Röportaj / Sinan KESKİN

İzmirli firmaların dijitalleşme konusunda hala yolun başında olduğunu söyleyebiliriz. Dijitalleşmeyi bir web sitesi açmak olarak algılayan firma sayısı o kadar çok ki dijital reklam ajansları açıcısından hala yapılacak çok iş var. İstanbul merkezli bir çok dijital ajans bu açığı fark edip İzmir'e ofis açıyor. Ama stratejilerini doğru kuramadıkları için kısa sürede kepenk kapatıp İstanbul'a dönüyor. İstanbul'da devasa bütçelerle sosyal medya yönetimi yapan firmalar aynı bütçeleri İzmir'de bulamıyorlar.

İş hayatına bir zincir markette kasiyer olarak başlayan, çalışma koşullarının zorluğundan deyim yerindeyse, burnu sürtüldüğü için üniversite sınavlarına girip mücevher tasarımcılığı okuyan, okul bittikten sonra reklamcılıkta karar kılan Argeart Dijital Reklam Ajansı'nın kurucusu Serhan Ceylan, “İzmir'de firmalar patron bazlı çalışıyor. Çoğu firmanın Kurumsal iletişim uzmanı yok. İstanbul merkezli bazı firmaların dijitale ayırdıkları yıllık bütçeleri duysanız dudağınız uçuklar. Adamlar harcıyor ama karşılığını da alıyorlar” diyor. Serhan Ceylan ile kasiyerlikten patronluğa uzanan yaşam öyküsünü, şirketlerin dijitalleşmesini ve sosyal medyayı konuştuk.

Kısaca Serhan Ceylan'ı tanıyabilir miyiz?

1984 yılında Manisa'nın Salihli ilçesinde doğdum. Babam kamyon şoförü, annem ise aşçıydı. Dedemin Demirci'de iplik dokuma fabrikası varmış. Ama 1970'li yıllarda Almanya'ya işçi olarak gitmeye karar veriyor. Ailesini de yanına almayı düşünüyormuş. Hatta annemler bir kaç defa ziyaretine gitmişler. Ama dedem Almanya'daki 5. yılında makineye parmaklarını kaptırınca malülen emekli oluyor ve Türkiye'ye kesin dönüş yapıyor. Annemlerin Almanya macerası da başlamadan bitiyor. Ama dedem henüz iş kazası geçirmeden önce ailesini de yayına aldıracağını düşündüğü için annem sadece ortaokul 1’e kadar okuyabiliyor. Kazadan sonra dedem Demirci'ye dönüyor. Hali vakti yerinde bir aile. Babam ise hem yetim hem öksüz. Annesini 4, babasını 12 yaşında kaybetmiş. Annemle birbirlerine aşık oluyorlar. Dedem annemle babamın evlenmesine karşı çıkıyor, izin vermiyor. Annem de babam da aşklarından vazgeçmeyince dedem, kendi ayaklarınızın üstünde durun, benden destek beklemeyin diyor. Bunun üzerine annemle babam evleniyorlar. Ama Demirci'de fazla kalamıyorlar. 1985 yılında Salihli'ye taşınıyorlar. Babamın bir kamyonu vardı. Tuğla nakliyesi yapıyordu. Bu arada annemin yemekleri çok güzeldir. O dönem çevresindekilerin ısrarı ve desteğiyle aşçı olmaya karar veriyor. Aşçı olup o da aile bütçesine katkı sağlamaya başlıyor. Babamı 1992 yılında yüksek tansiyondan kaybettik.

O süreçte dedeniz sizinle ilgilenmedi mi?

Babamın vefatından sonra annem, ben ve ağabeyim hayat mücadelesi içindeyken dedem Salihli'ye gelip bizimle ilgilenmek istedi. Ama aradan geçen uzun yıllarda hiç görüşmemiştik. İletişim kuramadık. Dedem de Salihli’ye taşındı ama kendilerine ayrı ev alıp orada yaşamaya başladılar.

Liseden sonra iş hayatına atılmışsınız ama sanırım sonra üniversiteye gitmeye karar vermişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?

