Türkiye ekonomisinin en önemli sağlık göstergelerinden biri olan istihdam piyasasında, Haziran ayında olumsuz bir tablo ortaya çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), milyonlarca çalışanın ve iş arayanın durumunu yansıtan Hanehalkı İşgücü Araştırması'nın sonuçlarını açıkladı. Verilere göre, mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı, bir önceki aya göre 0,2 puanlık bir artışla yüzde 8,6 seviyesine yükseldi.
Bu oran artışı, rakamsal olarak da kendini gösterdi. İş arayan ancak bulamayanların resmi sayısı, Mayıs ayına göre 52 bin kişi artarak 3 milyon 47 bin kişiye ulaştı. Diğer yandan, istihdam edilenlerin sayısında da bir azalma yaşandı. Haziran ayında çalışan sayısı, bir önceki aya göre 18 bin kişi azalarak 32 milyon 452 bin kişiye geriledi. Bu durum, istihdam oranının da 0,1 puan azalarak yüzde 48,9'a düşmesine neden oldu. Hem işsiz sayısının artması hem de çalışan sayısının azalması, ekonominin yeni iş yaratma kapasitesinde bir yavaşlama ve mevcut işleri korumada bir zorlanma yaşandığının en net işareti olarak yorumlanıyor. İşgücüne katılım oranı ise yüzde 53,5 seviyesinde sabit kalarak, çalışma arzusunda olanların oranında bir değişiklik olmadığını, ancak bu arzuya karşılık verecek iş imkanlarının azaldığını gösteriyor.
Umutsuzlar ordusu büyüyor: 'Geniş tanımlı işsizlik' yüzde 33'e dayandı
TÜİK'in açıkladığı yüzde 8,6'lık resmi işsizlik oranı, buzdağının sadece görünen yüzünü oluşturuyor. Asıl endişe verici tablo, "geniş tanımlı işsizlik" olarak da bilinen ve toplumdaki gerçek işsizlik hissini daha iyi yansıtan "atıl işgücü oranı" verisinde ortaya çıktı. Bu oran, sadece resmi olarak işsiz sayılanları değil, aynı zamanda daha fazla çalışmak istediği halde bulamayan "zamana bağlı eksik istihdamdakileri" ve iş aramaktan umudunu kestiği için son bir aydır iş başvurusunda bulunmayan "potansiyel işgücünü" de kapsıyor.
Haziran ayında, bu atıl işgücü oranı, bir önceki aya göre tam 1,8 puanlık rekor bir artışla yüzde 32,9'a fırladı. Bu rakam, Türkiye'de çalışma potansiyeline sahip her üç kişiden birinin ya işsiz, ya eksik istihdam edilmiş ya da iş bulma umudunu yitirmiş durumda olduğunu gösteriyor. Bu veri, resmi rakamların yansıtmadığı derin bir toplumsal soruna işaret ediyor. Milyonlarca insan, ya haftada sadece birkaç gün çalışarak geçinmeye çalışıyor ya da uzun süren iş arama süreçlerinin ardından pes ederek kendini işgücü piyasasının dışına itilmiş hissediyor. Atıl işgücü oranındaki bu sert yükseliş, ekonomideki yavaşlamanın sadece yeni iş imkanlarını azaltmakla kalmadığını, aynı zamanda mevcut çalışma koşullarını da olumsuz etkilediğini ve toplumsal umutsuzluğu derinleştirdiğini gösteriyor.
Gelecek kaygısı zirvede: Her 4 genç kadından 1'i işsiz
İstihdam piyasasındaki olumsuzluklar, en sert şekilde ülkenin geleceği olan genç nüfusu vuruyor. 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı, bir önceki aya göre 0,6 puanlık bir artışla yüzde 16,2'ye tırmandı. Bu, her 6 gençten neredeyse birinin, kariyerinin en başında işsizlikle tanıştığı anlamına geliyor ve bu durum, gençlerin geleceğe dair kaygılarını artırırken, "beyin göçü" gibi sorunları da tetikleme potansiyeli taşıyor.
Ancak genç işsizliği verilerinin içine girildiğinde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne kadar vahim bir boyutta olduğu ortaya çıkıyor. Bu yaş grubunda;
-
Genç erkeklerde işsizlik oranı yüzde 12,3 iken,
-
Genç kadınlarda işsizlik oranı ise neredeyse iki katına çıkarak yüzde 23,7 olarak hesaplandı.
