, bunların bir kısmının Fas, Libya, Tunus veya Cezayir taraflarından İzmir’e getirildikleri anlaşılır. Çeşme yarımadası, Mağrip ile denizden doğrudan bağlantılıydı. Seferihisar, Urla ve Çeşme’den Türkler Mağrip’e giderken, Mağrip’ten de siyahiler Çeşme yarımadasına ve İzmir’e gelmekteydiler. Orta Doğu’nun büyük kentlerinde, örneğin Kudüs kent merkezinde, Mağribiler, Eyyubiler devrinden beri mevcut olmuşlardır. Ancak İzmir’de köklü bir Mağribi nüfustan söz edilemez.

İzmir ile ilgili Osmanlı nüfus sayımlarında Ahmed Arap, Hüseyin Arap, Mübarek Arap, Bereket Arap, Kanber Arap, Osman Arap, Sadi Arap gibi özel şahıs isimleri taşıyan bu erkeklerin, bir kısmının Afrika’dan İzmir’e köle olarak getirildiği ve bir kısmının sonradan azat edildikleri anlaşılıyor. Bunlar baba ismi olarak da genellikle Abdullah’ı kabul etmişlerdir. İzmir kent merkezinde, Osmanlılar devrinde bu tür Arap isim veya lakabını taşıyanlar tuz ocaklarında görevlendirilmişlerdir. Bir kısmı vakıflarda, bir kısmı da çiftliklerde tarım işçisi olarak çalışmışlardır. Osmanlı arşiv belgelerinden anlaşılıyor ki, Büyük ve Küçük Menderes ovalarındaki tarım alanlarında işgücüne ihtiyaç duyulmuştur. Bazı çiftlik sahipleri bu işgücünü siyahi kölelerden karşılama yoluna gitmiştir. Bunun için de Mısır ve Afrika’nın farklı yerlerinden siyahi (bazen esmer) köleler getirmişlerdir.

KÖLE TİCARETİ

İzmir, Osmanlı döneminde, Afrika-Mısır-İstanbul köle ticareti güzergâhı üzerinde bulunduğu için, Afrikalı köleler çiftlik sahipleri tarafından kolaylıkla temin edilebilmiştir. Orta Afrika’da Darfur ve Sinnar bölgesinden ve Nubya’dan elde edilen siyahi köleler, önce Kızıldeniz’e Masavva limanına getiriliyor, buradan Kahire’ye köle pazarlarına ulaştırılıyorlardı. Bir kısmı burada satışa sunuluyordu. Bir kısmı da buradan da gemilere bindirilerek, Kıbrıs, Rodos, İzmir, Çanakkale güzergâhıyla, İstanbul’a getiriliyordu. Osmanlı hukuku köle ticaretini yasaklamadı. İslam hukuku köle ticaretini tedricen kaldırmayı önerdiğinden, köle ticareti hem sultan hem de devlet hazinesi için gelir getiren bir kaynak olmaya devam etti. Bu köle ticareti, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etti. Zamanımızda Yunanistan’a bağlı olan ama Osmanlı idari teşkilatında İzmir’e bağlı olan Patnos adasındaki tuzlalarda çalıştırılan işçilerin çoğu Afrika kökenli siyahi kölelerdi. Hatta Patnos Adası ile Selçuk (Ayasluk) arasında tuz işiyle meşgul olan büyük bir Arap cemaati de zamanla oluştu. On altıncı yüzyıl Osmanlı kayıtlarına bakıldığında, İzmir, Çeşme, Karaburun, Seferihisar ve Hereke gibi yerleşim yerlerinde Araplar'ın sayısı arttı. Sayıları 70 kişiye ulaştı. Bunların bir kısmının Osmanlı idaresi tarafından Müslüman olarak tanımlandığını belirtelim. Bir diğer köle güzergâhı da Orta Afrika-Libya-Girit-İzmir ve İstanbul’du. 1576 tarihinde Aydın kadı ve beylerine gönderilen bir emirde, siyahi kölelerin ve azatlıların, Aydın’da (İzmir’i de kapsar) bir araya gelip toplandıkları, devlet ve sultan aleyhine dedikodu yaptıklarından söz edilir. Kendi bey, kadı ve kethüdalarını seçmeye kalmışlardır. Bunların bir kısmı yerli Müslümanları öldürmüş ve mallarını yağmalamışlardır. Köle sahiplerinin köle ve azatlılarıyla birlikte festival yaptıkları da anlaşılmıştır. Tüm bunlar Osmanlı idaresini rahatsız etmiştir.

DANA BAYRAMI

İzmir ve İstanbul’da Afrika kökenli siyahiler (sonradan Afro-Türkler olarak tanımlanacaklardır) ‘Dana Bayramı’ yapıyorlar, hastaları tedavi amaçlı tütsülüyorlardı. II. Abdülhamit döneminde dana Bayramı popüler hale geldi. Hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında kutlanmaya devam edildi (Suraiya Faroqhi’den alıntı). Bir dana ile iki keçi satın alınıyor. Dana süsleniyor, sokaklarda gezdiriliyor. Keçiler kesilerek pişiriliyor. Yeniyor. Dana da sonradan kurban ediliyordu. Kutlamalar bir hafta ile dört hafta arasında değişiyordu. Temmuz’un son haftası ile Ağustos’da yapılıyordu. Siyahi kadınlar gruplar halinde dans ediyorlar, şarkılar söylüyorlardı. Bir tür şifacı olan godiya, bayramda hastaları iyileştirmeye çalışıyordu. Aynı bayramın Libya’da da yapıldığı anlaşılıyor. İngiliz seyyah James Richardson, 1845-1846 yıllarında, Libya’da Trablusgarb’ın güneyindeki Gadames’de de aynı bayramın kutlandığını görmüştü. Bu durum, İzmir’e getirilen siyahi kölelerin bir kısmının Libya-Tunus yoluyla İzmir’e getirildiğini gösterir. Demek ki, on altıncı yüzyılda ‘Dana Bayramı’ Afrikalı siyahiler tarafından İzmir’de kutlanıyordu. Bu durumda bu bayramın kökenini 19. yüzyıla tarihlemek yanlış gibi görünüyor. Kökenleri daha da eski olmalı. İzmir’de Dana Bayramı kutlamaları zamanımızda da yapılıyor. Hatta uluslararası bir nitelik kazandı. Bütün bu kutlamalar, Afrikalı siyahilerin İzmir ve hinterlandaki mevcudiyetlerinin en azından 16. yüzyıl öncesine kadar uzandığını kanıtlıyor.