2002 yılında Salihli Anadolu Meslek Lisesi El Sanatları bölümünü bitirdim. El becerilerim iyi olmasına karşın diğer derslerde çok başarılı değildim. O nedenle üniversiteyi kazanamadım. Sonraki yıl Ankara'da Ev Ekonomisi bölümünü kazandım ama ailem göndermedi. Annem evde boş boş oturmamı istemedi. Annemin isteği ile bir zincir marketin Salihli şubesinde işe girdim. Kasiyer olarak işe başlamıştım. Ama markette her işi yapmak durumunda kalıyordum. Reyon düzenlemesi de yaptım depoya mal da taşıdım. Bu tempoya 6 ay dayanabildim. Deyim yerindeyse 6 ayda burnum sürtüldü. İşi bırakıp ders çalışmaya, üniversiteye hazırlanmaya başladım. 2006 yılında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Mücevher Tasarımcılığı bölümünü kazandım.

Başarılı bir öğrenci miydiniz?

Öğrencilik dönemimde bir grup arkadaşımla Atasay'ın tasarım yarışmasına katıldık, kazandık. Tasarımlarımız çok beğenildi. Atasay, benimle birlikte üç kişiye iş teklif etti. Ama İstanbul'da çalışmamızı istiyorlardı. Ailem İstanbul'a gitmemi istemediği için işi kabul etmedim.

Reklamcılık hayatınız nasıl başladı?

Okul bittikten sonra İzmir'e döndüm. Ağabeyimle birlikte yaşamaya başladık. Onun yazılım şirketi vardı. Ağabeyimin yanında işe başladım. Sonrasında kendimi daha fazla geliştirmem gerektiğini anlayınca O dönemde reklamcılık işine merak saldım. İzmir'e bu konuyla ilgili bir meslek edindirme kursuna katıldım. Kursu düzenleyen kurum başarılı kursiyerlerini Viyana'ya eğitime gönderecekti. Viyana'ya gidecek ekipde yer aldım. Viyana'daki eğitimin ardından hemen Türkiye'ye dönmedim. Bir süre orada kalıp medya ve reklamcılık üzerine eğitimler aldım. Hayatımın en keyifli zamanlarıydı. İzmir'e döndükten sonra bir özel eğitim kurumunda grafik tasarım öğretmenliği yapmaya başladım. 1,5 yıl grafik tasarım öğretmenliği yaptım. O dönemde Ege Üniversitesi'nden alaylı öğretim görevlisi olmam için davet aldım. Ama kabul etmedim. Çünkü bende memur zihniyeti hiç olmadı. Sabah belli bir saatte işe gideyim, akşama kadar aynı yerde aynı işleri yapıp evime döneyim diye bir isteğim de hayalim de hiçbir zaman yoktu. Ben zoru seviyorum, mücadele etmeyi, problem çözmeyi, liderlik etmeyi seviyorum.

Kendi işinizi kurmaya ne zaman karar verdiniz?

3 yıl önce Argeart'ı kurmaya karar verdim. Dijital reklamcılık konusunda hizmet veriyorum. 3 yıl önce iş kurmaya karar verdiğimde iki personelim vardı. Üç yıl içinde başarılı bir grafik çizdik. Müşteri sayımız her geçen gün arttı. Bugün artık 10 kişilik bir ekiple hizmet veriyorum.

İzmirli firmalar dijital platformları verimli kullanabiliyorlar mı?

Verimli kullanamıyorlar aslında. Ama bunu anlatmakta zorlanıyoruz. Bu kriz ortamında sosyal medyayı etkin kullanabilseler değerini anlayacaklar. Dijital dünya müşteri kaygısı olmayan sektörlerin de kullanması gereken bir mecra. Yeri geliyor domatesi, ekmeği, deterjanı internetteki sanal marketlerden alıyoruz. Teknoloji ürünlerini ve kıyafet alışverişlerini saymıyorum bile. Ama hala müşterilere artık her şeyin dijital platformlarda olduğunu anlatmakta zorlanıyoruz. Şirketlerde dijital dünyayı yakalamış yeni nesil yöneticiler de var. Ama hala eski kuşağın yönettiği şirketlere dijitali anlatmak çok zor. Adam “yok ya bizim zamanımızda böyle değildi, ben gidip kapıyı çalıp pazarlama yapıyorum, kaç yıllık firmayım, beni bilen biliyor” diyor. Ama durum bu değil. Mesela bir firmamızın fabrikası 2022'ye kadar dolu. Yeni müşteriye ihtiyacı yok. Ama firmanın yurtdışı tedarikçileri dijital dünyadaki faaliyetlerini görmek istiyor. Dijital dünya denilince sadece reklam vermek olarak algılanmamalı. Kurumsal sayfalar, ödeme yöntemleri, her türlü dijital entegrasyonu da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