Bu şok edici rakam, Türkiye'de iş arayan her 4 genç kadından 1'inin iş bulamadığı gerçeğini yüzümüze çarpıyor. Bu durum, genç kadınların eğitim hayatından iş hayatına geçişte, erkeklere oranla çok daha büyük engellerle karşılaştığını gösteriyor. Toplumsal önyargılar, ailevi sorumlulukların kadınlara yüklenmesi, belirli sektörlerin "erkek işi" olarak görülmesi ve işe alım süreçlerindeki ayrımcılık gibi faktörler, pırıl pırıl eğitimli genç kadınların potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önündeki en büyük engeller olarak duruyor. Bu, sadece bir ekonomik kayıp değil, aynı zamanda ciddi bir sosyal adalet sorunudur.
Çalışma hayatında cinsiyet uçurumu derinleşiyor
Genç nüfusta görülen bu dramatik cinsiyet eşitsizliği, ne yazık ki çalışma hayatının geneline de yayılmış durumda. TÜİK verileri, Türkiye'de kadınların istihdam piyasasında sistematik olarak dezavantajlı bir konumda olduğunu bir kez daha teyit ediyor.
Genel işsizlik oranında erkekler için bu oran yüzde 7,1 iken, kadınlarda yüzde 11,4'e çıkıyor. Aradaki 4,3 puanlık fark, kadınların iş bulmasının erkeklere göre çok daha zor olduğunu gösteriyor. Asıl büyük uçurum ise istihdam ve işgücüne katılım oranlarında kendini belli ediyor. Çalışma çağındaki erkeklerin yüzde 66,2'si bir işte çalışırken, bu oran kadınlarda sadece yüzde 31,9'a düşüyor. Yani, her 3 erkekten 2'si çalışırken, her 3 kadından sadece 1'i istihdamda yer alabiliyor. Benzer şekilde, erkeklerin yüzde 71,3'ü işgücüne (çalışan veya iş arayan) dahilken, bu oran kadınlarda yüzde 36'da kalıyor. Bu, milyonlarca kadının, ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi ücretsiz emek süreçleri veya toplumsal baskılar nedeniyle çalışma hayatının tamamen dışında kaldığı anlamına geliyor. Bu yapısal sorun çözülmeden, Türkiye'nin ne tam potansiyeline ulaşması ne de sürdürülebilir bir kalkınma sağlaması mümkün görünmüyor.
Ekonomide yavaşlama sinyali mi? Çalışma saatleri azalıyor
Haziran ayı verilerinde dikkat çeken bir diğer önemli detay ise, çalışanların haftalık ortalama fiili çalışma sürelerindeki düşüş oldu. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi, bir önceki aya göre 1,1 saat gibi önemli bir oranda azalarak 41,5 saate geriledi.
Ekonomistler, ortalama çalışma saatlerindeki bu tür düşüşleri, genellikle bir ekonomik yavaşlamanın öncü sinyali olarak yorumlar. Piyasada talep daralmaya başladığında, firmalar, doğrudan işçi çıkarmak gibi radikal bir adım atmadan önce, genellikle ilk olarak fazla mesaileri keser veya haftalık çalışma saatlerini azaltır. Bu, üretimdeki yavaşlamanın ve siparişlerdeki azalmanın ilk göstergelerinden biridir. İstihdam edilen kişi sayısındaki düşüşle birlikte ele alındığında, çalışma saatlerindeki bu azalma, ekonominin genelinde çarkların daha yavaş dönmeye başladığına dair ciddi bir işaret olarak değerlendirilmeli. Bu durum, önümüzdeki aylarda hem şirket kârlılıkları hem de genel büyüme rakamları üzerinde baskı oluşturabilir. Bu veriler, hükümetin enflasyonla mücadele amacıyla uyguladığı sıkı para politikasının, istihdam piyasası üzerinde beklenen soğutucu etkisini göstermeye başladığının bir teyidi olarak da okunabilir. Ancak bu soğumanın, kontrollü bir yavaşlama mı, yoksa daha derin bir durgunluğa doğru bir gidişat mı olduğunu görmek için önümüzdeki ayların verilerini beklemek gerekecek.