Yıllar önceydi, Yeni Asır Gazetesi Spor Servisi'nde çalışıyordum. Yaz aylarıydı. İzinden dönmüştüm. Serviste hiç tanımadığım ince uzun boylu, yakışıklı, güleryüzlü bir çocuk dolaşıyordu... Sert bir şekilde, “Sen kimsin?” diye sorunca espriyi anladı ve gülerek kendini tanıttı. Çeşme'deki yelken yarışlarını takip ediyormuş, sonra da serviste gönüllü staj yapmaya başlamış. O kadar sempatik ve sevimliydi ki bir süre sonra ana kadroda kendine yer buldu.

Aradan zaman geçti hepimiz başka gazetelerde, başka görevlerde işimize devam ettik. Tekrar aynı gazetede buluştuğumuz da oldu. Çevresinde çok sevilirdi, kimseyle sorunu olmazdı. Balıkesir'de temsilcilik yaptığım dönemde. Sabah saatlerinde bir telefon geldi. İnce bir çocuk sesi... “Sadık Amca ben Çağatay Çağlar'ın oğluyum. İstanbul'dan dönerken babam fenalaştı. Şimdi hastanedeyiz.”

Geleceğimi ve beni beklemelerini söyledim. Gündemi hazırlayıp İzmir'e geçtikten sonra tekrar aradım. Bu kez karşımda Çağatay vardı... Durumu anlattı, kalp yetmezliği olduğunu, zaman zaman böyle sorunlar yaşadığını ve serum takviyesi ile kendine geldiğini söyledi. Benim ısrarlarıma rağmen Balıkesir'de kalmak istemedi ve İzmir'e döndü. Bu olay beni çok etkilemişti. Kendine bir şey olur korkusuyla çok sevdiği oğlunu bana emanet etmiş ve hastanedeyken, “Mutlaka Sadık Amcanı ara o gerekeni yapar” diye talimat vermişti.

Ben İzmir'e döndükten sonra da çok sık olmasa da görüşüyorduk. Artık kalp nakli kaçınılmaz olmuştu. Uygun bir kalp bulundu ve Çağatay yeni kalbine kavuştu. Ama bu kalp de onu hayata bağlamaya yetmedi.

Son kez Mart ayında Göztepe-Alanya maçında görüştük. Kaybedilen maçtan sonra çok üzgün bir şekilde, “Bu takım buralarda olmamalı” diye dert yandı. Çok iyi bir Göztepeliydi... Çok erken oldu. İzmir basını çok renkli bir simasını kaybetti... Üzüntüm büyük...