İzmir'de firmalar patron bazlı çalışıyor. Çoğu firmanın Kurumsal iletişim uzmanı yok. İstanbul merkezli bazı firmaların dijitale ayırdıkları yıllık bütçeleri duysanız dudağınız uçuklar. Adamlar harcıyor ama karşılığını da alıyorlar. İzmir'deki firmalara maliyet çıkardığımızda, “oooo çok yüksekmiş biz bu kadarını düşünmedik” diyorlar. 5-10 binlerle olacak işler değil bunlar. Şirket sahipleri bir gece de yemeğe verdikleri, bir kaç defa giydikleri kıyafete verdikleri bütçeleri sosyal medyaya aktarsalar çok farklı sonuçlar elde edebilirler. Şirketlerin patrona bağımlı olmaması lazım kurumsal danışmanları olmalı. İzmir'in geri kalmasının sebebi bu, çok geleneksel davranıyorlar hala.

Sanırım hala bir web sitesi kurmanın dijitalleşmek olduğunu düşünen şirketler var. Sadece bir web sitesi kurmak veya şirketten bir personele facebook sayfası yönettirmek dijitalleşmek midir?

Değildir. Şöyle ki; web sitesini kurdun diyelim. Sitedeki içeriğinin verimli olması, şirketi, ürün veya hizmeti anlatıyor olması lazım. Sadece bir açılış sayfası koyup altına iletişim bilgisi yazmak yeterli değil. Ayrıca web sitesinin diğer tüm sosyal medya mecralarıyla entegre olması gerekiyor. Şirketin sağlıklı bir web sitesi varsa biz de bunu sosyal medyaya taşıyoruz. Firmanın müşterileriyle ve muhtemel müşterileriyle etkileşim halinde olmasını sağlıyoruz. Firmada çalışan bir personelin yönettiği facebook hesabıyla bizim yönettiğimiz facebook hesabı aynı etkiyi göstermez. Firmadaki kişi şunu yapıyor; “arkadaşlarla çay keyfi”, “doğum günü kutladık”, “yılbaşı yemeği yedik”, bu kurumsal sosyal medya yönetimi değildir. Bu kişisel sayfa kullanımıdır.

Her şirket her sosyal medya platformunu kullanmalı mıdır sizce?

Genellikle firmaların Twitter kullanmasına karşıyım. Firmalar Twitter accountlarını alsınlar ama aktif kullanmasınlar. Global firmalar hariç hiçbir firmanın Twitter hesabı etkili değildir. Twitter'da siyaset, magazin, gündemdeki olaylar konuşuluyor ve saatlik olarak trend topik değişiyor. Kurumsal bir firma olarak bu konulara müdahil olamazsınız. En fazla sponsorlu gönderiler oluşturarak saatlik olarak tt'de kalırsınız. Bu da size pek bir fayda sağlamaz. Twitter'ı belediyeler, siyasiler, sanatçılar iyi kullanıyor. Bir firmanın etkileşimini oradan artıramazsınız. Önermiyorum. Bir de Twitter'de şöyle bir durum var; yazılan olumsuz yorumları kaldırma şansınız yok. Twitter buna izin vermiyor. Yapılan bir yorumu kaldırmak sadece yazan kişinin elinde. O nedenle yapılan olumsuz yorumlar sürekli dolaşımda kalıyor. Bu da firmalar için riskli bir durum. Birinin anlık kızgınlığı ile yazdığı bir olumsuz yorum peşinizi hiç bırakmıyor. Facebook, İnstagram, Linkedin ve Youtube vazgeçilmez dörtlümüz olduğu için anlatmaya gerek yok. Ama son yıllarda etkisi hızla artan bir sosyal medya platformu daha var. Pinterest'den söz ediyorum. Pinterest çok güçlü bir sosyal ağ. Mobilyacılar, kuaförler, inşaat firmaları, mimari yapılar, dekorasyon firmaları arık ağırlıklı olarak Pinterest kullanıyor. Ama mesala bir sanayi kuuluşunun Pinterest kullanması mantıklı değil.

Önümüzdeki yıllarda yeni bir sosyal medya platformu hayatımıza girebilir mi?

Facebook ve İntagram kapanıp piyasadan çekilirlerse o zman yeni bir sosyal medya platformuna geçeriz. Aksi takdirde çıkacak yeni bir platformun tutunma şansı pek yok. Ama sosyal medyada kitlelerin ihtiyaç duyduğu niş alanlarda hizmet veren yeni uygulamalar her zaman ilgi görebilir.